Ses / Ali Doğan

Bunaltıcı bir yaz günüydü.

Çocuk, kanepeye sırt üstü uzanmış odada uçak vınlamalarıyla dolanan erişkin bir karasineği izliyordu.

Karasinek, pek çok insan tarafından sevilmeyen, rahatsız edici bir böcek türüydü. Evin içine girip, saçma sapan yerlere konmasıyla nefret toplayan bu karasineklerin olayı neydi acaba?

“Kapı görevlileri! Sineğin odada kalmasını sağlayın.”

Kapı görevlileri mi? Ne saçmalık! 

Tıpkı diğer canlılar gibi barınma, yeme ve üreme amaçlı hareket ettikleri aşikardı. Ev ortamının ısısı dışarıya göre daha iyiydi; ne çok sıcak ne de soğuktu, rüzgar yoktu, güvenliydi. Ayrıca evde besin bulma imkanları da oldukça yüksekti. Mutfakta, tuvalette, döşemede mutlaka yiyecekleri bir şey bulabilirlerdi. 

Bazen sehpanın veya masanın üzerindeki şekerli bir damlaya değil de surata ve bacağa konuyorlar, “Hım nefis kokuyor, gidip şunu biraz tadayım” diye düşünüyorlardı. 

Çocuk açısından mutfak tezgahında rastladığı karıncaların üzerine büyük bir iştahla kolonya döküp onları yakmak, hayvanların trake, göz, bacak ve antenlerinden anlık çıkan zayıf çıtırtıyı dinlemek zevkliydi. 

Sinek yakalamak nispeten zordu ve bir sineği  yakalayınca ilk önce kanatlarını koparıp bir süre hayvanın tepkisini ölçtükten sonra – genellikle böcek can vermeden önce ön bacaklarını birkaç kez oynatırdı – onu ezerdi.   

Herhangi bir örümceği gördüğü yerde ise ayağıyla üzerine basar, ayağıyla ulaşamayacağı uzak köşelere ise oda parfümü sıkar, örümceğin kuruyup yapıştığı yerden düşmesini beklerdi.

“Burada çok yavaş olmalısın, avına sinsice yaklaşan bir yırtıcı gibi, anlarsın ya!” 

Neydi kendisini yönlendiren bu ses? 

Sineğin nihayet odadaki tek vazonun üzerine konmasıyla yavaşça ayaklandı çocuk. 

İçindeki çiçekler yapmaydı ama sineğin rengarenk çiçeklerin vadettiği cezbedici özlere tav olmuş olabileceğini düşündü çocuk. 

Belki de yalnızca biraz soluklanabileceği, üzerinde özgürce gezinip uygun bulduğu bir yaprağa pisleyebileceği bir buketti aradığı. 

“Yavaş, daha yavaş, evet…” 

Çocuk orta sehpanın merkezindeki, hemen altında bir tarafı alt üst olmuş yağ lekeli oval bir dantel işi olan buzlu cam vazoya doğru henüz bir iki adım atmıştı ki, sinek yeniden  havalandı ve odadaki artistik manevralarına kaldığı yerden devam etti. Şimdi de sanki nispet yapar gibi çocuğun ulaşamayacağı yükseklikte avizenin etrafında salınıyordu. Çocuk sineğin eğer dile gelip konuşabilseydi şu an “Beni yakalayabileceğini mi sandın aptal!” diyeceğinden adı kadar emindi. Oldukça iriydi ve böylelerinin yaşam deneyiminin fazla olduğunun, dolayısıyla tecrübesinin kaçma konusunda onu diğerlerine nazaran başarılı kıldığının farkındaydı. 

Gerisingeri yerine uzandı çocuk. 

” Kes kes kes! Olmadı, burayı tekrar alalım. Başarısız bir deneyimin ifadesini yüzüne yansıtmalısın.” 

Asabı bozularak gerisingeri yerine uzandı çocuk. 

“Bravo.” 

Avuçlarını ensesinde birleştirdi, bacaklarını da rahat edeceği bir pozisyonda birbiri üstüne bindirdi. 

“Harika.”

Kadın muhtemelen dışarı çıkmak için süslendiği odaların birinden bağırdı. Pek tabii temizlik yapıyor da olabilirdi ama buna ihtimal tanımak, evrenin bir köşesinde ateş püsküren üç başlı ejderhaların yaşam bulduğuna inanmakla eşdeğerdi. 

Evi adeta bok götürüyordu; iki hafta öncesinin yemek kırıntıları halının aynı köşesinde, hepsi milim yer değiştirmeksizin öylece duruyor, bir şekilde koltuğun altına yuvarlanmış, bir tarafı karanlıkta kalan boş bir kola kutusunun gümüşi yanı da aynı kararlılıkla parlıyordu. 

“Dersin yok mu senin, kalk ödevini yap!”

Çocuk hafiften sırıtarak usta sineği izlemeyi sürdürdü. Öfke dolu da olsa annesi tarafından kendisine yönelen bir ilgi işaretiydi bu.  

“Allah’ın cezası…” 

“Uzaklara dal şimdi…” 

Uzaklara mı dalayım? Saçma sapan işler… 

Gizemli ses onu duymadı. 

Neden sonra fanustaki iki Japon balığını kola bardağının içine atıp yüzdürmeye çalıştığı günü anımsadı. Cansız bedenler çok geçmeden sıvının kaldırma kuvveti etkisiyle yüzeye fırlamıştı. 

Cesetleri tekrar, yemle doldurduğu fanusa bırakan çocuk annesinin karşılaştığı manzara karşısında 

delirmesini ummuş, kendisine “Geri zekalı! Çok fazla yem atmışsın.” ya da “Hiçbir şeyi hak etmiyorsun!” diye çıkışmasını istemişti. Ama bağırsakları patlamış, gözleri pörtlemiş, günden güne çürümeye yüz tutan balıklar fanusun içinde hala fark edilmeyi bekliyorlardı… 

Birkaç saniye önce dış kapı sertçe çınlayarak kapanmıştı… 

İnsanlar anlaşamazdı ve her zaman biri giderdi! 

Eski kocasıyla boşandığı günden beri şu kahve teklifi senin bu akşam yemeği benim gezip tozuyordu kadın. Özellikle son günlerde sürekli aktifti. Evi iyice boşlamıştı. Yeni biriyle görüşmeye başladığını düşünüyordu çocuk.  

Telefonla konuşurken duymuştu, “ayak bağı” diyordu kendisinden bahsederken.

“Keşke olmasaydı!” 

Az evvel perdenin üzerinde devinen akıllı sinek çocuğun görüş açısından çıkıp giderek silikleşen bir vızıltıyla odayı terk etti.

“Defolsun gitsin!” dedi çocuk.

Çocuk, “Hayret, bu defa müdahale etmedi” diye düşünürken araya girdi ses. 

“Bak, şöyle söyleyeceksin: Defolsun gitsin! 

Duygu ve ses uyumu önemli.” 

“Defolsun gitsin!” 

“Ha! Şimdi oldu.”

Beklenmedik bir çeviklikle aniden ayaklandı ve tek hamlede sicim sicim terleyen sıska bedenin yer yer ıslattığı ‘hip hop’ tarzı tişörtünü sıyırdı. Yalnızca erkeklere özgü olduğunu düşündüren bıçkın bir refleksle – iki el ile ensenin altından yakayı tutup önce sırt ve omuzları açıkta bırakacak şekilde – yapmıştı bunu. Sağ elinde sıkıca kavradığı tişörtü gelişigüzel kanepenin üzerine savurdu. 

“Gözlerindeki ateşi göster bize! Herkes korksun senden… Yürürken göğüs önde, kollarını arkaya doğru atıyorsun, içindeki baskın gücü serbest bırak!” 

Odadan çıktı, banyoya doğru kasılarak seğirtti. Yürürken omuzları arkada, kolları yanlara doğru hafif açık, karnı içerdeydi. 

“Karşında etten kemikten bir kedi duruyormuş gibi, canice vuruyorsun. Sadece gereğini yap, sertçe, gözler, evet, oyun…”

Koridorun diğer ucundan kendisini sevdirmek için çocuğa doğru oyuncu bir yürüyüşle yaklaşan kedinin gövdesine acımasızca bir tekme attı. 

Tam da sesin söylediği gibi… 

“Goool!” diye bağırdı çocuk. 

“Milli takım gol atmış gibi, sevinç çığlığı at ve asla mimikleri unutma.”

“GOOOL!” 

Kedi yan duvara tosladıktan sonra yalpalayarak odaların birine kaçtı.

“Burada oyunculuk yeteneğine ihtiyacım yok, çünkü sahiden kötü kokuyor…” 

Ardından banyoya giren çocuğun yüzü istemsizce, nesnel bir tepkiyle buruştu. Yaşamsal risk algılayan beyni bir tür “Kaç!” uyarısı vermişti. 

Lavabonun ve klozetin gider deliğinden ısrarla gelen kanalizasyon kokusu, kirli sepetine yetişkin bir insan boyu kadar yığılmış çamaşırlardan yayılan ağır koku ile karışıyordu. Bu tepkimede açığa çıkan son ürün, onu meydana getiren bileşenlerinde olmayan, doğada eşi benzerine rastlanmamış yepyeni tonlara sahipti. 

“Vücudunun üst tarafı zeminle paralel olacak şekilde eğiliyorsun, kamera alttan yüzünü odaklayacak. Neredeyse kusacağım!

Hazır, oyun…” 

Özel karışıma silikonlu bölümlerinde kahverengi ya da siyah lekeler oluşmuş duşakabinden katılan alt notaları yok saymaya çalışarak öne doğru doksan derecelik açıyla eğilen çocuk bir eline duş başlığını aldı ve aç-kapa musluğu sonuna kadar açtı. 

Başını suyun tazyikine bıraktı. 

Banyoya girmeden önce ciğerlerine çektiği oksijen tükenmişti ve bu ortamda alacağı tek bir nefesin onu zehirleyebileceğini düşünüyordu çocuk… 

“Tut nefesini, tut tut tut! 

Al havluyu çık dışarı…” 

Aceleyle musluğu kapattı ve kapının hemen  arkasına sabitlenmiş askılıktan, orasında burasında solgun lekeler bulunan, en azından kuru bir havlu kapıp can havliyle kendini dışarı attı. 

Aybars on dört yaşında, güzel bir yüzün ortasında kalkık bir burna sahip -burun kemerinde bir çukur, burun ucunda ise hafif bir yuvarlaklık vardı- bir ergendi ve anne babası uzun süredir ayrıydı. Anne ve babasının hiç görüşmemesi önceleri çok işine gelmişti aslında. Yapmak istediklerini birinden izin almış gibi, ikisinin de haberi olmadan yapabiliyor, onların birbirlerine olan kızgınlıklarını kullanarak istediklerini elde edebiliyordu. Artık babasıyla görüşmüyordu çocuk, babasından günlerce bir telefon beklediği, onunla buluşup keyifli vakitler geçirdiği zamanlar geride kalmıştı. Babasıyla en son konuştuğunda -birkaç ay önce- “Her ikinizden de nefret ediyorum!” deyip telefonu suratına kapatmıştı adamın.

“Kola giyilen gerçekçi dövme kullanacağız.” 

“O dövme gerçek!” 

Saçlarını kuruttuktan sonra odasına gitti, gardırobu aralayıp beyaz dikey şeritleri olan siyah bir tişört geçirdi üzerine. YouTube aboneleri, kanalını takip ettikleri kişilerin giyim tarzına önem verirdi. Aybars, nam-ı diğer “Hip hop force” kendine özgü giyinmeliydi. Sol el bileğinden dirseğine kadar yaptırdığı dev, eğimli karakterli “Today was a good day” dövmesi – “Today’ kelimesindeki  ‘o’ harfi hayranı olduğu şarkıcı ‘Ice Cube’ün kafasıydı- onu olduğundan daha gizemli ve karizmatik gösteriyordu. 

Ayrıca bugün takipçilerine çılgın bir sürprizi vardı… 

“Bu kısmı elinden geldiğince doğal oynamalısın, 

Asla sorun istemiyorum!” 

Çekmeceden sigara paketini aldı ve içinden tek dal çekip paketi komodinin üzerine fırlattı. Gencecik dudaklarının arasına sıkıştırdığı sigarayla birlikte mutfağa (çakmağa) doğru yürüdü. 

“İki parmağınla alıyorsun. Acemice, sigara parmaklarının arasında hafiften titresin hatta.”

Bana ne yapacağımı söylemeyi keser misin! 

Kısa bir an sağ eliyle sigarayı dudaklarının arasından çıkarıp yeterince gün ışığı almayan, loş koridora doğru seslendi. 

“Çağır hayvanını.”

“Badeem!” 

“İki saniye bekle.”

Sigarayı tekrar ağzına aldı ve mutfağa daldı. 

“Iyk! Mide bulandırıcı.”

Mutfak taşının üzeri her zamanki gibi leş gibiydi. İçinde meşrubat kalıntıları olan bardakların etrafını çevrelediği, günlerdir makineye atılmayı bekleyen, çocuğun içinde minik minik sarı kurtçukların gezdiğini tahmin ettiği çorba tenceresinden katlanılmaz bir koku yayılıyordu. Salça lekeli birkaç tabak ve çatalın bitişiğindeki kap ise Bademindi. Beklemiş kedi maması, çürümüş mercimek kokusu… Öğürmemek için kendini zor tutuyordu çocuk. 

“Sigaranı yak, gerçek bir sigara ve gerçek bir içici gibi.”

“Sigara içmeyi biliyorum.” 

Ocağın altındaki çekmeceden çakmağa ulaştı.  

Sigarasını harlarken bir an ocağın üzerini gördüğü için pişmandı çocuk. 

Bilincinde olduğu son üç saniyenin tanrı tarafından silinmesini arzuladı. Görüntü rüyalarına girecek kadar iğrençti. Buzdolabından atıştırmalık bir şeyler almak istedi ama açıkçası buna cesaret edemedi. Dolabı en son açtığında manzara iştah kesiciydi. 

“Tiksinç…” 

Nefesini tutarak mama kabını aldı ve bir süre suya tuttu. Raftan kedi mamasını indirdi. Taze mamayla doldurduğu kapla birlikte mutfağı terk etti. Odasına dönmeden önce boşluğa seslendi. 

“Nerdesin, gel hadi!” 

“Emrivaki seslen!” 

“BURAYA GEL!”

Çocuk taşıdığı mama kabını laptop kamerasının görüş açısına girecek şekilde yere bıraktı. Şimdi mama kabının arka çaprazında, üzerinde giyip çıkardığı iç içe girmiş bir sürü kıyafet bulunan yatağı duruyordu. Yatağın üzerinde asılı graffiti harfleriyle “Hip-hop” yazan posterin bir köşesi duvardan kurtulmuş aşağı sarkıyordu. Sonra bir oturdu mu saatlerce önünden ayrılmadığı, hatta bazı günler bu uğurda yemek saatlerini bile es geçtiği, laptopun başına geçti ve arama motoruna “It was a good day” yazdı. 

“Bu şarkıyı seviyorum.”

“Nihayet sinirimi hoplatmayacak bir şey söyledin.”

“Yardımcı olmaya çalışıyorum.” 

“Olma!” 

Bu şarkıyı tekrar tekrar yüksek sesle dinlemeden – kendi tabiri ile, günlük dozajını almadan- kendine gelmiyordu çocuk. Hemen sonra oturum açtı ve daha önce kendi platformuna yüklediği videoların beğeni ve tıklanma sayısını kontrol etti. En fazla tıklanmayı “Kanatsız sinek” adlı videosu almıştı.

“Bu video neden daha az izlenmiş acaba?” 

“Bilmiyorum.” 

“Umutsuzca ‘Kesinlikle izleyin!’ yazdığın için olabilir mi sence?” 

“Çok biliyorsun.” 

“Rica ederim.” 

“Oda parfümünü yiyen örümcek kurudu kaldı, kesinlikle izleyin!” beklediği ilgiyi toplamamıştı. 

Birkaç hafta önce yüklediği “Karıncaların sessiz çığlığı” adlı video şimdiden defalarca görüntülenmişti.

Bu bilgiyle eşleşen bakışlarına kaynağı bilinmeyen bir ışıltı yerleşirken ağzının bir kenarı yukarı doğru esnemişti çocuğun. 

“Bıçağı getir!” 

“Emir almaktan hoşlanmam.” 

“Et bıçağı işini görür.” 

“İşime karışma!” 

“Ocağın üzerindeki kapağı aç, en son oradaydı.” 

“Farkında mısın bilmiyorum ama burası benim evim.”

“İşte, orada!” 

Sohbet başlarken mutfaktan en son kimin ne zaman hangi amaçla kullandığını bilmediği et bıçağını getirmeye gitti. 

Kafasının içindeki bir ses bu akşamın her zamankinden farklı olacağını fısıldıyordu…

“Kediii.. kedicik!”

“Badem!” 

“Geliyor.” 

“Korkmuş görünüyor.” 

“Belki de onu bir futbol topu gibi teptiğin içindir, hı!” 

“Acıktın mı sen…” 

“Arkadaşlar merhaba!”

“Sürpriz ne lan”

“Koyduğumun çakma hiphopçısı” 

“Selam”

“Canlı yayın açtım”

“Sigarayı nereden buldun kanka asafsfa” 

“Sen nasıl bir kralsın ya!”

“Bro? Sürpriz?”

“İzlersiniz birazdan…” 

“Kedi ne alaka?😾 ” 

“Selam beyler” 

“Badem miydi adı?😻” 

“Evet, Badem-di.”

“Has. iktir!”

“Ne olur yapma, lütfen😿”

“Bıçağı var” 

“Şikayet edelim bunu” 

“..” 

*******

Kadın oturduğu binaya geldiğinde neredeyse gece yarısıydı. 

Kapı eşiğinde bir eliyle kol çantasındaki anahtarını ararken diğer eliyle kulağına dayadığı telefona konuşuyordu. 

“Bugün çok güzeldi.” dedi ve ekledi. 

“Seni arayacağım.” 

Aramayı sonlandırdıktan sonra kapıyı açtı kadın. Ayakkabılarını çıkardı, çantasını girişteki vestiyere astı.

Etraf oldukça sessiz ve karanlıktı. 

Badem ortalıkta görünmüyordu, muhtemelen serin bir köşeye kıvrılıp uyumuştu. Yatak odasına geçerken “Off! Çok sıcak” diye söylendi kadın. Tüm gün terden üzerine yapışan kaba kumaşları çıkardı ve tüysüz ince eşofmanlarını giydi. Çekmecedeki plastik kutudan bir tane ıslak mendil çıkarıp makyajını temizlemeye girişti. Hareketleri otomatikti. Yaklaşık üç ay önce internetten  tanıştığı, son iki aydır da sıklıkla görüştüğü adamı düşlüyordu. 

Adam kısa süre içinde onu ikna etmeyi başarmıştı.

“Çocuktan kurtul, ” diyordu. 

“Sadece sen ve ben!” 

İlk fırsatta Aybars’a açılacaktı. 

Mutlu olmak onun da hakkıydı.

“Yeni bir hayat kurmak istiyorum.” diyecekti ona.

“Başının çaresine bak!” 

Derken sessizlikte yankılanan hıçkırık sesleri duydu kadın. Aybars’ın ağlamasıydı bu. Yüzünü temizlemeyi bırakıp yatak odasından çıktı ve koridorun ışığını açtı. Sesin geldiği odaya doğru yavaşça yürüdü. Kapının önünde durdu. 

“Ağlıyor musun sen?” 

Cevap gelmedi. 

“Müsaitsen giriyorum.” 

Hıçkırdı çocuk.

Kapıyı araladı kadın. 

“O adamla görüşüyor, seni terk edecek! Sana kızarsa onu umursama.” 

Koridorun ışığıyla azda olsa aydınlanan oda alacakaranlıktı. 

Kadın içeri girer girmez avazı çıktığı kadar bağırdı. Çünkü ayağına dokunan şey tamamen kana bulanmış bir kedi kafasıydı… Kedinin diğer uzuvları ve iç organları halının üzerine rastgele dağılmıştı.

Çocuk ise tüm bu vahşetin ortasında bağdaş kurmuş ağlıyordu. 

SON

BİTERKEN

“Gerçekçi ağla, ığğğhhh, ağla ağla.”

Kafasındaki yönetmen konuşmaya devam ediyordu. 

“Ağlamayı kes, böyle olması gerekiyordu de. Ya da ne dersen de beni ilgilendirmez.”

“Bıçağı getir ve onu ortadan kaldır dedin!”  

“Ama kuşbaşı doğra demedim.” 

“Senin yüzünden oldu.”

“Senin yüzünden” diyordu çocuk hastalıklı bir ses tonuyla.

Olduğu yerde ileri geri sallanarak sayıklamaya devam ediyordu…

Loading

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
1986'da İzmir'de doğdu. Üniversite mezunu olup sınıf öğretmenliği yapmaktadır. Evli ve bir çocuk babasıdır. On yılı aşkın süredir şiir, roman ve öyküler yazıyor. Kitapları : Absürt Hikayeler /Nizamettin Nizamsız (takma ad) /deneysel öyküler (2020) Elektronik Devralış /Bilimkurgu/roman (2020) Aşka/şiir (2020) Uyumsuz Bir Bilincin İzdüşümü /Otobiyografi/ roman (2022) Fare Kapanı /öykü derlemesi (2023) Havuç Kafalar /öykü derlemesi (2024) Sonsuz düş /şiir (hazır dosya) Minik öyküler /öykü (tamamlanmamış dosya) Ödüller / Başarılar "Fare kapanı" adlı öyküsü 1.Yılmaz Sunucu öykü yarışmasında *birincilik ödülüne değer görüldü. (2022) Öykü, Kibele Kültür Sanat'ın hazırladığı "Sözcüklerin dansı" adlı öykü antolojisine alındı. "Kirpi" adlı öyküsü 8.YAZAK öykü yarışmasında mansiyon ödülü aldı. (2023) "Havuç" adlı öyküsü 9. YAZAK öykü yarışmasında *ikincilik ödülüne değer görüldü. (2024) "Ses" adlı öyküsü Myrina yayınları tarafından yayımlanan "Büyü Kutusu ve İnsan Çıkmazı" adlı derlemede yer aldı.(2023) "Komşum Edgar Allan Poe" adlı öyküsü "Luna yayınları" nın düzenlediği yarışmada 374 öykü arasında finalist listesine girdi.(2023) "Cumhur Dede" adlı öyküsü Cüneyne Dergisi 100. Yıl Cumhuriyet Seçkisi'nde yer aldı. (2023) Acemi ve Erik Ağacı dergilerinde yazdı.
Yazı oluşturuldu 64

Bir yanıt yazın

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön