Zürafanın Ses Telleri/Hayriye Zehra Canlı


Ay ışığının ruhları okşadığı, mehtaplı bir gecenin tam ortası. Yer yer ıslak, Arnavut
kaldırımları. Tüm sükunetiyle benlikleri sarmalarken gece, bazılarının yüreği yanardı…
Siren seslerinin yankılandığı hastane kapısı, içeriye getirilen kanlı sedye. Uzanan genç bey efendi ve hayalleri, bu kimsesizliğin içinde. Omuzlarına dökülen kahverengi saçları dağılmış, yarı açık baktığı yeşil gözleri, çoktan ferini yitirmişti. O, ameliyata hazırlanırken, doktor hanımın topuk sesleri duyulmaya başladı. Uzunca sarı saçlarını arkadan toplamış, bir yandan hızlanmaya diğer yandan da sakin kalmaya çalışıyordu.
Birkaç dakika sonra genç uyutuldu. Ne demişler, uykusuzluk, geceye mahsustu…
Sabah olduğunda, ışık huzmelerinin kirpikleriyle oynamasına açtı gözlerini. Her yeri sarılı ve acı
içindeydi. Gözlerini araladığını tesadüfen fark eden uzun boylu hemşire, doktor hanıma sesleniverdi.
Doktor hanım, gece boyu çalışmaktan bitap düşmüş, yıpranmış gözlerle gencin yanına geldi.
-Günaydın, zorlu bir ameliyat geçirdiniz. Nasıl hissediyorsunuz?
Genç, acıyla doğruldu ve gülümsedi,
-Üstünüze tanımıyorum galiba Seher hocam.
Kadın, yatağa yaklaştı, eğilip endişeli gözlerle adama bakarken,
-Biz doktorların bunun tam tersini yapması gerektiğini biliyorsun, değil mi hocam?
Adam, bir yandan kafasını yana çevirirken diğer yandan da bir çocuk gibi kaçırıyordu bakışlarını.
Doktor hanım kafasını sağa sola salladı, ardından yandaki büyükçe koltuğa oturup,
-Bu defa ne gördünüz de kendinizi köprüden atma gereği duydunuz?
Genç, hüzünlü bir gülümsemeyle başını öne eğdi.
-Annemi…
Doktor hanım, yanlarında duran uzun boylu hemşireye telaşlı bir bakış attı. Hemşire hızlı adımlarla odadan ayrıldı.
-Demek annenizi… Peki, nerede gördünüz onu?
-Beni tanımadı ilk önce. Sonra iğrenmiş gibi yüzünü ekşiterek kafasını çevirdi, oysa ben pis değildim!
Benden nefret ediyor gibiydi, ama ben onu terk etmedim ki! Hala o yuvaya bıraktığı ilk gün gibi
bakıyordu bana, biraz sinir biraz da nefretle. Konuşmak isteyince itti beni, sonra ben… O gittikten
sonra… Dayanamadım
Kadın, adamın artık hüznün ta kendisi olmuş gözlerine bir defa daha bakıp iç çekti. Ardından yavaş adımlarla odadan çıkıp gitti.
O gittikten sonra kafasını pencereye çevirdi hasta adam. Mart yağmurunun toprağı şefkatli ellerle sardığı bir sabahın ortasıydı. O kendi sessizliği içinde çırpınıyorken içinden, küçük ayak sesleri, koridorda duyulmaya başladı. Altı, bilemedim yedi yaşında. Dalgalı saçları seyrek, soluk yüzü ve ufku andıran mavi gözleriyle bir çocuk göründü göze. Odasında tek başına duran adamı görünce gülümsedi,
-Merhaba!
Adam irkilerek kapıya döndü, çocuğu görünce, zoraki de olsa gülümsedi.
-Merhaba, arkadaşım. Girmez misin?
Çocuk, içeriye girip yatağın kenarına oturdu.
-Geçmiş olsun.
-Teşekkür ederim, adın ne bakalım senin?
-Selim!
-Çok memnun oldum Selim, ben Fatih.
Çocuk kafasını salladı. Ardından meraklı gözlerle adama baktı,
-Neden yalnızsın sen burada?
-Hastayım.
-Tamam, ama annen baban nerede?
Adam, tedirginliğini saklayarak gülümsedi.

-Onlar pek gelmezler.
Çocuk, adamın üzgün tavrını görünce,
-Ne iş yapıyorsun sen?
-Doktorum.
Çocuk ufak bir kahkaha attı. Onun bu halini gören adam,
-Neden gülüyorsun?
-Doktor hasta olur muymuş?
-Neden olmasın ki? Aşçılar acıkmıyor mu yoksa?
-Aynı şey değil ki?
O esnada, uzun boylu hemşire, dalgın bakışlarla odaya girip seruma bir iğne daha ekledi.
-Sen anlat biraz da büyüdüğünde ne olmak istiyorsun?
Hemşire adama doğru eğildi,
-Bana mı dediniz?
Adam, çocuğa göz kırparken,
-Neden sana diyeyim canım, hem mesleğin var senin. Ben buradaki yakışıklıya soruyorum.
Hemşire, bakışlarını saklayarak odadan çıktı. Çocuk adama iyice yaklaştı heyecanlı bakışlarıyla
adamın kulağına eğilip,
-Zürafanın ses telleri olmak istiyorum!
Adam, merakını saklamak istercesine gülümsedi, evet, zürafa ses telleri olmayan tek hayvandı ama…
-Nasıl yani?
-Zürafaya ses telleri olmak istiyorum işte
-Neden?
Çocuk, kendinden oldukça emin bir ciddiyetle cevapladı,
-Çünkü o, annesine “Seni seviyorum” diyemeyecek kadar yalnız tek hayvan.
-Çocuk olduğuna emin misin sen?
Selim, bilmiş bilmiş gülümserken, bir anda öksürmeye başladı. Kanlı öksürükleri beyaz çarşafı
kaplıyor, acı içinde kıvranıyor, gözlerinden yaşlar geliyordu. Adam panikle doğruldu, bir yandan
çocuğa bakıyor diğer yandan bağırıyordu.
-Seher, Esra biriniz buraya gelin! Çabuk olun!
Doktor hanım ve birkaç hemşire geldiler. Doktor hanım,
-Ne oldu?
Adam hınçla yorganı yumrukladı. Kafasının içinden bağırıyordu. “Akciğer kanseri!”
-Bana değil, çocuğa baksanıza,
Doktor hanım o esnada yataktan çıkmaya çalıştığını görünce, koluna yapıştı
-Tamam, sen yat, biz hallederiz.
-Seher, bir şeyler yapsanıza!
-Tamam, yaraların açılacak yat sen. Akciğer kanseri son evre, tahmini dört ay, yani normal bu krizler.
Odadan hepsi çıkıverdi. Adam, akşama kadar bekledi, saat sekizi biraz geçiyordu ki, yavaş ama ritmik
ayak sesleri, koridordan geldi. Ufak çocuğun yüzü daha da solgunlaşmış, sanki biraz daha zayıflamıştı.
-Selim!
Çocuk, yorgun gülümsemesiyle adama baktı.
-Merhaba.
Yavaş adımlarla sabah oturduğu yere oturdu. O esnada seyrek saçlarını fark etti adam.
-Hasta olduğunu neden söylemedin?
-Önemli değildi ki.
Çocuk, adamın üzgün gözlerine bakınca gülümsedi,
-Sorun yok, sadece, bir doğum günümü daha görsem, iyi olurdu. Hem seni de çağırırdım, pasta yerdik.
Adam içtenlikle gülümsedi, bu esnada çocuk, adamın sargılarını fark etti.
-Neden yaralandın sen?
Adam doğruldu, güçlükle yutkunarak
-Ben, düştüm de…
-Nereden?
-Hani barajın olduğu yerde bir park var ya
-Çeşmesinde kuş resmi olan park!
-Evet, oradan bara..

-Sen o günkü adamsın! Atlayan!
Adam telaşla baktı etrafa, ne diyeceğini bilemiyor, çaresizce çırpınıyordu.
-Sorun değil, sorun değil. Peki annen baban neredeler?
-Onlar yanıma gelmezler.
-Onu zaten söyledin, sen gitmez misin peki?
Adam çekingen bakışlarla kafasını öne eğdi, gözleri nemlenmiş, boğazı kurumuştu sanki. Sonra çocuk atıldı,
-Atladığında balık gördün mü peki?
Adam gülümsedi ve konuşmaları böyle gece boyunca devam etti….
Doktor hanım ve yanında birkaç hemşire, boş odada kendi kendine konuşup gülen adama bakıyorlar.
Kıvırcık saçlı hemşire soruyor,
-Ne zamandır böyle bu adam?
Uzun boylu hemşire,
-Doktor olduktan sonra annesini görünce, başladı ilk atağı. Sonra sırasıyla hem annesi hem de ufak Selim ölünce, asla düzelemeyecek bir hal aldı…
Kıvırcık saçlı, anlamsız bakışlarla tekrar sordu,
-O çocukla bu adamın ne alakası var ki?
Doktor hanım, bitkin sesi ve ciddi gözleriyle daldı söze.
-Biri altı yaşındayken bıraktı onu ailesi, diğeri ise altı yaşındayken ailesini bırakmak zorunda kaldı.
Aslında, bir bakıma ikisi de yapayalnızdı. Onları birbirinden ayırabilecek tek bir şey vardı. Biri
sevgiyi tanımış, ölümü dahi kabullenirken derinden, diğeri yaşamdan nefret ediyordu tüm benliğiyle.
Onlara öğretilen her şey, etraflarında sevgi veren insanlar olup olmamasına bağlıydı…
Yumuşak meltemin insanın ruhunu okşadığı bir bahar sabahı. Kiraz çiçekleri hüzünle yapraklarını
döküyor. Ardından, yıllarca yaşamı bırakmak için çırpınan Doktor Fatih’in, kimsesizliğin içinde adeta
savrulan tabutu görünüyor göze…
Birkaç adım gerisinden, elindeki beyaz güllerle yürüyor doktor hanım.
Harabe mezarlığı görünce dizlerinin üzerine yığılıveriyor. Sarı saçları etrafa savrulurken,
haykırırcasına fısıldıyor mezara
-Bakın hocam, ben size demiştim oysa. Yapamazsınız, her ne kadar çabalasanız da ölümü hazırlıksız yakalayamazsınız.
Ardından boğazına düğümlenen hıçkırıklarını bastırmaksızın gülümsüyor,
-Bir bakıma iyi oldu gerçi, küçük Selim çok özlemiştir sizi.

Loading

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
13.05.2005 KAHRAMANMARAŞ DOĞUMLU FEN LİSESİ MEZUNU, SANATI DİRİ TUTMAK ADINA EDEBİ YARIŞMALARA KATILAN, YAKINDA İLK KİTABINI BASKIYA VERECEK OLAN BİR HİÇ KİMSE.
Yazı oluşturuldu 2

Bir yanıt yazın

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön