Hafta sonu bir paneldeydik. Haberimiz yoktu, sağ olsun Bursa Lozan Mübadilleri Derneği Başkanı Sn. Ali Korkut çağırdı da bu keyifli etkinliği kaçırmamış olduk.
Girişten başlayalım, yani hazır bulunuşluktan: Başkanımızın ve Lozan Mübadilleri Vakfı Mudanya Temsilciliğinin Başkanı Sn. Cumhur Aksan’ın katkılarıyla sergilenen el emeği göz nuru -paha biçilemez- ev eşyaları, oyalar, işlemeli mendiller… Eh bir de Mudanya’dan ikram Girit Kurabiyeleri… Daha ne olsundu? Dahası vardı: Bursa Unesco Derneğinin mübadeleyi etraflıca anlatan broşürü. Bir elde çay, diğerinde kurabiye sergiyi turladık ve kısaca broşüre göz attık, hazırdık artık.
Program, tahmin edileceği gibi gecikmeli başladı. Ee, ne yaparsın oriyantalistiz; bizim, öyle zamanı disiplinli kullanmak gibi bir derdimiz yok hani. Uzunca açılış konuşmaları bekliyordu bizi (Nedense gelen her yetkili bu paneli bir de ben –konuşarak- açayım derdindeydi) Neyse uzatmayalım, izlediğim en keyifli panellerden birine gölge düşürmeyelim. Alanında uzman altı panelist, kibar, zamanlamaya hassasiyet gösteren moderatörün yönetiminde bir güzel bilgilendirdiler bizleri.
Panelistlerden derlediklerimizle kısaca mübadeleyi aktaracak olursak…
Mübadele nedir önce? Konu hakkında hiç bilgisi olmayanlar için kabaca: Türk ve Yunan Hükümetleri arasında Kurtuluş Savaşı sonrası gerçekleştirilen nüfus değişimi. Biraz daha açalım. Savaş sonrasında Anadolu’dan Yunanistan’a fiili göçe başlayan Ortodoks Rumlarla, Yunanistan’dan Türkiye’ye göç etmeye başlayan Müslüman Türklerin bu hareketliliğinin resmiyete dökülmüş halidir. Lozan Barış Antlaşması’yla 1923-1930 yılları arası 1.200.000 kişi Anadolu’dan suyun öte yanına gitti, 500.000 kişi de anayurda, Anadolu’ya geldi.
1990’lardan önce bizlerde mübadele bilincinin pek de oluşmadığını, dolayısıyla yazılı çizili belgelerin bu tarihten sonra başladığını söyleyebiliriz. Ama suyun diğer tarafı öyle mi ya? Yunan tarafı 1930’larda kurulan Küçük Asya Araştırma Vakfı marifetiyle bu çalışmaları yüz yıla yakın bir zamandır yürütmekte.
Değiş tokuş kolay kelime, iş insan olunca trajediyi barındırıyor bünyesinde. Bir grup insan gitti, diğer grup geldiyle basitleştirilmesi mümkün değil. Ne Trajediler yaşanmış bu süreçte… Bu kısmı tek örnekle geçiştirip çok da yürek burkmayalım. Atalarımızın büyük bir bölümü deniz yoluyla gelmiş, gemilerle yani. Gemi deyince zihnimizde yolcu gemisi canlanmasın. Bildiğimiz yük gemileri, kuru yük gemileri… Alt katta yanlarında getirdikleri hayvanlarla yol alan atalarımız için hijyen hak getire. Tabii salgın hastalıklar geliyor peşi sıra. Ölenler dini törenden sonra denize atılıyor. Bu da cenaze sahipleri için çok incitici. İnsanlar cenazeleri denize atılmasın diye ölülerini saklar olmuş. Bir anne örneği verildi. İki gün üst üste çocuğuna ninni söylediği, ancak çocuktan hiç ses çıkmadığı fark ediliyor. Annenin travmasını düşünebiliyor muyuz? Ölü bebeği, denize atılmasın, limana çıkıldığında toprağa gömülsün diye koynunda saklıyor. Ah, ne acılar…
İşin üzücü tarafına noktayı koyalım.
Organizasyonda UNESCO olunca panel renkliydi haliyle. Müzikler paylaşıldı suyun her iki yanından. Rembetiko’nun bu topraklardan yayıldığını öğrendik. Bizim buraların Kabadayı’sı ve Çalın Davulları türküleri eşliğinde halay çekenlerin görüntülerini izledik. Canlı örnekler de dinledik: Eşi çaldı, Prof. Dr. Özlem Doğuş Varlı söyledi: Çalın Davulları, Bir Fırtına Tuttu Bizi, Vardar Ovası… Ne de uyumluydular, eşinin gözlerinin içine baka baka türkü söylemek, sevgiyi bizlere hissettirmek…
Yemek kültüründen bahsedildi, Giritlilerin ot ağılıklı mutfağından. “Akdeniz Diyeti” denildi, bizler böyle bir trene binememişiz maalesef, yedi Akdeniz ülkesi sahiplenmiş, biz sekizinci olamamışız. Arapsaçından, şevketi bostandan, radikadan, sarmaşıktan girildi mutfağa; labada, hardal, ebegümeci, gelincikten çıkıldı. Güzel mezeler anlatıldı. İlle de zeytin, zeytinyağı dendi. Atıksız mutfak dendi, rahmetli annemin bayat ekmekleri değerlendirdiği ‘papara’dan bahsedildi.
Adetler, gelenekler anlatıldı bir de. Geleneksel Helva Şenliği denildi örneğin Mart’ın son cuması yapılıp dağıtılan. Mart ayı geleneği (martiniçka) anlatıldı, bizim Hıdrellez, Şiryana Şenliği olarak karşımıza çıktı. Ya Arife günlerinde yapılan Nohut ekmeği? Beni çocukluğuma götürdü.
Karlı bir günde uzayan program, sıkılmayan dinleyiciler, sıcak bir atmosfer. Heybemi keyifle doldurdum. Teşekkürler Bursa Unesco Derneği.
24.11.2024
Namık Budak
namikbudak@gmail.com