Uçsuz bucaksız kırlarda özgür ve yalnız olmanın tadını çıkarıyordu Eli. Kalabalık çam ormanlarından koşarak geçti. Nefes nefese geldiği dağ yamacında durdu. Koca bir kayayı kendine siper etti. Derin derin nefes alarak ciğerlerini tazeledi.
Aklının bir köşesine çakılan, yoksulluk kokan mahallesini defedemiyordu. Çocuklar, kir pas içindeki, bok kokan çocuklar…
Kendisi de onlar gibi bir çocukluk geçirmişti. Belki o yüzden sevmiyordu o çocukları. Bilinçaltı lağım çukurunu andırıyordu. Ne diye düşünüyordu şimdi bunları. Oysa nefesine dolan çam kokusu ne güzeldi.
İlerde çatısı parlayan bir ev gördü. Ev iki katlı ve bahçeliydi. Kızarmış etin kokusu burnunun kıvrımlarında dolaştı. Aile keyifli bir Pazar gününün sonunu mangal partisiyle taçlandıracaktı. Yine çocukları düşündü. Düşünmesine sebep, iki katlı evden yankılanan çocuk sesleriydi. Bu sesler fakir mahallesinin pis çocuk seslerine hiç benzemiyordu. İnanması güçtü ama varlıklı olmak çocukların seslerine ahenk katıyordu. Beklide o anda ona öyle gelmişti.
Sinsi adımlarla eve yaklaştı. Irmağın kenarındaki sazlıklar onu gizliyordu. Oraya neden geldiğini, bu evi neden gözetlediğini bilmiyordu. Tek bildiği bahçedeki insanların sımsıcak konuşmaları, gülüşleriydi. Onlaradakiler onu rahatlatıyor, uykusunu getiriyordu.
Der top olup çalılık ve otların olduğu yere kıvrıldı. Uzaktan gelen sesler ona ninni gibi geliyordu. Uyandığında karanlık çökmüştü. Telaşla ayağa kalktı. Temiz havanın verdiği baş dönmesiyle yere kapaklandı. Güç bela yerinden doğruldu. Yerdeki otların çıtırtısı gecenin sessizliğini bölüyordu.
Adımlarını hızlandırdı. Amacı bir an önce ev dediği mezbeleye varmaktı. Ne de olsa orası yaşadığı yerdi. O, oranın insanlarıyla, oranın çocuklarıyla bir aradaydı. Buna yaşamak denirse onlarla yaşıyordu. Gerilerde kalan ev onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Gördükleri güzel bir halüsinasyondan ibaretti.
Ve nihayet çamur ve balçıkla vıcık vıcık olmuş mahallesine girdi. Yanındaki yönündeki yıkık dökük evlerden kavga sesleri yükseliyordu.
Az ileride bir grup genç biralarını yudumluyordu. Aralarından biri yere tükürdü ve:
-Nereden geliyorsun orospu. Dedi.
Orospu kelimesi cinlerini tepesine çıkartmaya yetmişti. Beyni öfkeden yanıyordu. Kendi kaybetti. Yumrukları istemsiz bir şekilde oğlanın kafasına yağıyordu. Yanındakiler, oğlanın kulağına yapışmış Elayı güçlükle uzaklaştırdılar.
Ela, öfke dolu bakışlarla oradan uzaklaştı.
Yalpalayarak tahta kapıdan girdi. Hiç kimse neredesin? Diye sormamıştı. Anası da dâhil tüm ev halkı kendi dertleriyle meşguldü.
Solondaki kirli sedire zor attı kendini.
Burası onun ve onun gibilerinin kaderiydi.
Işıklar söndü. Mahalle derin bir sessizliğe gömüldü.