TARÇINLI KURABİYE
HAYRİYE ZEHRA CANLI
-Miyav!
- Of! Sanki her şey benim başıma geliyor, şu eve de bir gidemedim. Yok efendim, “mahalle sit
alanı ilan edildi herkes evleri boşaltsın” oysa ben o evi satacaktım, o iş de yattı, otobüs de
gelmiyor, şimdi kızmakta haksız mıyım?
-Miyav!
-Sende anca “Miyav!” ama bende kabahat, niye sokak kedisi ile konuşursun ki adam?!.
Bir anda aklım başıma geldi, gülme tuttu. O sırada otobüs de geldi, ben hala kahkaha atıyorum!
Aman Allah’ım duramıyorum da! En son dilimi ısırdım da sustum. Otobüse bindim, herkes hala
bana bakıyor! Çeviriverdim kafamı hemen otobüsün camına. Yanaklarım kızarmış, süt dökmüş
kedi gibi büzülmüştüm olduğum yere. Hay Allah! Yine kedi dedim oldu mu? “Yalçın, oğlum bak
iş kötüye gidiyor, yakında kuyruğun çıkacak ya hu! Bırak şu kedileri” dedim kendi kendime.
Son durağa gelince indim, hala bizim evin yakınında bir durak yok! Yirmi senedir ayak
basmadığım yollara, çocukmuşum gibi korkuyla çıktım. Ama bu defa yırtık değil ayakkabılarım.
Hayret! Ellerimde kitaplarla koşturmuyorum da. Dedim bu iş, iş değil. “”Yalçın, oğlum acaba
geri mi dönsen yol yakınken?” Dedim, dememle de yeri boylayıverdim. Yahu, bir insan yirmi
senedir düzeltmez mi şu basamağı?
Yürürken etrafa bakıyorum tabi, her taraf darmaduman! Evler boş, camlar kırık, dükkanlar
harabe! Bizim antikacı Mesut ağabey kapatmış kepenkleri, terzi Ömer usta da yok?
Manav açık ama, baktım hala bizim Gülişan abla bakıyor, gerçi pek bakmak denemez, o oturuyor
her işi de bizim Turgut yapıyor. Turgut demişken, yirmi senemiz beraber geçti. Yediğimiz
içtiğimiz ayrı gitmezdi. Ya sonra ne oldu? Diye sordum kendime, sonra yine verdim cevabımı
“Ne olacak oğlum? Üniversite’yi kazandın, sonra annen baban öldü, senin de burnun kalktı tabii
havaya, bir daha uğramadın. Yahu en iyi arkadaşını mezuniyetine bile çağırmadın, hala yüzsüz
yüzsüz soruyorsun sonra ne oldu diye? Balık mısın oğlum? Ne çabuk unuttun? Yalçın, oğlum
acaba sende çinko eksikliği mi var?”
Turgut beni görmesin diye başım eğik zaten, tam dükkanı geçmiştim ki, Gülişan abla
yakalamasın mı beni?
-Yalçın, oğlum sen misin?
“Eyvah!” dedim içimden, “Yalçın oğlum, işte şimdi yandın!”
-Yalçın?!.
İrkildim, alt dudağımı ısırdım ilkin, sonra yavaşça sesin geldiği yere döndüm. Başımı hafiften
kaldırdım, biraz gülümsedim. Turgut ve Gülişan abla birde gelip yakından baktı, sonra Turgut
okkalı bir tokat indirmesin mi suratıma? Sinirle geri çekildi, iki elini beline koydu
-Ne o tanıyamadın galiba doktor bey?!.
-…
Cevap veremedim tabii. Ama bu Turgut’a yaradı, bir tokat daha indirdi suratıma. Ne kadar
kuvvetli olduğunu unutmuşum.
-Cevap bile veremiyorsun?
-Cevap verecek yüzüm yok ki…
Diyebildim mahcupça, sonra Turgut gülmeye başladı.
-Oğlum sen iyi misin? Niye yüzün olmasın? İki yüzün var hem de! Bak her yüzüne bir tokat işte!
E tabi ben yine cevap veremedim. Bu defa Gülişan abla hazırlanıyordu ki beni pataklamaya, karşı
dükkandan bir avize düşüverdi sessiz sokağa.
Tabi biraz gürültü olunca unuttular beni, tam kaçacaktım ki Gülişan abla bağırmaya başladı,
-Marullarım! Turplarım! Elmalarım! Ah benim zavallı yavrularım! Turgut, Yalçın, koşun oğlum
gelin de şunları içeriye alalım! Toz toprak olmasın!
Ben daha itiraz edemeden bir baktım elimde bir kasa kıvırcık içeriye taşıyorum! “Yalçın, oğlum,
hazır gücün kuvvetin yerinde, hep kasa kasa marul mu taşısan acaba?” Aman yarabbi! Kendi
kendime konuşmak neyse de gülüp eğlenmeye de başladık iyi mi? Neyse, bir on dakika falan
kasa taşıdık. Sonra Gülişan ablaya geldi sıra, ben tam “Yalçın, hadi yine iyisin, bak geliyor terlik,
aç ağzını yavrum?” derken, birden sevgi yumağına döndük. Allah Allah! Turgut bir yandan
Gülişan abla diğer yanda, biri saçlarımı çekiştiriyor diğeri yanaklarımla oynuyor.
-Bir durun yahu! Bende çok özledim sizi ama, bir nefes alsaydım?
Gülişan abla elindeki maydanoz demetini vurdu kafama,
-Sus bakayım sen! Kırk yılın başı gelmiş de bırakın diyor?
Neyse, şefkat merasimimiz bitince başladık konuşmaya.
-Turgut sizde mi dükkân kapatacaksınız?
-Başka seçeneğimiz mi var? Mahalle boşaltılıyor. Sende eve geldin galiba?
-Evet, birkaç eşya alıp gideceğim.
-Yirmi yıl sonra uğrarsın artık gelirsek aklına?
Eğdim kafamı öne, kaldırırsam biliyorum yoksa başıma geleceği.
Biz konuşurken Gülişan abla elinde fırın tepsisiyle yanımıza geldi.
-Yiyin oğlum yiyin! Annenin kurabiyelerinden bunlar!
Tam bir tane alıyordum, elim yandı. “Yalçın, oğlum bitki misin sen? Yanacağını bilmiyor musun
yahu?” sus dedim içimde konuşan gevezeye. Tüm dükkan tarçın kokmaya başladı, ardından
annem geldi aklıma ta derinden..
-Geleceğimi nereden bildiniz de yaptınız?
Gülişan abla küçük bir çocuk gibi omuzlarını kaldırarak,
-Sana yaptığımızı kim söyledi canım?
Ben gülerken Turgut,
-Sen gelirsin diye bir haftadır bu kurabiyeden yapıyor.
Gülişan ablaya çevirdim sonra kafamı, gözleri nemlenmiş, hasret dolu bakışlarla beni süzüyor.
-Oğluna mı alacaksın Gülişan abla?
Sonra hep beraber gülmeye başladık. Biz sohbete dalmışken, belediyeden geldiler.
-Evleri boşaltmak için iki gününüz kaldı.
Onlar gittikten sonra, Gülişan abla saydırmaya başladı.
-Mahallenin işlemleri bitince bir müteahhitte vereceklermiş. İki cilalı ev için perişan ediyorlar
bizi.
Yutkundum, kalacak başka yerleri yoktu. Memlekete döneceklerdi herhalde, sonuçta, onlara
verilecek para, yeni bir ev almaya yetmezdi.
-Memlekete mi gideceksiniz?
Turgut hüzünle salladı kafasını,
-Hemen gitmeniz uzun sürer, bende kalsanıza biraz? Tüm mahallelinin kalacak yeri var zaten.
Sizde bana gelin? Hem kurabiye de yaparsın bana değil mi Gülişan abla?
İlk önce itiraz edecek gibi oldular. Sonra mahcupça kabul ettiler. Akşama doğru, benim eve
gidiyorduk. Birkaç eşya almaya gelmiştim oysa, şimdi iki candan dostla geri dönüyordum.
-Bizim esnaf nereye gitti Turgut?
-Hepsi ya çoluk çocuğunun yanına taşındı ya da döndü köyüne. Biz, mahallede en son
kalanlardandık.
Birkaç gün bende kaldılar. Gülişan ablaya bakarken annem geliyordu gözümün önüne. Tam
gidecekleri sabah sıkı sıkıya sarıldık. Sonra elime bir fotoğraf albümü tutuşturdular.
-Mahalleli senin için seçti bunları.
Yavaşça açtım kapağını. İlk fotoğrafta Turgut, ben ve mahalledeki diğer çocuklar. Top
oynamaktan yorulmuş, karpuz gibi çeşmenin altına oturmuşuz. Yavaş yavaş geçiyorum sayfaları.
Esnafla olan fotoğraflarımız. Annemler Gülişan ablalarla salça yapıyorlar. Sonra mahalle esnafı,
pazar akşamı, her şey. Yirmi beş senemin geçtiği mahalle. Yalnızca bir fotoğraf albümü ediyor.
Ve seneler geçse de ailen göçüp gitse de bu dünyadan, geriye mahallelin, çoluk çocuğuyla,
mahalle kadar ailen kalıyor…
Anılar vardır, insanı insan eder. Yıllar geçse de maziyi fısıldar kulağına.
Ve anılar vardır bazen, insanı maziden eder, her daim canlı bir kanat çırpışı kadar baş ucunda, bir
kedinin bıyıklarının ucundan gülümser.
-Miyav!
-Miyav!
-Miyav!..