Evlerimiz, Mekânlarımız ve Ruhlarımız/Hanife Nur Ekinci

Dijitalleşen dünya da bugün hangi kavramlara veda ettik hiç düşündük mü? Hangi kavramların içini boşaltıp -bir çuvala saman basar gibi-arızi anlamlarla doldurduk. Bu kavramlardan birisi de “mekân” kavramı. Tüm duyu organlarımızla algılaya bileceğimiz bu olgu, şu an sadece mimari bir terim olarak kullanılıyor maalesef. Mekânların bir ruh taşıdığını çok çabuk unuttuk. Mesela bir kütüphanenin sadece selüloz kokusundan ibaret olmadığını, geçmişin, kültürün, kadim hikâyelerin en sadık şahitleri olduğunu unuttuk. Camilerin sadece bir ibadethane değil, özelde Müslümanların, genelde tüm insanların birleştiği, kaynaştığı, yardımlaştığı bir yer olduğunu aklımızdan çıkardık. Belediyenin gözden çıkardığı, tozlu, çamurlu sokaklarda onurluca ayakta duran, şahniş çıkıntılı evleri, kafes tipi pencereleri, saçaklı ahşap çatıları, hemen hemen her mahallede insanların kana kana içtiği hayrat çeşmelerini ve daha birçok kültürel mirasımızı, kentleşme, modernleşme adına, rantçı kodamanların inisiyatifine bıraktık. Kültürümüz, aidiyetlerimiz, birikimimiz yenidünya düzeninin tasavvuru sonucu elimizden kayıp gitti.

 Mekanlarımızı kaybedersek, kültürümüzü kaybedeceğiz. O yüzden kültür eşittir mekan diyoruz. Bir kenti kent yapan insan birikimiyle oluşan mekanlar değil midir? Bizlerin en özel mekanı evlerimizdir. Şöyle antik ve klasik çağa astral bir yolculuk yapalım mı ne dersiniz? Bugün antropologlar, arkeolojik kazı çalışmalarıyla o günkü insanların kimlikleri ve kültürlerini tespit edebiliyorlar. Bu veri toplarken en önemli kıstasları o döneme ait evler, kullanılan yapı malzemeleri ve mekan tipleri oluyor. O döneme ait bilgilerin en ilginci ise sivil mimarinin kamusal mimariden tamamen ayrılması, kamusal mimari (saray, tapınak vb.) egemen güçler tarafından inşa edilirken sivil mimari ise içinde yaşayacak insanların örf ve adetlerine uygun tasarlanıyordu. İnsanlar evlerini kendileri tasarlayıp, bizzat kendi elleri ile inşa ediyorlardı. Mekanlar sahip oldukları kültüre göre şekilleniyordu. Bu sistem Osmanlı dönemine kadar böyle işledi. Sonrasında ise bu mekanizma büsbütün değişti. Kamusal ve sivil mimari birbirine girdi. Evlerimiz- en değerli mekanımız-plazaların arasında çürüyüp gitti. İçinde gül yapraklarının yüzdüğü havuzlu avlular,  yer minderleriyle döşenmiş sofalar,  rengarenk yemişli bodur ağaçlar Sovyet tipi kasvetli binaların altında yok olup gitti. Evlerimizin, mekanlarımızın ruhunu yeniden çağırma zamanı geldi de geçiyor bile. Şöyle bir tarihimize bakalım, kültürümüze bir yolculuk yapalım. Sahip olduğumuz mekanları, başımızı soktuğumuz evlerimizi gözden geçirip, gönülden bir değişime ant içelim. Unutmayalım ki bu dünyayı bizim tasavvurumuz, kültürel değerlerimize olan vefamız değiştirecektir…

Loading

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
Merhaba ben Hanife Nur Ekinci 1987’de Konya’da doğdum. İ lk, orta ve lise öğrenimimi Konya’da tamamladım. Hala eğitim sürecim devam ediyor. Evli ve üç çocuk annesiyim. Konuşmak mı? Yazmak mı? Diye bir soru yöneltilse direkt ‘yazmak’ derim. Çünkü konuşmak aklın, yazmak ise ruhun eseridir. Yazmak, benim için çocukluğumdan bu yana söyleyemediklerimin, anlatamadıklarımın tercümanı olmuştur... Kader değişmedi hala yazmaya devam ediyorum. Çalakalem yazmalarımın meyvesi olarak “ Vefa sokağı” isimli öykü kitabımı çıkardım. “Söz uçaryazı kalır” mottosu ile yazmaya devam edeceğim... Menar ismini genelde müstear olarak kullanmaktayım.
Yazı oluşturuldu 12

Bir yanıt yazın

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön