Hayatının neredeyse tamamını koleksiyonundaki parçaları bir araya getirmek için harcadı. Farşid’in bu tutkusu çocukluğundan geliyordu. Fakir bir ailesi vardı. Evini geçindirmeye çalışan babası gece yarılarına kadar çalışır ama ay sonunu güç bela getirirdi.14 yaşına gelene kadar bu böyle devam etti. Doğum gününde babası ona bir saat hediye etti. Hayatı boyunca kıyafetleri de dahil olmak üzere kendisine ait hiçbir şeyi olmayan Farşid bu hediye karşısında büyülenmişti. Sürekli saatine bakıyordu. Çok kaliteli bir saat değildi. Bazı kısımlarında çizikler vardı. Ama bunların hiçbir önemi yoktu saat onundu ve çok değerliydi. Günler bu sahiplenişle geçip giderken bir gün babası çok hastalandı işe gidemez oldu. Evdeki malzemelerle 20 gün idare ettiler. Artık Farşid evin erkeğiydi ve bir şeyler yapmak zorundaydı. Bulduğu ufak tefek işlerde çalışıyordu. Ama kazandığı ailesinin geçimi için yetmiyordu. Birkaç gün iş bulamadı ve eve yiyecek hiçbir şey götüremedi. Bir şeyler yapmak zorunda olduğunu biliyordu. Aklına kolundaki saati satmak geldi belki çok fazla para etmeyecekti ama onları birkaç gün idare edebilirdi. Sokaklarda avare bir şekilde saatçi aradı. Bir tabela gördü. Tabelada ‘’AGAH SAAT’’ yazıyordu. Hemen o tarafa yöneldi ve dükkanın içine girdi. İçeride tüm duvar eski ama çok güzel görünen duvar saatleriyle kaplıydı. Cam olan vitrinde insanı hayran bırakan bir sürü saat vardı. Arkasında saçları gür ama beyaz, yaşlılıktan dolayı hafif kambur duran ve yüzünün neredeyse her yerinde kırışıklık olan bir adam duruyordu. Farşid’in içeri girdiğini görünce ona doğru dönerek kocaman bir tebessümle: ‘’ Evet, küçük adam senin için ne yapabilirim?’’ dedi. Farşid ürkek ve üzgün olan ses tonuyla: ‘’ Ben saatimi satmak istiyorum.’’ Dedi. Sesi o kadar kırılgandı ki neredeyse cümlesini tamamlayamadan yok olacaktı. Agah bu küçük adama baktı. Ondaki çaresizliği hissetmişti. Nedenini de üstündeki kıyafetlerden anlayabiliyordu. Küçük adama dönerek: ‘’Saatini ver bakayım durumu nasıl?’’ dedi. Farşid ürkek hareketlerle kolundaki saati çıkardı ve uzattı. Ağlamak istedi ama güçlü olmalıydı. O artık bir erkekti. Babası öyle söylemişti. Agah saati eline aldı dikkatli bir şekilde inceledi. 50 liradan fazla etmezdi. Çocuğa dönerek: ‘’1000 lira eder. Daha fazlasını istersen veremem.’’ dedi. Çocuğun bu kadar edeceğine inanmasını istiyordu. Farşid hem bu kadar değerli bir şeyi kaybedeceğine çok üzülüyor hem de neredeyse 1 aylık geçimlerini sağlayacak parayı bulabildiği için çok seviniyordu. Bu duygu karmaşası yüzüne yansımıştı. Saatçinin ona bakışından anlayabiliyordu. Başını kabul eder gibi salladı. Saatçi vitrinin Zahir altından bir çekmece açtı. İçindeki paraları çıkartarak 1000 liraya ulaşana kadar saydı. Sonra çocuğa uzattı. Farşid ailesinin karnının doyacağını düşünerek büyük bir tebessümle parayı aldı ve minnetini sözcükleriyle değil bakışlarıyla göstererek çıkmak için arkasını döndü. Agah arkasından bağırdı:’’ Küçük adam yarın yine gel sana bir teklifim olacak’’ dedi. Farşid: ’’Tamam ‘’ dedi. Doğruca evine giderek bu mutlu haberi ailesine vermek istiyordu. Sokakları koşarak geçiyordu. Eve ulaştığında nefes nefeseydi. Annesi kapıda karşıladı. Elini cebine sokarak bütün parayı annesine gösterdi. Sonra annesi onu bağrına bastı ve o gün için evdeki herkes çok mutluydu. Ertesi gün Farşid tekrar o dükkana gitti. Kapıdan aynı ürkeklikle içeri girdi. Agah onu görünce çok sevindi. ‘’ Hoş geldin küçük adam. Gel otur seninle konuşmak istediğim bir konu var.’’ dedi ve yanındaki tabureyi gösterdi. Farşid gösterilen tabureye oturdu. Agah’ın konuşmasını bekledi. Agah:’’ Bak küçük adam ben yaşlı bir adamım artık saatleri tamir etmekte çok zorlanıyorum. İnce işçilik gerektiren bu işleri titreyen ellerimle yapamıyorum. Bu işi benim yaptığım bağlılık ve saygıyla yapabilecek bir yoldaş arıyorum. Gözlerinin içine ilk baktığımda sende kendimden bir parça gördüm. Belki söylediğim şeyi saçma buluyorsun ama ben hayatım boyunca bu hislerim doğrultusunda yaşadım. Benden geriye bu saatçi dükkanından başka bir şey kalmayacak. Bu hayatta iz bırakabilmem için bu dükkanın ve buradaki işçiliğin aynı şekilde devam etmesi gerekiyor. Yani lafın kısası benimle burada çalışmanı istiyorum. Bildiğim her şeyi sana öğreteceğim parayı dert etme hakkını fazlasıyla alacaksın. Senden yapmanı istediğim şey benim için bu dünyada paradan daha kıymetli. Beni anlayabiliyorsun değil mi?’’ dedi. Farşid gerçekten Agah’ı çok iyi anlamıştı. Ona dönerek aynı ürkek ses tonuyla: ‘’ Bende bir iş arıyordum. Sizi çok iyi anlıyorum. Burada çalışmak isterim ve elimden gelenin en iyisini yapacağım. Benim tek isteğim ailemin artık yarın nasıl geçineceğini düşünmemesidir. ‘’ dedi. Sonra el sıkıştılar. Artık anlaşma yapılmıştı. Farşid her sabah 08:00’de dükkana geliyor önce her yeri temizliyordu. Agah gelince birlikte kahvaltı yapıyorlardı. Sonra dükkanın arka tarafında bulunan odaya geçiyorlardı. Agah asıl kazancını bu odada tamir ettiği saatlerden elde ediyordu. Çünkü eşi benzeri olmayan altın, elmas kaplama saatleri tamir ediyordu. Yaşlı olmasına rağmen işçiliği çok iyiydi. Bunu herkes biliyordu. Değerli saati olan herkes Agah’a ulaşıyor tamirat, bakım işlerini ona yaptırıyordu. İşçiliğinin yanında güvenirlikte çok önemliydi. Bazı saatlerin değeri yüz binler ediyordu. Zahir Agah Farşid’i eğitmeye başlamıştı. Önce dükkanın ön tarafında bulunan saatler üzerinde saatin içerisinde bulunan parçaların ne işe yaradığını ve mekanizmanın çalışma mantığını öğretmeye çalışıyordu. Her bir parçanın ne kadar değerli olduğunu ve en ufak bir parçası bile eksik olsa saatin çalışmayacağını gösteriyordu. Her parçanın ismini ve ne işe yaradığını ezberletti. Gün içerisinde parçayı, ne işe yaradığını ve mekanizma içerisinde nerde olması gerektiğini soruyordu. Bunları o kadar çok sordu ki Farşid’in artık bu parçaları unutması imkansızdı. İçerisindeki mekanizmanın yanı sıra süslemesinde kullanılan parçaları çıkartmak takmak değiştirmek için kullandığı araçları da ezberlemişti. Farşid yıllarca düşünse bu kadar küçük bir şeyin içinde kocaman bir dünya olduğunu hayal bile edemezdi. İlgisini çekmişti. Öncesinde sadece para kazanmak, ailesine bakmak için yaptığı bir iş olarak gördüğü bu durum artık keyif aldığı bir eyleme dönüşmüştü. Parçalanmış, yıpranmış saatleri hem çalışır hem de estetik açıdan mükemmel duruma getirmek hoşuna gidiyordu. Bu şekilde aylar geçti. Agah bir gün artık hazır olduğunu söyledi ve Arap bir müşterisinin altın saatini onun tamir etmesini istedi. Saati Farşid’e uzatırken saatin 5 kuşaktır müşterisinin ailesinde olduğunu ve çok önemli olduğu söyledi. Hatta saati uzatırken sanki avuçlarının içinde bir kelebek varmış gibiydi. O an anladı bu Farşid için bir sınamaydı. Bu işi en iyi şekilde yerine getirmek istiyordu. Saati eline aldığında kalbi hızla atmaya başlamıştı. Küçük parçalar üzerinde çalışırken elleri titriyordu. O an bu iş için uygun olmadığını düşündü. Sonra saatteki çalışmayan parçayı bulmak için mekanizmadaki bütün parçaları çıkardı. Bunu yaparken çok heyecanıydı ama son parçayı da masadaki özenle yerleştirdiği diğer parçaların yanına koyduğunda huzura kavuştu. Çünkü masanın üzerindeki her parçayı ve nereye nasıl yerleştirdiğini biliyordu. O an anladı Agah’ın neden ona bu kadar tekrarlattığını. Çünkü bilmek güçlü olmaktı. Farşid artık çok güçlüydü. Bütün parçaları gözleriyle inceleyerek hangisinin bozuk olduğunu anlamaya çalıştı. Parçaları dizişine baktı bu işlemi yüzlerce kez yapmıştı. Her parçayı aynı yere koyardı ve bir parça eksikti anlamıştı. Hemen Agah’ın yanına gitti. Bu durumu söyledi. Agah ona bakıp gülümsedi ve cebindeki parçayı çıkartarak Farşid’e uzattı. Parçayı aldı içeri geçti. Ve saati tamir etti. Sonra aynı hassaslıkla saati Agah’a geri verdi. Agah saati alırken Farşid’e karşısına oturmasını söyledi. Gözlerinin içine bakarak: ’’Ben yarın gelmeyeceğim ve ondan sonraki günlerde artık burası senin al bu anahtarları hepsinin nereyi açtığını biliyorsun zaten. Sadece bu anahtar senin bilmediğin bir kapıyı açıyor. Arkadaki odada dolabı sağa doğru çektiğinde orada küçük bir kapı göreceksin o kapıyı açıyor. Ben Zahir gittiğimde açabilirsin. Artık sana öğreteceğim hiçbir şey kalmadı. Gelen müşterilere de burada olmadığımı söylemeyeceksin. Dışarda olduğumu ve sonra geleceğimi söyleyeceksin. Senin dışında kimse gittiğimi anlamayacak. Tamam mı? Arkadaki odaya girdiğinde içerideki her şeye çok iyi bak bir gün belki geri dönebilirim. Dönmeye de bilirim. Her şeye hazırla kendini. İlk başta anlaştığımız gibi buradaki yaptığımız şey paradan daha önemli benim için…’’dedi. Sonra Farşid’in alnına bir öpücük kondurdu. Paltosunu aldı ve herhangi bir yanıt beklemeden dışarı çıktı. Anlamaya çalışıyordu aklında bir sürü soru vardı. Neden gitmişti? Nereye gitmişti? Bunlara kendi zihninde bir cevap aradı ama bulamadı. Düşünerek anlamlandıracağı bir durum değildi. Hemen arka odada bulunan dolabın arkasındaki kapıya bakmaya gitti. Gerçekten orada bir kapı vardı. Anahtarı kullanarak içeri girdi. İçerideki cam vitrinlere göre daha şatafatlı olan vitrinler gördü. İçlerinde yüzlerce saat vardı ve bu işten azıcık bile anlıyorsa bu odadaki saatlerin değeri milyonları aşıyordu. Bu yaşlı adamın her şeyi yakın bir zamanda tanıdığı bir çocuğa bırakması gerçekten Farşid’in beynine kramplar girmesine sebep oluyordu. Durumu anlamak için Agah’ın bahsettiği odanın kapısının önüne gitti. Söylediği gibi orada bir kapı vardı. Sakin hareketlerle kapıyı açtı. İçeri girdi. Odanın içinde dükkanda bulunan vitrinlerden daha şatafatlı vitrinler vardı ve çalıştığı bu süreçteki bilgisiyle bu saatlerin toplam değerinin milyonlara ulaştığını tahmin etmesi kaçınılmazdı. Bu kadar kıymetli şeyleri bir adam neden yeni tanıdığı birine bırakmıştı? Bunun cevabını sadece Agah’tan öğreneceğini biliyordu. Ama onun hakkında bu dükkan ve yaşadıkları kısa sürede öğrendiği şeyler dışında bilgisi yoktu. Farşid sormamış Agah’ta anlatmamıştı. Sorduğu soruların cevabını bulamayan Farşid tekrar geleceğini umut ederek hayatını aynı şekilde yaşamaya devam etti. Agah’ı soranlara geri geleceğini şu an burada olmadığını söylüyordu. İşini iyi yaptığı için kimse Agah’ın yokluğunu anlamamıştı. Zaten anladığı kadarıyla yaptıkları iş dışında Agah insanlarla bir şey paylaşmıyordu. Bir süre bu şekilde devam etti. Farşid hem içeride odada bulunan hem de müşterilerin saatlerinin bakımını, tamiratı yapıyordu. Bir şey fark ermişti. Gelen müşterilerin neredeyse tamamın aynı kişilerden oluşuyordu. Hatta bazılarını gelme aralığı da aynıydı. Bazı saatlerin içerisindeki parçalar diğer kısımlarla uyuşmuyordu. Mükemmel bir mekanizmaya sahip olan bir saatin içindeki ufak bir parça aynı işi yapıyor ama aynı değeri taşımıyordu. Müşteriler geldikçe hepsine aynı durum olduğun fark etmeye başlamıştı. Parçaların değiştirildiğini düşünmeye başladı ama kim değiştirmişti? Agah mı? Aklına odadaki saatler geldi. Onların parçalarını düşündü hepsi neredeyse birbirinden farklıydı. Saatleri daha dikkatli incelemek için Zahir odaya girdi ve hepsini parçalarına ayırdı. Düşündüklerinde haklıydı. Bu saatlerin her bir parçası sanki farklı bir saatten alınmıştı. Müşteriler gelmeye devam ettikçe değiştirilmiş parçaların odadaki saatlerdeki parçalarla aynı olup olmadığına baktı. Bazı parçalar gerçekten müşterilerin değiştirilmiş parçalarıydı. Agah müşterilerden aldığı parçalarla kendine bir koleksiyon oluşturmuştu ve gerçekten çok değerli bir koleksiyondu. En iyi kısmı da hiçbir müşteri aradaki farkı anlamamıştı. Çok iyi işçilik çıkarmıştı. Anlayabilmek için çok fazla bilgi ve deneyime ihtiyaç vardı. Agah’ın Farşid’i zorlayarak kazandırdığı gibi. Farşid bu durumu anlayınca önce korkmuş sonra da hoşuna gitmişti. Bir insanın işini çok iyi yapmasının getirisi olarak düşünmüştü. Müşteriler kayıplarının farkında bile değildi. Agah’ın yaptığı işi devam ettirmesi için Farşid’e uyguladığı baskıyı şimdi daha iyi anlıyordu. Müşteriler farklı bir kişiye saatlerini verdiği zaman verilen kişiler işlerinde iyilerse aradaki farkı anlayabilirlerdi. Bu riskin ortadan kalkması için dükkanın işlemeye devam etmesi gerekiyordu. Agah koleksiyonun bozulmasını engellemek ve saatlerin bakımını kendi yerine yapabilmesi için Farşid’i eğitmişti. Bu günaha ortak olmak normalde Farşid’i çok endişelendirirdi. Aksine bu durum hoşuna bile gitmişti. Bir konu hakkında bilgi ve deneyime sahip olmanın zarar görmeden çok değerli bir koleksiyona ulaşmasını sağlaması Agah’ın hoşuna gitmişti. Çünkü çok fazla saat vardı. Bu parçaları bir araya getirmek bir hayata mal olmuştur diye düşündü Farşid. O an aklına bu koleksiyonu devam ettirmek geldi. Agah’ın yaptığı şeyi o da yapabilirdi. Müşteriler anlamadan o da koleksiyonu büyütebilirdi. Bu ince işçiliği yapacak bilgiye sahipti. Düşündü kendisine bir zararı olmazdı. Yakalandığı anda suçu Agah’a atardı. Zaten herkes onun burada olduğunu düşünüyordu ve zaten bunu o başlatmıştı. Farşid sadece devam edecek ve ne kadar büyütebileceğine bakacaktı. İçerideki gizli odaya geçerek saatleri inceleyecekti. Bir vitrinden saat almak için hamle yaptığında, altta bir çekmece gördü. Açtı siyah renkli deri kapağı olan bir defter bulmuştu. Çekmeceyi de şans eseri görmüştü. Dikkatli bakılmadığında boşlukları görülmüyordu. Defteri açtı içinde saat parçalarının ismi, tarih, müşteri adı, adresi vardı. Agah odada bulunan bütün parçaları not almıştı. Envanter tutmuştu. Yaklaşık değerini hesaplamak için yaptığını düşündü Farşid. Çünkü bazı saatleri değerli yapan şey o saati kullanan kişilerdi. Bu defteri oluşturma amacının bu olduğunu düşündü. Acaba bu koleksiyonu satmayı mı planlıyordu? Agah hakkında öğrenmek istediği o kadar çok şey vardı ki bu boşluktan çok bunalmıştı. Defteri biraz daha inceledikten sonra eski yerine bıraktı. Zahir Bu böyle devam ederken Farşid dükkanda yıllarını geçirmişti. Agah’ın yaptığı koleksiyonu çok kısa sürede neredeyse 2 katına ulaşacak kadar çoğaltmıştı. Ne kadar fazla parça alırsa alsın kimse fark etmiyordu. Bazılarında mekanizmayı tamamıyla değiştirmiş ve bir sonrakine eskisini yerine koymuştu. O süre içerisinde kimse bu durumu anlamamıştı. Her seferinde daha fazla parça değiştirerek bu büyülü yer değiştirme oyununa devam etti. O dükkan Farşid’i çok yalnızlaştırmıştı. Büyük bir günahı vardı ve bu günahını kimseyle paylaşamayacağını biliyordu. Biriyle yakınlık kurduğunda sırrını ona itiraf etme isteği içinde büyük bir buhran oluşmasına sebep oluyordu. Kendini zor tutuyordu. İnsanlarla durumunu paylaşarak günahının başka birileri tarafından onaylanmasını istiyordu. Biraz daha hafifleyebilmek için. Fakirlik yıllarında yaşadığı zor günleri hatırlıyordu. Binlerce kişinin bu kötü günleri yaşamasına engel olacak gücü vardı fakat bunu feda etmek istemiyordu. Zihninin mükafatını kimseyle paylaşmak istemiyordu. İçten içe vicdan yapıyordu ama Farşid için koleksiyonu feda edemeyeceği kadar kıymetliydi. Koleksiyonuna olan tutkusu onu yalnız bir insan yapmıştı. Çok fazla arkadaşı yoktu. Ailesine güzel bir ev almış kendi farklı bir eve geçmişti. Onlara da uğradığı söylenemezdi. Hayatı saatlerden ibaretti. Müşterilerle de yakınlık kuramazdı. Bu yalnızlık koleksiyonun daha hızlı büyümesine sebep oluyordu. Yeni müşteriler ediniyordu. Artık farklı ülkelerden müşteriler edinmeye başlamıştı. Yavaş yavaş büyüyen koleksiyonu artık gizli odaya sığmayacaktı. Agah’ın defteri gibi oda envanter çıkarıyordu. Onun sırlarını, hislerini paylaşacağı birine ihtiyacı vardı. Bu bir insan olamazdı. Sonra bunu kağıtlara yazabileceğini düşündü. Saatlerde yaptığı gibi hisleri içinde bir envanter oluşturabilirdi. Kendisini biraz bile daha iyi hissetmesine neden olacaksa bunu denemeliydi. İlk başta anlamsız devrik cümlelerden oluşan sayfalar dolduruyordu. Zamanla ifade edişi ve kelime seçimi saatlerde yakaladığı estetik güzellikle benzerlik göstermeye başlamıştı. Yazdıklarını saklamalıydı. Başka birinin eline geçerse hayatını, koleksiyonunu kaybetmesine neden olurdu. Sonra aklına Agah geldi. Kendisi neredeyse Agah olmuştu. Çok az tanımıştı onu ama aynı hayatı yaşadıklarına emindi. Acaba o da kendisi gibi yalnızlıktan dolayı acı çekmiş miydi? Koleksiyonu güzelleştiğindeki yaşadığı hazzı yaşamış mıydı? İfade etme arzusuna nasıl engel olabilmişti? Bir şekilde kendini ifade etmiş olmalıydı. Ve o ifade ediş Farşid’e göre gizli odada bir yerdeydi. Bu düşünceyle odaya girerek incelemeye Zahir başladı. Duvarlara vurarak çıkan sesleri dinledi. Bir noktada çıkan ses diğer seslerden farklıydı. Daha detaylı baktı. Zemine doğru çok ince bir boşluk vardı. Bir balyoz aldı. Sonra duvarı kırmak için elindeki balyozla birkaç darbe indirdi. Duvarın içinde kasa gibi tasarlanmış bir boşluk vardı. İçinde sıralı bir şekilde dizilmiş ve yıllar yazan kitaplar vardı. Rastgele bir tanesini almış ve okumaya başlamıştı. Çok yoğun bir şekilde ruhsal betimle yapılmış cümlelerle karşılaştı. İfadeler hisleri o kadar güzel tasvir ediyordu ki okumaya devam ettikçe bahsettiği hisler ruhunun derinliklerinde bir yerde doğuyor, büyüyor ve güçleniyordu. Farşid okumayı bırakamıyordu. Bahsedilen hisleri tasvir edilişteki yoğunlukla yaşıyordu. Yüz ifadeleri istemsizce olsa da hislerini yansıtıyordu. Vitrindeki yansımasına kısa bir bakış atarak fark etmişti. Bu kısa bakıştaki anı kullanarak dikkatini farklı bir şeye yöneltti elindeki kitabın kapağını o şekilde kapatabildi. İçindeki cümleleri hala merak ediyordu. Okumaya devam etme arzusu içeriden bedenini yakıyordu. O kadar sıcak oldu ki terlemeye başladı. Ama tasvir edilen hislerin kötü olma ihtimali de Farşid’I korkutuyordu. Bu korku daha ağır bastı. Bugün için okumaktan vazgeçti. Zaten bu durumu sadece erteleyebilirdi. Vazgeçemezdi. Duvarın içinde bulduğu kitaplar toplam 10 taneydi ve hepsi sıralı şekilde bir yılı anlatıyordu. Bunları Agah yazmış olmalıydı. Farşid’in hissettiği anlatma isteği onda da doğmuş olmalıydı ve o da Farşid gibi yazarak ifade etmek istemişti. Yazdıklarından sadece birkaç sayfa okumasına rağmen daha önce böyle bir şekilde yazan birini görmemişti. Kendini hazırlayıp bu kitapların tamamını okumalıydı. Çünkü yaşayacakları için bir öngörüye sahip olabilirdi. Aynı günahı paylaştığı bir insanın duygularını merak ediyordu. Birkaç gün sonra kendini hazır hissettiğinde gizli odaya girdi. Okumaya başlamanın zamanı gelmişti. Sıralı olan kitaplardan önce en eski olanı alarak okumaya başladı. İlk sayfalarda Agah’ın acemiliğini anlayabiliyordu. Bulunduğu durumu olayları aktarıyordu. Bu işe nasıl başladığı, ailesi, çevresindeki insanlar aklına gelen her şeyi yazıyor gibiydi belirli bir sırası yoktu. Sanki bilinç akışı tekniğini uyguluyordu. Yüksek ihtimalle kendi bile ne yaptığının farkında değildi. Agah’ın tek gayesi paylaşmaktı. Sayfalar ilerledikçe tanımaya başlıyordu. Düşüncelerini, hislerini öğreniyordu. İlk yılı bitirmişti ama koleksiyon hakkında çok az bilgiye yer vermişti. İlk yılda hayatını kuş bakışı görüyordu. Sonraki yıla geçti. Saatlerdir gizli odadaydı. Sonraki yılda yavaş yavaş Agah itiraf etmeye başlıyordu. Öncesinde parçaya kendi hasar verdiği için, zayıflığını kapatmak adına parçaları değiştirdiğini itiraf etmişti. Sonrasında haftalarca anlaşılır korkusuyla çok kötü hissetmişti. Aylar geçmişti ve saatin sahibi bunu hiç fark etmemişti. Sonra zihnine bir düşünce Zahir yerleşmişti. Diğerlerine de aynısını yapabilir miydi? Bir müşterisinin saatinin parçalarını da değiştirmişti. Sonra bir tanesini daha. Hiç kimse hiçbir şey fark etmiyordu. İlk başlarda sadece parçaları değiştiriyordu. Parçaları birleştirerek farklı saatler yapmak sonradan aklına gelmişti. Ve bu şekilde koleksiyonun başlamasına sebep olmuştu. Farşid sırayla diğer kitaba geçiyordu. Ve hepsinde bütün hikayenin parçalarını birleştiriyordu. Agah’ın bu koleksiyona duyduğu sevgiyi hissediyor. Suçluluk duygusunun ağırlığından o da Agah gibi kamburlaşıyordu. Fakat her ne kadar tamamıyla suçluluk duygusuna engel olamasa da bu koleksiyonun oluşturulmasının, korunmasının, büyümesinin önemi Farşid için de Agah için de suçluluk duygusundan daha ağır basıyordu. Okudukça gerçekten aynı hayatı yaşadıklarını ne kadar çok para kazansalar da parayı kullanırken aldıkları keyif koleksiyon için uğraşırken aldıkları keyiften daha azdı. Bu yüzden kendilerine mahkum olmak zorundaydılar. Sayfalar ilerledikçe Agah tek başına kalmanın ne kadar büyük acı verdiğini anlatıyordu. Özellikle son yılı yani Farşid’le tanıştığı yılı okurken hislerin yoğunluğu Agah’ın kalemine yansımıştı. O kadar iyi ifade ediyordu ki hislerini Farşid’in de bedeninde bu hisleri yaşamasına sebep oluyordu. Son yıla kadar yazılan her şeyi Farşid’de yaşamıştı. Ama bu son yılda ifade edilenleri henüz yaşamamıştı. Agah sakladığı sırrı başkalarına anlatmaya çalışmış ama ima bile etse yargılanmıştı . Çünkü artık kağıtlara yazmak yetmiyordu. Bir ses bir tını olsun istiyordu. O kadar çok tek başına kalmıştı ki artık herhangi biri olsa onu rahatsız edecekmiş gibiydi. Hem yaşadıkları hem de alışkanlıkları yüzünden tek başına kalmaktan başka çaresi yoktu. Son yılında kendi kendine olan konuşmalarını yazmıştı . Zihninde farklı bir ben yaratmış ve onunla sohbet etmişti. Kendi dışında kimseyle konuşamayışı benliğinin ikiye bölünmesine sebep olmuştu. Farşid okumaya devam ettikçe şaşkınlığı artıyordu. Acaba bu koleksiyona olan tutkusu onun sonunda Agah gibi olmasına sebep olacak mıydı? Okumaya devam ediyordu. Son kitabın bitmesine az kalmıştı. Bu duygu geçişleri yaşadığı hislerin benzerliği Farşid’i hem çok korkutmuş hem de çok yormuştu. Biraz ara verdi. Normalde sigara içmezdi. Ama o gün içti. Düşündü. Öğrenme arzusu yüzünden molayı çok fazla uzatmadı. Okumaya devam etti. Son sayfayı okuduğunda Agah’ın dükkanı terk ettiği gün kendini öldürmeye gittiğini öğrendi. Bu şekilde yaşamaya artık dayanamamış ve sonunu getirmişti. Farşid bu yaşadığı birkaç gün süren okuma eylemlerinden sonra kendini o kadar yıpranmış hissediyordu ki yaklaşık 15 saat uyudu. Ya da durumu kabullenemediği için zihninden uykusunda saklanıyordu. Uyandı her şeyi net bir şekilde hatırlaması birkaç saniyesini aldı. Sonra düşündü. Eğer hayatına bu şekilde devam ederse sonu Agah gibi olacaktı. Önce koleksiyonundan aldığı hazla Zahir başı dönecek sonra yalnızlıktan zihni ikiye bölünecek ve en sonunda ise bu yaşadıklarına dayanamayıp hayatına son verecekti. Agah’ın yazdıklarının son birkaç yıldaki kısımları hariç neredeyse hepsini yaşamış, aynı şeyleri düşünmüştü. Agahla aynı sona sahip olma düşüncesi Farşid’i yerle bir etmişti. Bir şey yapmalıydı. Koleksiyonundan vazgeçmeliydi. Hepsini birine vermeyi düşündü. Ama bir şekilde dayanamayıp geri almanın yolunu bulabilirdi. Kendini adalete teslim edebilirdi. Bu sefer hayatının geri kalan kısmında özgürlüğünden olurdu. Saatleri teker teker insanlara hediye etmeyi planladı. Bu seferde parçaları toplamasının yıllarını alması gibi saatleri toplamak gibi bir rehavete kapılıp sonraki yıllarını kaybedebilirdi. Aklına bir fikir geldi. Her bir saati parçalarına ayırarak envanterde bulunan kişilerin adresine göndermeyi düşündü. En güvenli yol buydu. Hem oluşturmak için uğraştığı aynı yıla ve insanlara ulaşma şansı olmayacaktı. Hem de insanların haberi olmadan aldığı parçaları sahiplerine geri vermiş olacaktı. Parça olarak geri alacakları için kimsenin aklına bir koleksiyon oluşmuş olma ihtimalide gelmezdi. Çok sevmişti bu fikri. Hemen işe koyuldu. Parçaları aldıkları kişilere yollaması da aylar sürdü. Sonunda elinde bulunan son parçayı da envanterinin ilk sırasındaki adrese gönderdi. Farşid yaşamasına engel olma ihtimali olan tutkusundan bu şekilde vazgeçebilmişti. Paltosunu aldı. Bir daha dönememek üzere yıllarının geçtiği saatçi dükkanı terk etti.