KNİDOS’UN AĞITI/Cemal Nurkut UĞURELİ

   Yaz tatili için ailemle uzun bir yolculuğa çıkmıştık.  Babam arabanın direksiyonunda yılan gibi kıvrılan dağ  yollarından geçiyordu. Çam ağaçlarından akan  sincaplar, yol üstünde yaban eşekleri, arabanın  lastiğinden son anda kaçan tilkiler, havanın karardığı  anlarda arabanın lastiğinde ezilecekmiş gibi olan yaban domuzları hepsi  bu yolculuğumuza eşlik ediyordu. 

   Bense bu yol arkadaşlarımı izlemekten bazen yoruluyor bazen kıvrım kıvrım olan yolların arasında düşüncelere dalıp gidiyordum. Yollardaki işaretlere gözüm takıldıkça hınzırca gülümsüyordum çünkü bu görüntü çok küçükken kardeşimle büyük bir heyecanla kendimizden geçtiğimiz boyama kitaplarına benziyordu. Geyik çıkabilir, sola viraj, sağa viraj bakmakla kendimce oyuna döndürdüğüm trafik levhaları…Bu levhalar yolculuğuma ayrı bir oyun katıyordu.  Virajlar üst üste dönüldüğünde midem ağzıma geliyor ama yine de yer yer yeşil çam ormanlarının  arasından gözüken deniz beni kendime getiriyordu  Sonsuz bir uçurumun yanından geçen yolumuz  kayalıklardan düşecek gibi oluyor o sırada deniz bir  nokta gibi gözüküyordu. Bir yanda Ege bir yanda Akdeniz iki neşeli çocuk gibi bana sıcacık gülümsüyordu. 

Bu uzun ve yorucu yolculuğun sonunda iki yakasında ayrı denizlerin gülümsediği antik kent Knidos’taydık.  Babam:” İşte geldik, sanki cennet burası.” dedi .  Aşağılardan yukarıdaki yamaçlara baktıkça tarihin eski insanlarını görür gibi olduğunuz yeşil ve mavinin tüm tonlarının ahenkle dans ettiği ağustos böceklerinin en  güzel doğa senfonilerini bestelediği bir cennetti Knidos. 

  Dinlenmek için arabadan inip de yatların yanaştığı  iskelede biraz soluklanırken iki kişinin: 

-Yine mi kaçtı bu lan, tam saatinde mi gitmesi gerekiyor kardeşim sanki İstanbul tramvayı…  

-Ulan köy minibüsü ne çabuk gittin, demeleriyle irkildik. İki çalışan ellerinde kara bir çarşaf birbirlerine küfürleşerek konuşmaya başladılar. 

-Ulan it, o son şişeyi yutmasaydın şimdi köy minibüsü gitmemiş olacaktı. 

-Ben mi dedim sana beni bekle diye, gitseydin oğlum. -Neyse ben şuradan bir araba durdurur, giderim. 

Şarabı yutmakla suçladığı adamsa bir gölgeye oturarak babamdan sigarasına ateş istedi. Rüzgardan sönmesin diye iki eliyle beslediği zayıf ateşi, ipi andıran  ince dudaklarına götürerek sigarasını yaktı.  

Babam yumuşak bir sesle bu yatlarda mı çalışıyorsunuz, diyerek sohbet etmeye çalıştı.

-Evet şu yatı görüyor musun? İşte onda çalışıyoruz diyerek güneşten yanmış teni,  kırış kırış olmuş yüzüyle bakışlarını bize çevirdi. Saçları denizde kalmaktan tiftik keçisini andırıyor, eksik  dişleri ile babamın sorularına fıslayarak cevap  veriyordu. Bir yandan da kendisini bırakıp giden  arkadaşına küfürler düzüyordu. 

Buralı mısınız , diye sordu babam.  

– Evet buralıyız, buraya gelirken tabelasını gördüğünüz Palamutbükü köyündeniz. 

Babam, Palamutbükü ‘nün en güzel en mavi koylardan  biri olduğunu söyleyerek şöyle devam etti: 

-Yaşamak çok güzel olmalı burada öyle değil mi? Ama  siz yatta çalışıyorsunuz pek çıkaramıyorsunuz buranın  tadını. 

-Abi ne olacak Akdeniz’in her yeri güzel karşıda Yunan  adaları var cennetin parçası… 

-Sizin yatın sahibi Amerikalı mı? 

-Yok abi nerede… Türk…  

-Peki neden yabancı bayraklı? Kendi memleketinizde  geziyorsunuz… Niçin yabancı?.. 

-Abi onu takınca iki yüz elli dolar Amerika’ya vergi  ödüyorsun böylelikle de Türkiye’ye bin dolar vergi  ödemekten kurtuluyorsun, diyerek sigarasından bir  nefes aldı ve devam etti. 

-Yakıtı da Yunan adasından alıyoruz. 

-Yunan adası mı? 

-Evet, çünkü orada daha ucuz. 

-Ama nasıl olur burada geziyorsunuz. Yakıt  Yunanistan’dan vergi Amerika’ya… Ya kendi ülkenize? 

Abi, tabii ki bir şey var. Iıı …Şey…Sintine…  Karşı adalarda cezası çok büyük de… 

Babam sinirden bir şey diyemedi, kıpkırmızı oldu  sadece zorla yutkunabildiğini gördüm. Güzelim doğa kendi insanı tarafından kara bir cellat gibi…

 Bunu dinlerken çok şaşırmıştık. Küçücük halimle  o kadar çok üzülmüştüm ki yolda gelirken bana eşlik  eden dostlarımın yıllar içerisinde yok olabileceğini  düşünmek yüreğime büyük bir acı verdi. Knidos’un ipince sahilindeki antik tiyatro hiçbir zaman  böyle bir trajedi görmemiştir diye düşündüm. 

 Bir yanda cenneti kıskandıracak bir güzellik, öbür  yanda ise…

Knidos‟u ilk gördüğümüzde babamın ne güzel bir yermiş burası, adeta cenneti  andırıyor dediğini anımsayarak hüzünlendim. Yattan inen adamın anlattıklarıyla kafası oldukça  karışan babam Knidos‟a tekrar baktı . Sanki ezberler  gibi, bir daha Knidos olmayacakmış gibi tekrar tekrar  baktı. Knidos‟un ufuklarında gözlerini hüzünle gezdirdi. 

 Sonra bize dönüp : “Hadi çocuklar gidelim artık.” dedi.  Sesinde kayalıklara vuran dalgaların hüzünlü, acı dolu  inleyişi vardı.

Loading

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
Yazmanın kişisel anlamda insanın yolculuğuna iz bırakmak ,aynı zamanda insalığın yazın yaşamına katkı sunmak olduğu ilkesiyle üretim sürecine girdim. Bu üretim her zaman kendiliğinden gelişen bir durumdu. Hep içimden geçenleri edebiyat normunda okuyucularımla buluşturma motivasyonu beni diri tutmakta. Almanya doğumluyum. Orta öğrenimimi Adana'da tamamladım.Balıkesir Necatibey Eğitim Fakültesi Edebiyat Öğretmenliği bölümü mezunuyum.Adana ÇEAŞ Anadolu lisesinde Edebiyat öğretmeni olarak halen çalışmaktayım.
Yazı oluşturuldu 10

Bir yanıt yazın

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön