Bugün yataktan çıkmak hiç istemiyorum, iş günü olmayan ve hareketli geçeceği belli olan bir güne uyanmak cazibesini yitirdi benim için. Hızlı bir kahvaltı sonrası kızımı anneme bırakmam gerek, arkadaşlarımla buluşup dedikodu yapacağız. Bunun yerine bütün gün koltukta et yığını gibi uzanmayı tercih ederim. Ama hayat bana tercihlerimi sormuyor. Aslında soruyor, geçmişte sordu, seçim de yaptım, sadece şu an yaşadığım hayatın ‘seçimini değiştir butonu’ yok, seçimlerime mahkumum.
“32 yaşında evli çocuklu çalışan bir kadın macera aramamalı” der annem. Şu saatten sonra gerçek bir neden yokken, gerçek neden düzenli dayak yemek olabilirmiş, aile düzeni bozulmazmış. Annem “Ne sanıyorsun sen hayatı?” diye sorduğundan beri iyice kitlenmiş durumdayım. Hayatı ne sandığım ile ilgili en ufacık bir fikrim yok. Tanım yapmak için zorlasam kendimi, hayatı bir çukura benzetebilirim, üstü açık bir çukurda yaşamayı kabullenmektir hayat.
Annem haklı galiba o kadar da vahim değil durumum baksana üstü açık çukur dedim çıkış yolu var, başımı kaldırırsam gökyüzünü görebilirim. İyi de gökyüzünü görmek için başını kaldırmaya halin yoksa, o zaman ne olacak?
Şu an benim yataktan çıkmaya halim yok buna eminim, gene de çıkacağım tabi. Yorganı üzerimden sıyırabilirsem gerisi gelir. 1-2-3 güle güle yorgan… soğukmuş, bu saatte ne bu karanlık, yağmur yağıyor ondanmış, kızım uyuyor hala o uyanmadan kendime gelmeliyim.
Bu evin en büyük kusuru banyo çok uzak, koridorun sonunda giriş kapısının yanında banyo mu olur? Sabah sabah yürütüyorlar beni, sürünerek yol alamamak çok saçma, yatay vaziyette bir sürüngen gibi ilerlemek mümkün olmalıydı. Zor oldu ama banyoya ulaştım. Dünyanın en ağır işini yapıyormuş gibi hallerim ne zaman son bulacak? Günün her dakkası kafamın içinde dolaşana deli saçması düşünceler bile ortalarda yok. Ortadaki benim. Benim bedenim. Merhaba bedenim.
Suyu ılıtmak için musluğu açmış beklerken aklımı kaçırmış olabileceğimle ilgili kesin kanıtlarım da oluştu. Aynadaki görüntüm bana “sen kimsin?” dedi. Bunu ben demedim ama gördüm ve duydum, o halde ben demiş olmalıyım, lakin banyoda sadece ben varım ancak böyle bir şey söylemediğime eminim. Kim söyledi bunu bir mucize mi oldu bilemiyorum. Bildiğim aynaya baktığımda baston yutmuş gibi dimdik duran, soluk benizli, bana birebir benzeyen biri “sen kimsin?” dedi. Dudaklarındaki hareketi çok net gördüm. Nasıl bir soruydu bu? Kızarak mı söyledi, hayır kızgın değildi, şirince şaka yaparak mı söyledi? Hayır,,, Ciddi miydi? Üzgün mü? Şımarık mı? Mutlu olmadığına eminim ama ayıplar gibi miydi? Hayır hiçbiri değil, gerçek miydi? O bile belli değil.
O benim iç gerçekliğim herhalde, iç gerçeklik aynada görünmez ki, tamam tamam bu deja vu, daha önce yaşadım bunu hissi değil miydi o? Bu da değil… aklımı yitiriyorum, bu delilik…
Eğer ben sorduysam bu soruyu, kendimi tanıyamamış olmama içerliyorum. Bu noktaya nasıl geldim? Delirmediğim için her aklı başında insanın yapacağı gibi böyle bir şey hiç yaşanmamış gibi davranacağım.
Yüzünü yıka, dişini fırçala, makyaj yap, allık, ruj, kapatıcı sür, saçını tara yeter. Ruju kırmızı süreyim, allığı da biraz daha fazla belirginleştireyim, çok abartmasam daha iyi bu surat boya tutmaz gerçek beni saklamaz sanırım. Siyah pantolon, siyah buluz işte hazırım.
Hayda… evden çıkarken, içinde ben olmayan kıyafetlerimi gördüm yerde, içi boş öylece duruyorlardı. Bu bir imajdı gerçek değildi, yani sabah ki gibi gerçek hissi vermedi, niye böyle bir şey geliyor gözümün önüne. Kıyafetlerim yerde ise ben tüm çıplaklığımla nerdeyim? Ne garip şeyler düşünür oldum.
Nihayet buluşacağımız kafedeyim, ilk ben geldim. Mekanın en uç noktasındaki masaya ulaşmak için uzun, upuzun bir yol daha yürüdüm. Bana gösterilen yere öylece oturdum. Beklemek bu aralar en iyi yaptığım şey, yeter ki biri benden bir şey istemesin. Tam bunu düşünürken garson geldi “Hoşgeldiniz arkadaşlarınızı beklerken sıcak bir şey içer misiniz? Malum bugün tam şömine başında sıcak içecek günü. Ne alırsınız?” dedi. Bu ne enerji? alt tarafı garsonsun yani, işinde ilk günü mü acaba? Belki de mekanın işletmecisinin oğludur ve en alt seviyeden işi öğrenmeye başlamıştır. Neden sipariş alırken bu kadar pozitif olsun ki? Ama ben hiç uğraşamıycam “ıhlamur istiyorum” deyip uzaklaştırıyorum onu. Kalın perdenin arkasından sızan ve rahatsız eden güneş geldi aklıma, garsonun bendeki imajı bu. Perdeyi sıkıca kapatıyorum, kaybol güneş.
Şömine de varmış gerçekten, bir de odun sobası var, pencereler çok büyük boydan boya, çok soğuk oluyordur burası. Yağmurda nasıl yağıyor maşallah gök delindi resmen. Şömine, bol yastıklı yumuşacık ev tipi koltuk, ıhlamur , iyilik timsali garson, yağmur… üstüme gelmeyin, bende herhangi birinde kolayca oluşturacağınız etkiyi oluşturamazsınız. Huzur bu aralar benim için kusur kalsın.
Pelin geldi şükürler olsun, öyle çok anlatmak istediğim şey var ki, o beni anlayabilir. Herkes toplaşmadan biraz içimi döksem. “Deliriyorum” Pelin desem.
Pelin benden daha dertli geldi. Sabah kocasıyla tartışmış. Her evde huzursuzluk var. Annem çok haklı. Baksana Pelin’nin kocasının yaptıklarına. Sıra onda olmasına rağmen çocuğu uyutmamış üstelik tv. de izlediği bir program da yokmuş, boşu boşuna Pelin en sevdiği diziyi kaçırmış. Yetmiyormuş gibi sabah da kalkıp Pelin’nin gönlünü almak istemiş, “sen çok iyi bir annesin” demiş, yani alt metinde diyormuş ki, sen çok iyi bir annesin bu gibi uyutma işlerini de sen yapmalısın. Pelin daha da sinirlenmiş. Nutkum tutuldu ne diyeceğimi bilemedim, “amannn bu mu sorun” desem, “evet sorun bu” diyecek beni ikna etmek için kıl tüy sorunlardan örnekler verecek. Gerçek bir evlilikteki, evliliğin tadı tuzu kıvamındaki tartışma örneklerini dinlemeye kapalıyım. Hevesim kaçtı, anlatmak istediğim şeyleri anlatmamaya karar verdim. Benim sorunum onunkini döver. Yani işin içinde yalan, duyarsızlık, aşırı cimrilik gibi detaylar olmalı ki gerçekten sorun var diyeyim. Kocan habersiz eve gelmese mesela, aradığında ulaşılamasa buna rağmen şüpheci tavırları olsa ve kendine hep yalan söyleniyormuşcasına kontrol etme huyu olsa ve en önemlisi konuşmaya çalışınca da abartıyorsun bu söylediklerinin kanıtı yok dese, nede olsa hiçbir yere gidemezsin ukalalığıyla, bu hayat çocuklu kadınlar için çok zorlaştırılmıştır tehdidi ile burun buruna yaşasan her saniye… şuracık da iki laf arası neler düşündüm gene… Suat ve onunla yaşadığım sorunlar düşün yakamdan, en azından burada rahat bırakın beni… Bu gibi sorunların kötü yanı soyut düzlemde yer almaları. Bakış açısına göre değişir yani. Dört duvar arasında yaşanan dışarıya yansımayan sorunlar sorundan sayılmıyor. Somut şeyler istiyor halk. Allah korusun! şu an yaşadıklarımla baş edemezken somut kallavi sorunlarla nasıl baş ederim?
Neyse sıra bana geldi,
“Sen neler yapıyorsun?” dedi Pelin. Suat buralarda mı?
“Suat dün gece trenle Eskişehir’e gitti, boşanmazsak iyidir” dedim
“Boşanmak mı, yok canım kolay mı öyle, çocuk da var” dedi.
İçinde yaşadığım çukurun üstü de kapanacak gibi görünüyor. Kıyafetlerimi de çıkarmıştım son gündüz düşümde, yoksa çukurda mıyım? Hızlıca üstüme baktım giyiniğim neyse ki.
Gözde ile Ayşe aynı anda geldiler, sarılmak için ayağa kalkarken, kustuğumu hayal ettim. Son günlerde tekrar eden bir durum bu, alakasız zamanlarda genelde oturduğum yerden kalkarken içimdekileri dışarı çıkarttığımı görüyorum. Bunu yapan sabah aynada bana “sen kimsin?” diyen. İyi biri mi acaba?
Dört kız havadan sudan, işlerden konuşup duruyoruz. Daha doğrusu onlar konuşuyor ben orda değilim, araftayım resmen. Arkadaşlarımın özel hayatlarına ilişkin paylaşımları dikkatimi dağıtıyor sıklıkla garip düşler görüyorum. Gözde diyor ki, “eve ne kadar doğalgaz faturası geliyor ben bilmem”, benim çukurda derinlik biraz daha artıyor. Ayşe diyor ki “5 yıl daha bu tempoda çalışırım sonrasında yarı zamanlı bir iş bakacağım”, ben kıyafetlerimin yanına kırmızı rujumu da bırakıyorum.
Neşeli garsonun masada ters giden her detayı gelip düzeltmesi de cabası, bir an önce evime koltuğuma gitmek istiyorum. Kendi çöplüğümde ölümü bekleyeceğim.
Çaylar kahveler pastalar birbiri ardına devrilirken, koyu muhabbettin ortasında öylesine bir gök gürüldedi ki tüm bakışlar dışarıya yöneldi. Gök gürültüsünden emin olunca herkes yaptığı işe geri döndü, ben hariç. Yanındaki kadına sıkıca sarılmış (yağmurdan korumak için) Suat’a birebir benzeyen adama bakmaktan gözümü alamıyorum. “Benden bağımsız hareket eden öteki ben donup kaldı bakıyor, asıl ben görmemiş gibi yapıp sohbete döndüm” diye hayal edebilmek istedim. Ancak ben, asıl ben, en gerçek ve samimi halimle ben, kocam olduğu çok net belli olan adama bakıyorum. Yağmurdan kaçıp bizim kafeye girdiler, Suat’ın eli kadının elinin içinden geçiyordu, benim elimi hiç böyle tutmazdı.
Çok sürmedi masadakiler de fark etti Suat’ı ve yanındaki kadını, aralarındaki arkadaşlığın sınırını aşan fiziksel yakın teması. Birkaç saniyeliğine duran zaman deklanşör sesi ile ilerlemeye başladı. Ayşe fotoğraflarını çekmişti. Gözde rezalet, çok üzgünüm Selincim derken, Pelin ayağa kalkıp oturuyor yazı tahtasındaki müstehcen bir resmi silmeye çalışırcasına hareketler yapıyordu. Bense öylece duruyorum, ne düşünüyorum, ne hissediyorum belli değil. Ama durgunluğum arkadaşlarıma acı veriyor anlıyorum, mahvolmuş şekilde bakıyorlar bana. Benim hareketsizliğimi içimde kopan fırtınaya bağlıyorlar zannımca. Nasılsa ağlamaya başladım. Atmadığına emin olduğum kalbim küt küt atmaya başladı, gözümden inen yaşlara kıyamayan garson bana peçete getirdi. Garsonun bana uzattığı peçeteyi alıp, tüm hücrelerimle ona teşekkür ettim, tek teşekkür yetmedi bana bir daha, bir daha teşekkür ettim.
Bu sırada beni fark eden Suat geldi, yanımda ayakta durduğunu algıladığımda bana ne söyleyeceğini merak etmedim, ne söylemesini istediğimi düşünmedim. Benim için gitme zamanı gelmişti.
Ayağa kalktım kapıya doğru yürümeye başladım, ben bu yürüyüşün her anından zevk almaya niyetliyim. İkinci adımımda dekoratif aynada gördüm kendimi, benimle eş zamanda hareket eden kendimle göz göze geldim, kıpkırmızı yanaklarımı, iyice açılmış gözlerimi, durdurmaya çalıştığım titrek dudaklarımı gördüm. Tam o anda kara bulutların ardındaki güneş ortaya çıktı, yolum güneş ışığı ile aydınlandı, bedenim sıcacık sarmalandı. Güneşle beraber az önce görünmeyen tozlar dikkatimi çekti. Odun sobasının külleri olduğunu tahmin ettiğim tozlar ben adım attıkça yükseldiler. Daha da çok toz yükselsin istiyorum, her adımımda daha güçlü bastım ayağımı, uçuşan tozlar eşliğinde gün ışığı ile yol alırken her toz tanesinin sesini duydum, şarkı söylüyorlardı… her notasını tek tek duydum… yerden sevinçler, kederler, gururlar, hüzünler, sevgiler, öfkeler yükselmeye başladı, tüm gücümle en derin nefesimi aldım içime çektim… koşuşan tozların renklerini gördüm… maviydiler, kırmızıydılar, sarı, gri, yeşildiler, turuncuydular, mordular, biri kızımın saçının siyahıydı, kar beyazı, kestane kahverengisinin ardından en sevdiğim elbisemin toz pembesini gördüm… ayağımı zemine sürterek bir adım daha attım, bir toz öbeği geçti önümden yükseldi yükseldi… göç eden kuşların yolculuğuna eklendi.
Bilge Aygün