Durup dururken, arzulu bir kızın ona karşı neler hissettiğimi öğrenmek istediği o akşamı hatırladım.
“Dudaklarımı öpmek istiyor musun?” diye sormuştu.
Kiraz dudaklara iştahla bakıp susmuştum.
“Bunu bilmek istiyorum.”
Eğer öyleyse harekete geçip hemen şimdi yememi istiyordu kirazlarını. Asla onlara lâyık olmadığımı düşünüyordum.
“Bir şey söyle!”
Şu yaşıma kadar gördüğüm en allı kirazlardı. Hayatımın en iyi anı olabilirdi. Cesaretim kıvrımlı bir tanrıça tarafından emilirken soluğum kesildi, kirazların görüntüsü boğazıma takılmıştı, yutkundum.
Âşıktım ona. “Sen diğerleri gibi değilsin…” gibi bir şeyler saçmaladım.
Asabı bozuldu.
“Eşcinsel olmana üzüldüm.” dedi.
Olmadığımı biliyordu, her neyse, pişmanlık dolu bir uzak geçmiş.
Yediğim kirazın bir de sapı olduğunu anladım evlenince. Kaç kez boşanmanın eşiğine geldik kim bilir… Yaşanmışlıklar, alışkanlıklar neyse de, kızım.
Son birkaç gündür yoğun bir yalnız kalma isteği kaplıyor içimi. Taze kiraz aşeriyorum. Yüzü, sesi, gülüşü aklımdan çıkmıyor. Telefonumda “Selim” adıyla kayıtlı. Birşeyleri bahane edip arıyorum onu. Daha önce karşıma çıkmalıydın, diye sitem ediyorum bazen Selim’e. Eşcinsel olmadığımdan emin, özledim seni, diyor arzulu Selim…
Eve girerken kiraz aldığımı söyledim. Tepki vermedi. Ya da verdi, karşılıktan sayılırsa, elektrik süpürgesine havada iki takla attırarak uzak odada kayboldu. Kızım görünmüyordu ortalıkta. Mutfağa geçip kirazları tezgâha bıraktıktan sonra balkona kaçtım. Süpürge sesi balkona kadar geliyordu. Gürültü tamamen kesilene kadar peş peşe sigara yaktım.
Kadınlar kedilere benzer, durağan cisimlere tepkisizdirler ama hareketli ve kendilerinden uzaklaşan şeyler onların dikkatini çeker…
Karım bendeki değişimi fark ediyor olmalıydı ki son zamanlarda suskunluğunu bozmuş, saygıyı hepten elden bırakmıştı.
Çakıl taşı olmayı bırakmış görünüyordum çünkü.
Karımın kötücül yanına meydan okuyordum âdeta.
Bugün olduğu gibi, bazı günler eve biraz geç geliyordum. Geçen gün yolu kasten uzattım mesela. Daha önceki gün bir yerde oturup kahve içtim. Eğer iş çıkışı kahve içip düşünmek istersem oraya gidiyordum. Bu akşam da kirazı bahane ettim. Kirazı severdi karım… Bense düşünmeyi.
Küçük kızımın balkon kapısından bana gülümsediğini fark edince ben de ona gülümsedim. Yüzünü ekşitti, ben de. Elindeki nesneyi bana verebilmek için sigaramın bitmesini beklerdi sabırla; bir şişe kapağı ya da herhangi bir nesne. İçeri geçince elindekini bana doğru uzattı, aldım. Tam da ihtiyacım olan şeydi : Ondan gelen herhangi bir şey. Teşekkür ederek bana sevgisini taşıyan minicik elleri öperken kokladım, kokladım, kokladım…
Epeydir birşeylerin ters gittiğini bilsemde bununla yüzleşmek beni derinden sarstı diyebilirim…
Karım elektrik süpürgesini yerine fırlattıktan sonra mutfağa daldı.
“NEREDE KALDIN?”
“Kiraz aldım.” dedim.
“*Canın cehenneme!”
“Sevdiğini düşünüyordum.”
“NEREDEYDİN?”
“Dudaklarına yazdığım şiiri hatırlıyor musun?”
“Şiirini *canın cehenneme!”
“Aşkın beyaz halini severim daha çok,
Beyaz sabun kokusunu teninde,
Papatyaları elinde…”
“Papatyanı *canın cehenneme!”
“Kırmızı ise aşkın şehvâni tarafı,
Biraz çıplaklık, biraz tutku
Kiraz dudaklar…”
“Beni aldatıyorsun değil mi *canın cehenneme!”
“Seviyorsun diye köşe bucak kiraz aradım. Mevsimi değil, birkaç yere uğradım, yoktu.
Neyse ki buldum sonunda…”
“YALAN SÖYLÜYORSUN!”
“Kızı korkutuyorsun.”
“Çok umurunda sanki! *canın cehenneme, bıktım senden, *canın cehenneme, kızımı da alıp gidece..”
Derken, “Gördüm.” dedim. Birden sustu.
İlk kez bu kadar korkmuş ve yabancı görünüyordu suratı.
“Kızım biraz önce, senin telefonunu getirdi bana.
İstemeden okudum mesajları.
Selma, özlemiş seni!
…”
Elimdeki telefonu hışımla çekip aldıktan sonra odaların birine kapattı kendini.
Kızımız ağlanarak beni çekiştiriyordu.
Kucakladım onu, boynunun kokusunu çektim içime, çektim, çektim…
SON