Yazarken, kalbimden uçuşan serçelerin
hangi dala konacağını bilmiyordum.
Gözlerimi ilk anneme açtığımdan olmalı, Leyla’m dır benim. Babamdan çaldım.
Babam, bize Mecnun’du.
Aşkı dünyaya sığmayanların mekanına göçerken, bakışındaki düğümü çözdüm.
Kirpiklerini her kırpışında, üzerine bir ilmek daha attığı düğümü. Bana kırgındı. Leyla’sı
bende kaldı.
Onu uğurlarken, fırtınaya tutulmuş küçük bir serçe gibi titriyordum. Alnından öptüm.
Dudağım üşüdü.
Sonra Ferhat ile Şirin’i, Aslı ile Kerem’i okurken saçlarım uzadı. Örgülerime renkli
tokalar lazım oldu. Dünyanın başka renkleri olduğunu gördüm… Renkleri tanıdım, tanıdıkça
sevdim.
O renklere öylesine boyandım ki, Cennet Kuşu’na döndüm. Uçtum. Uçtukça
renklendim. Renklendikçe uçtum. En güzel danslarımı, en yükseklerde yaptım.
Yetişebildiklerimi aşk, yetişemediklerimi hiç saydım.
Yanıldım, yoruldum, darıldım, kırıldım, ağladım da, yeşile duruldum. Uslandım.
Sevdikçe yeşili ev oldum, evli oldum. Anneleştim. Meğer, kara kaşlı bir oğlana
aşıkmışım… Haberim yoktu… Yazılmış!.. Benden önce olmuş…
Şimdi bir koca oğlanla bir küçük oğlanın sevdası, sevdalısı oldum. Leyla’m kıskanır.
Ve Mecnun’um bana yine kırgındır. Leyla’sından başkalarını da sevdim.
Ve gözyaşı… her halde sadece cennette olmayacak, öyle bildim.
Öyküyü şiir gibi ve kısa yazmak sevdiğim en güzel yöntemlerdendir. Sizde bu sitili gördüm ve sevdim. Tebrik ederim. Başarılar dilerim.
Teşekkürler kıymetli yorumlarınız için