Herkesin Evlendiği Gün/Elif Nur Ateş

20 Aralık perşembe, yılbaşına 11 gün var.  Eski Fransız yetimhanelerini andıran bu yurtta, 1 güne dahi  tahammülüm kalmadı. Yılbaşı gelmeden hem bu soğuk betonarmeyi, hem de ülkeyi terk edeceğim. Dün Kumru’yla bir panayıra gittik. Piyango bileti satan, falcı kılıklı o kadını görene dek her şey çok sıkıcı gidiyordu. Rastalı bembeyaz saçları, dışardan bakıldığında formu anlaşılmayan tuhaf kıyafetleriyle, bundan 400 sene önce yaşamış olsaydı cadı diyerek yakılacağından emin olduğum bir görünüşü vardı. Piyango biletlerini ise, diğerleri gibi deste şeklinde elinde tutmuyordu. Üzerinde göz şeklinde kabartmaların olduğu( tam da kendisinden beklenir ürkünçlükte) siyah bir kutuda tutuyordu. Yanına gidip bilet almak istediğimi söyledim. Önce beni görmezden geldi, ardından ağır ağır oturduğu sandalyeden doğruldu ve elimi kutunun üzerine koydu. O an kararımdan pişman oldum, bunca oküliktik şey canımı sıkmıştı. İşte şimdi benimle ilgili bir kehanette bulunacak derken, elimi kutudan çekti ve kendisi kutunun içinden bir bileti seçip bana verdi. Ne olduğunu anlamadan ama sıkıldığımdan pek de sorgulamadan parasını verip, hiçbir şey demeden oradan ayrıldım. Takı standının önünde bıraktığım Kumru’nun yanına geri döndüm ve olanları anlattım. Hayatından son derece sıkılmış olan herkesin vereceği bir tepkiyi vererek ‘’Sanya, beni o kadına götür, ben de bilet almak istiyorum.’’ dedi. Biraz oyalanacağımı söyleyerek kadının olduğu yeri işaret edip, gelmeyeceğimi söyledim. Yaklaşık 10 dakika sonra, suratı bembeyaz halde geri döndü. Kadın bana değil ama, Kumru’ya bir kehanette bulunmuştu.                 ’’ Senin hayatında büyük bir değişim var. Bu değişim, seni oldukça zorlayacak ama sonunda seni mutlu edecek. Biletindeki numaralar, senin şansın ile doğru orantılı ve senin hayatındaki bu değişimde sana yardımcı olacak’’ Buna bu denli şaşırmasının manasız olduğunu, herhangi bir falcı kılıklının sıradan kehanetleri olduğunu söyledim. Yine de, sadece bunları söylemediğine dair bir şüphe duydum, bu kadar şaşırmasının altında başka bir şey vardı. Fakat üstelemedim, yurda geri döndük. Yurtta Kumru’dan sonra tek arkadaşım Leman ablaydı. Hayatı boyunca gezmek isteyip, şehir bile değiştirememişti. O yüzden çok ortak noktamız vardı. Beraber, gezmek istediğimiz ülkelerin hayallerini birbirimize anlatırdık- odaya temizliğe geldiği kısa aralarda-.  Elimizin altında internet yokmuşcasına, sokaklarını hayal ederdik her ülkenin. Görmemek ve hayal etmek en iyisiydi. Ona, aldığımız piyango biletinden bahsettim. Anlamadığım biçimde çok heyecanlandı. Piyangonun bize çıkması halinde neler yapacağımızı konuşmaya başladık. Ben, gemiyle önce Bulgaristan’a, oradan da Belarus’a geçmek istediğimi söyledim. Belarus’un bende hiçbir değeri, merak uyandırıcı yanı yok üstelik. Kumru da, bizi duyup sohbete katıldı. O da Avrupa’ya gitmek istediğinden bahsetti. Genel olarak Kuzey Avrupa’yı gezmek istiyordu. Hepimiz gri yerlere gitmek istiyorduk belli ki. Halbuki sorsanız, hepimizin amacı bu soğuk ve gri betonlardan kurtulmaktı.


31 Aralık pazartesi, piyango bugün açıklanıyor. En son bileti aldığımız gün Leman ablayla konuştuklarımız kaldı. O günden beri konusu açılmadı. Herkes yılın son gününü konuşuyor. Benim için neredeyse hiçbir anlamı yok takvimdeki herhangi bir günün. Ama, piyangonun çıkması halinde bambaşka bir yola gireceğimi hissediyorum. Fakat kim piyangonun çıkması ihtimalini düşünüp plan yapar ki, hiç kimse, ben de o yüzden askıda bıraktığım Belarus hayaliyle, diğerlerine ayak uydurup yeni yıla geri sayıyorum. Akşam yemeği sonrası, Kumru ve birkaç arkadaş, gün batımını izlemeye Kavacık Parkı’na gidiyoruz. Deniz, karanlığa karışıyor. Başka hayatları konuşuyoruz. Ben, birinin eski bir videosunu gördüğümde o günden bugüne on yılları nasıl yaşadığını merak ettiğimi söylüyorum. Bir insan on yıllarla ne yapar, nasıl yaşanır, neyle doldurulur bilmiyorum. Bundan daha boğucu bir düşünce yok, ama kimse korkmuyor zamanın uzunluğundan. Birileri çoktan yer bulmuş. Bir süre iyice kararmış gökyüzünü ve boğazı izliyoruz. Saat iyice ilerliyor. O ana kadar unuttuğumuz piyango sonuçları geliyor aklımıza, aceleyle numaraları kontrol ediyoruz. Beklenmedik bir beklenti gerçek olmuş, büyük ikramiye değil fakat hayatlarımızı değiştirmemize yetecek bir para çıkmış, hem Kumru’ya hem bana. Bundan sonrası, geri döndürülemeyecek.


5 Ocak cumartesi, bugün yola çıkıyoruz. Her şey çok hızlı gelişti. Önce yurttan çıkıp bir otele yerleştik. Ardından, Kumruyla beraber paraları çektik. Banka işleri beklenenden kısa sürdü. Plan yapmamıştık, evet. Ama süreci hızlandıran Leman ablayla kurduğumuz hayallerdi. Ben, daha önce de düşündüğüm gibi, önce gemiyle Romanya’ya geçecektim. Ardından otobüsle Belarus. Kumru da benimle önce Romanya’ya gelecekti, ardından Polonya. İkimiz de gerisini düşünmemiştik. Tek bir şey istiyorduk: gitmek. Leman ablaya benimle gelmesini teklif ettim. Fakat çeşitli bahanelerle reddetti. Ona kızamam, fakat bu sayede aslında zorunda bırakıldığımızı sandığımız şeylerin tercih olduğunu anladım. Limana geldiğimizde, arkada hiçbir şey bırakmamış olmanın hissettirdiği hafiflikle son kez karaya baktık.


6 Ocak pazar sabaha karşı, gemideyiz. Hava yağmurlu, her an fırtına çıkacakmış gibi. Kamaramız boğucu. Kumru uyuyor. Ben dışarıyı izliyorum. Heyecanlı olmam gerekiyor, fakat ben bu yeni hayattan şimdiden sıkıldım. Bir planın ertesine başka bir plan koyabilir miyim bilmiyorum.

6 Ocak sabahı, Kumruyla vedalaşıyoruz. İçimde anlamadığım kötücül bir his var, sımsıkı sarılıyorum. Gittiğimiz her yerden birbirimize kartpostal atacağımızın sözünü veriyoruz, eski ama yok olmaması gereken gelenek. Ayrı otobüslere binip yola çıkıyoruz.
14 Ocak, Belarustayım. Geleli yaklaşık 1 hafta oldu. Buradaki her şey çok soğuk. Sokaklar, insanlar, hava. Müzelere gidiyorum, saatlerce çıkmıyorum. Kafelerde oturuyorum, anlamasam da yan masalardan gelen Rusça sohbetleri dinliyorum. Otelde değil hostellerde kalıyorum. Kalabalığa karışıyorum, yine de hiçbirine çarpmadan yürüyorum aralarında.
Bir kilisenin önündeyim, içeride bir evlilik töreni var, dışarıda da kendi törenlerini bekleyen onlarca gelin damat var. Biraz durup onları inceliyorum. Tam oradan ayrılıp, başka bir sokağa dalacağım sırada, Six Feet Under’da gördüğüme benzer bir cenaze arabası kilisenin önünde duruyor. Merak edip tabutu indirmelerini bekliyorum. 4 kişi, 4 yandan tutarak tabutu indiriyor. Kapağının kapalı olacağını sanıyorum, fakat açık olduğunu görüyorum. Tabutta yatan, takım elbiseli, gözleri açık ve Frankenstein’a tıpatıp benzeyen  bir adam. Her şeyi o an kavrıyorum, herkesin evlendiği gün ve tabutta Frankenstein

 Gülümseyerek başka bir sokağa yöneliyorum.





Loading

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
2001 yılında Mersin’de doğdum. İlkokuldan beri öykü, liseden beri de denemeler yazıyorum. Ankara Üniversitesi’nde mühendislik eğitimime devam etmekteyim.
Yazı oluşturuldu 2

Bir yanıt yazın

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön