ÖZET
Yazar E. Sevgi Özdamar’ın, Ayça Sabuncuoğlu çevirisinden “Hayat Bir Kervansaray” adlı romanında kullandığı atasözlerini ve deyimleri incelerken; romanda konu edilen kız çocuğunun nasıl, nereden nereye göç edildiği üzerinde durulacaktır.
Çoğu zaman hayatın gerçekleri, düşüncelerin önüne geçer. Ömür denen göçebelik yaşanırken önümüze çıkan mektupları iyi okuyup, anlamlandıramayız, yanlış seçeneklerin sonucu olarak; yanlış yollarda serüvenimizi sürdürürüz. Bazen de olanların, başımıza gelenlerin, bizimle hiç ilgisi olmaz ama faturayı öderiz. Kahramanımız da fatura ödeyenlerden biri. Ailesi onun hiçbir uğraş vermesine meydan bırakmadan geleceğini çizer; bu büyük göçte çocuğun hayatı şekillenir.
Anahtar kelimeler: Atasözleri, Çocuk, Deyimler, Göç,
GİRİŞ
Bilgi şöleninin konusu, edebiyatta göç ve göçmenlik olarak belirlenmiş. Göç ve göçmenlik edebiyatının oluşmasını göçler ve göçmenler ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle sunuma geçmeden önce göç olgusundan biraz söz etmek istiyorum.
Göç etmenin çok çeşitli nedeni (dini, iktisadi, siyasi, sosyal…), bu oranda da göçmeni vardır. Göç olayı önce ikiye ayrılır; iç göçler, dış göçler. Dış göçler genel olarak; zorunlu göçler (sığınma göçleri), yer değiştirme (mübadele) göçleri, gönüllü göçler, işgücü göçleri, beyin göçleridir. Göçlerin en büyük nedenleri, nüfus, ekonomik, çevre şartlarındaki bozulmalar, siyasi sorunlar ve savaşlar diyebiliriz.
Göç, insanın içinde yaşadığı coğrafi ve sosyo-kültürel çevreden ayrılarak başka bir coğrafi ve sosyo-kültürel çevreye girmesidir. Yakın tarihimizde meydana gelen göçlere bakacak olursak; Afrikalıların köle olarak Amerika’ya götürülmesi, 1989 yılında, Bulgaristan’dan göç etmek durumunda kalan Türkler, 1947’de Pakistan ve Hindistan devletleri arasında karşılıklı kitlesel göç, 1980 yılında Rusya’nın Afganistan’ı işgal etmesi ve 1992 yılında Yugoslavya’da ortaya çıkan çatışmalarla çok sayıda insanın göçe zorlanması ve göç etmesi, 1986’da meydana gelen Çernobil Nükleer faciasından sonra bölgeden çok sayıda insanın göç etmesi ve son olarak Suriyelilerin göçe zorlanması ilk akla gelen göçlerdir. II. Dünya Savaşı sırasında Alman bilim adamlarının ABD’ne göçü de söylenebilir. Göç, dünya sorunudur. Göçle birlikte kültür, gelenek, görenek ve yaşam biçimleri de hareket etmektedir. Böylece göç edilen yerdeki sosyo-kültürel yapı, getirilen sosyo-kültürel yapıyla genişlemektedir.
Göçebe, mevsimlik tarımsal işçilere, yazlık evlere giden yazlıkçılara, yaylaya çıkanlara da denebilir. Yani; insan topluluklarının bir yerden bir başka yere gitmesine, ferdi sebep ve maksatlarla yer değiştirmelerine ve nakledilen eşyalara da göç denmektedir. Kuşların, balıkların ve bazı hayvan türlerinin, belli mevsimlerde dünyanın çeşitli yerlerine gitmeleri de göçtür. Göçmen kuşlar, göç eden kuşlardır. Göç ve göçmenlikle ilgili bu kadar çok hareketlilik olunca her bölgenin kendine özgü göç edebiyatı oluşmuş, göç ve göçmenliği anlatan sayısız eser ortaya konmuştur.
Göç, göçmenlik değince benim aklıma Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye Hicret olayı gelir. Göç olgusunun bütün özellikleri Hicret olayında mevcuttur. Göç gerekliyse yapılmalıdır ve ” işler yoluna girince ana vatana dönmelidir” kısmını çok manidar buluyorum.
Genel anlamda göç olayı sürekli devam etmektedir. Dünyada canlı cansız ne varsa her an göç halindedir. Düşünce değişikliği geçirmek yani bir fikirden başka bir fikre geçmek de göç etmektir. En büyük göçmenlik ve göç ise süren ömür ve ölümdür.
Göç ve Göçmenlik hakkında verilen eserlerden kimi iç göçlerden, kimi dış göçlerden söz eder. Kiminin konusu roman, kimi şiir, kimi öykü olmuştur. Hepsinin içinde acı, hasret, özlem, çoğunda yokluk, çaresizlik, kimsesizlik vardır. İsmini bile bilmediğimiz göçmenlerin sessizce içlerine gömdükleri ne iç acıtıcı hikâyeleri olduğunu tahmin etmek mümkündür. Bu hikâyelerden biri de Emine Sevgi Özdamar’ın kaleminde romana dönüşerek “Hayat Bir Kervansaray” adını almış.
HAYAT BİR KERVANSARAY
Romanın işlenişi, çok sayıda deyim, atasözü, güzel sözlerle örülmüş. Ayrıca; şiir, mani, masal, türkü, mezar taşı yazıları ile zenginleştirilmiştir. Bu bölümleri toplu olarak göstermeği uygun buldum. İnanıyorum ki; atladıklarım da vardır.
Atasözleri – Deyimler
“Afakanlar bastı, Ağzı var dili yok, Topuklarının üzerinde dönmek, Ağzından yel alsın, Ahmakıslatan, Akacak kan damarda durmaz, Akşam öten horoz uğursuzluk getirir, Alı al moru mor, Allah iyiliğini versin, Allah rahatlık versin, Ağzındaki baklayı çıkar. Analarını mezarda ağlatmak, Aslan kesilmek, Ateş bacayı sarma, Ateşten gömlek, Bacaklarını kırmak, Aslan kesilmek, Gık çıkarmadan, Beraberce mercimeği fırına verme, Bıçakla kesilmişçesine, Boğaz kırk boğumludur, kırk kez yutkunup öyle konuşmalı, Boş gezenin, boş kalfası, Boyundan büyük sözler söyleme, Bu kadar çok taşı kaldırma, altından ya yılan çıkar ya çıyan, Bu millet adam olmaz, Bursa’da deliler ağaçlarda büyür, Cebi delik, Cehennemin dibine, Cehennemin dip kuyusuna kadar yolun var, Cehennemin dip kuyusundan, Cehennemin esraf-i safirine kadar yolun açık, Cin bastı, Çenen düşecek, Değirmen yüzlü dünya, Delikli taş yerde kalmaz, Denizde kum, onlarda para, Dilim kurudu, Dilinin orospusu, Dünden ölmüş, Eğri kılıç kınında paslanmalıdır, El değmemiş kız, Eli eli üstünde, iki eli de kutusu üstünde, Elin tenceresinde aş pişmez, Ellerin dert görmesin, Ellerine sağlık, Feleğin gözü kör olsun, Felekten bir gün çaldık, Gemisini kurtaran kaptan, Gık çıkarmadan, Gökten başımıza taş yağacak, Göz boyamak, Gözü dışarıda, Gözün kör olsun inşallah, Güvendiğim dağlara kar yağdı, Hava almak, Hazineyi kim kaybetmiş ki sen bulasın, İç güveysinden hallice, İç güveysinden hallice, Su gibi akan bir ömür. Ciğerimin içi, Ellerin dert görmesin, Kıyamet koparmak, İki ayağı bir pabuca girmek, İn cin top oynayacak, İnsanlar yaşarken uyur, ölünce uyanırlar, Farenin kendisi delikten sığmazken kuyruğuna bir de kabak bağlamış, İnsanoğlu kuş misali, İnşallah kutundan kudurursun, Kafamı ütüleme, Kanatlarımın altında, Kanın kaynıyor, Kapa çeneni, Kız doğdu- kıyamet koptu, Kız ya kocaya ya toprağa, Kızı gönlünce bırakırsan, Kızların saçı uzun aklı kısa, Kol kanat germek, Komşunun tavuğu kaz, karısı kız görünür, Körle yatan şaşı kalkar, Kurt kocayınca köpeklerin maskarası olurmuş, Kurtları dökmek, Memleketin ayakları yerden kesildi, Milletin analarını mezarda ağlatacaklar, Osursan duyulur, Ölmüşlerin canına değsin, Ölüm tatlı bir rüya ile gelir, Ölüm, kaşla göz arasındadır, Ölümden yakın köy yok, Ayağımın altına alırım, Gözün kör olsun, Gözyaşların evimizi yiyip bitirecek, Kendi gözyaşlarında boğulmak, Zenginlerden borç para almak, bir köre ayna satmak gibidir, Parası olmayanın yüzü karadır, Gece başka bir şeye gebe, Dişlerin yere dökülsün, Artık yüreği ile değil, kıçıyla düşünüyor, Eskiden özgür otlaklar gibiydi, Kanında savaş var, Kılı kırk yarmak, Etinden et koparmak, Kör sopa gibi dikilmek, Cebi delik, Pabucu dama atıldı, Paranın gözü kör olsun, Pis pis düşünmek, Sırtımız buz kesti, Sopa tutmuş gibi, Su gibi akan ömür, Şeytanların ıslık çalması, Tatlı dil, Tatlı yiyip tatlı konuşalım, Babanın vurduğu yerde gül biter, Kızını dövmeyen dizini döver, Kıldan ince kılıçtan keskin, Elim kırılsaydı, Ölüm kaşla göz arasındadır, Ölüm geliyorum der, Temizlik imandan gelir, Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu, Ya davulcuya ya zurnacıya kaçar, Ya sabır, Yalan dünya malı, Yüreğimi daraltma, üstüme gelme, Yüreğine taş basmak, Zenginin parası züğürdün çenesini yorar, Zenginin parası, fakirin anasını beller, Zenginlerin ipiyle kuyuya inilmez, Denize düşen yılana sarılır, Zenginin parası, züğürdün çenesini yorar, Ziyanı yok, dağ gibi adam, Kaya gibi, Dilini arı soksun, Aşkın dili, İki çıplak bir hamama yakışır, İç güveysinden hallice, İnsanlık ölmedi, kılı kırk yaran, kıyametleri koparırım, Bağrıma taş basacağım.
Mezar Taşı Yazıları
“Handan, hamamdan geçtik,
Gün ışığındaki hissemize razıydık;
Saadetinden geçtik,
Ümidine razıydık,
Hiçbirini bulamadık;
Kendimize hüzünler icat ettik;
Avunamadık;
Yoksa biz…
Bu dünyadan değil miydik?”
“Ölüm Allah’ın emri. Ayrılık olmasaydı.”
“Mesele falan değildi öyle,
To be or to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.”
…
Öyle bir rüzgâr ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigâr.
Tekerlemeler
“Yağmur yağıyor
Seller akıyor
Arap kızı
Camdan bakıyor.”
“Deli, Deli,
Kulakları, küpeli.”
“Akadı nereden gelirsin
Zartum zurtum şehrinden
Belin niye eğridir
Ossrmağın derdinden.”
“Bir
Pirenin kıçına gir.
…
Dört.
Dön de kıçını ört.
…
Altı.
Taşaklarım kahvaltı.
…
On.
Ali Ağa’nın çüküne kon.”
“ Sümüklü böcek
Suya düşecek
Akşam olacak, eve girecek
Dayak yiyecek.”
Mani
“Kız idim, sultan idim,
Nişanlandım, han oldum
Gelindim, köle oldum.
Ayaklar altında paçavra oldum.”
Şarkılar- Türküler
“İç bade güzel sev
Var ise akl-i şuurun
Dünya varmış ya ki yok olmuş
Ne umurumda,”
“Bir gün biz de bu fani dünyadan gideriz,
Baki kalan bu boş kubbede
Hoş bir sedaymış.”
“Benden selam olsun Bolu beyine
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
Ok gıcırtısından kalkan sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidir.”
“Tüfek icat oldu mertlik bozuldu
Eğri kılıç kında paslanmalıdır.”
“ Papatya gibisin beyaz ve ince
Eziliyor ruhum seni görünce
İsmin dudaklarımı yakıyor neden
Ah, nedir bu çektiğim senin elinden
Yalvarırım sana, gel üzme beni
İnan bana seviyorum seni.”
“Bir dalda iki kiraz,
Biri al biri beyaz,
Eğer beni seversen
Mektubunu sıkça yaz
Sallasana sallasana mendilini,
Akşam oldu
Göndersene sevdiğimi.”
“ Güzel gözlerle bakmasını bil
Sade kendin yanma, yakmasını bil.”
“Mey içerken düştü aksin camıma
Şimdi gidin bir avuç sen kanıma”
Dualar
“Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdü lilahirabbil âlemin.
Errahmanirrahim,
Maliki yevmiddin.
İyyakena’büdü ve iyya neste’in.
İhtinessıratel müstekıym;
Sıratelleziyne en’amte aleyhim
gayril mağdubi aleyhim veleddallin.”
“Bismillahirrahmanirrahim
Kul hüvellâhü ehad. Allâhüssamed.
Lem yelid ve lem yûled.
Ve lem yekün lehû küfüven ehad.”
Şiirler
Ahmet Haşim
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak.
Sular mı yandı, neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta.
Orhan Veli
“ Ömrüm o büyük sırrını gör bir bak da
Bir tek kökü kalmış ağacın toprakta
Dünya ne kadar tatlı ki binlerce kişi
Kolsuz ve bacaksız yaşayıp durmakta,”
Not
“Ey, kararsızlık çiçeği,
Biliyorum, sen de beni seviyorsun.
Bir dahaki ders yanıma otur ki,
Beni sevdiğini bileyim.
Ateşinden kömüre döndüm.
Sınıf mümessiline”
Ömür dediğimiz “göçebelik” zordur. Bu zamanın önemini anlamak için “göz açıp kapayana kadar geçen sınırlı zaman “ ya da “dünyadan geçerken ağaç altında bir an mola vermektir” diye biliyoruz. Yazar “Hayat Bir Kervansaray” adlı romanında, bir kız çocuğun, anne rahmine düşerek başlayan göçebeliğinin, genç kızlığa giriş dönemine kadar olan bölümünü dile getiriyor. Bu bölüm aynı zamanda bir dönemi de anlatmaktadır. Ellili, altmışlı yılların duygusal insanlarını, yoksullarını, bir tarafta zenginlerini, siyasetin acı yüzünü, altmış ihtilâlını ve iki arada bir derede yaşayanlardan söz ederken; kahramanın göçebeliğini masaya yatırıyor.
İnsanlar, ömürleri bitince nasıl mezarı araç olarak kullanarak başka bir âleme gideceğini düşünüyorlarsa; ana karnını da araç olarak kullanarak dünyaya bebek olarak göçerler. Bu doğal göçün ardından zorlu bir göçmenlik yaşantısı başlar. Her insan, bir âlemden bir âleme göç eder. Canlılar dünyada göçmenliğini yaşarken; oldukları yerden ayrılmasalar dahi her anı göç etme halinde geçer. Yazar, bu anlamda roman kahramanının ağzından göçünü, göçmenliğini soluksuz anlatarak dile getiriyor. Bu anlatış, sıradan bir anlatış değildir. Anlatılarını, gördüklerini, yoluna çıkanları adeta tabloya dönüştürerek okuyucuya sunma şeklindedir. Tabloyu, atasözleri, deyimler, türküler, şarkılar manilerle süslemiş. Her bir söz kız bebeğin, genç olmağa doğru giden yoldaki serüveni anlatıyor.
Romanın kahramanı olan bebek, çok bilinçlidir çünkü konuşmaya annesin karnında başlar. Annesinin yaşadığı olumlu olumsuz her şeyi duyar, yorumlar. Doğumun farkındadır. Pamuk Teyzenin “Fatmaaaa, hiçbirisi içerde kalmaz, hepsi dışarı çıkar! Hele babanın evine varana kadar bekle! “ dediğini duyar ve kendince yorum yapar. Doğumdan hemen sonra hastalanan bebeği iyileşmesi için mezarlığa götürürler. Göçebelik zor şartlar altında geçmektedir. İlk küfürleri mezarlıkta, daha bebekken arabacı Deli Hüseyin’den duyar.
Bir gün, annesi, ninesiyle birlikte onu küçük bir odaya kapatır ve kapıyı kilitler. Başlarındaki bitlerini etrafa yayacaklarından korkmaktadır. Böylece ilk gizli işini de ninesiyle yapmış olur. Dualar okuyarak ikinci katın penceresinden kaçarlar. Kısa sürede zamanın kültürü olan Amerikan kültürü ile tanışır. Ninesinin ağzından onun üç kocasını dinler. Sonra bir erkek kardeşi olur. Adına Ali derler. Baba Mustafa, ortalıkta yoktur, içki içmeğe devam etmektedir. Bu sırada etrafında bulunan ve gece aşktan ölen kadınları tanır. Aç, çıplak, kimsesiz, fakir insanların da farkına varır. Ninesinden öğrendiği dualarla her gece tanıdığı ölülerin adlarını söyleyerek dua eder. Koca dünyada bir başına büyümüşte küçülmüş gibi her derdi, ilk gördüğü yaşadığı her şeyi bir başına, başından atmayı başarır. Çişini tutmayı öğrendiği gibi, tuvalette rahatlamanın hiçbir şeyle ölçülemeyeceğini de bilir.
Ninesinin sigara verdiği deli Musa, bir gün ona, kırmızı etini göstererek taciz eder. Kısa süre gittiği okulda kuyruklu Kürt diyen, kendinden cahil öğretmenleri görür. Mahalle bakkalının onu kucağına oturtması durumuyla karşılaşır. Başına gelen olayın çirkin, yanlış bir şey olduğunu anlayarak kendi usulleriyle kendini korur. Baba Mustafa ortada yoktur. Pis tuvaletlerde duvar yazılarını okur. Amerikan arabalarını, Amerikan yardımlarını bilir. Süt tozundan yapılan sütü, plastik bardaktan içerken midesi bulanır, kusar, balıkyağını içer. Bir gün, Amerika’dan Türkiye’ye gezmeğe gelen insanları önemli bir durummuş gibi görmeğe giderler. Ninesinden dini konularda bilgi edinir ve onları uygulamaya çalışır. Baba Mustafa “boş gezenin, boş kalfası olarak yaşamını sürdürür, içer ve kadınların karşısında çektiği ahları, ofları çocukları duyarlar. Annesiyle gittiği hamam sefalarında “felekten gün çalmayı” öğrenir. Orospu sözü ona güzel gelmeye başlar. Bir gün çocuk aklı ile günün birinde orospu gibi olacağına dair kendine söz verir. Evde şahit olduğu bir olayı şöyle anlatır “ Evde babamla erkek kardeşlerim masada, çıplak ampulün altında oturuyorlardı. “Neredeydiniz?” dedi babam. “Hava aldık,” dedi annem. Babam gülerek erkek kardeşlerime, “ Kadınlar kutularını havalandırır ve ayıları açlıktan öldürürler,” dedi.”
Günlerden bir gün evlerini değiştirmek zorunda kalarak bir göç daha yaşarlar. Deli Saniye, Deli Ayten’le tanışırlar. Deli Ayten’in adamın şeyini tuttuğunu görür. Yine yolda giderken bir adam kulağına eğilerek “Canım, yalayayım seni” dediğinde korkar, koşarak evlerine gider.
Yaşadıkları, gördükleri ona, cinsiyet ayırımının çirkin ve yanlış yönünü öğretir. Bu yıllarda her gece dualarını, dua ettiğin insanların sayısını artırarak sürdürür. Her yerde, gerek duyduğunda, bildiği duaları okur. Mustafa, çok az ortada görüldüğü halde bir kardeşi daha dünyaya göçer. Adına; Siyah Gül derler. Varoşlarda iki kardeşi, annesi, ninesi ve Mustafa ile sefil hayatlarını çevrelerinde bulunan diğer sefillerle sürdürmeğe devam ederler. Her şeye rağmen, bu insanların gece olunca kurtlarını döktüklerini öğrenirken kısa süre içinde “ya sabır” çekmenin gereğini de ninesinden görür ve uygular.
İnsanların göçebelikleri her haliyle sürmektedir. Bursa şehri, onlara ve olanlara şahitlik etmektedir. Çocuk, çok hislidir. Bir gün, delileri ağaçlarda büyüyen Bursa sokaklarında bir deliyi kızdıran insanları görür. Adamın yanında durarak, ağlar.
Başka bir gün dereye düşer. Gülertina’nın annesi dairenin kapısı önünde duruyordur.
“ Güler bana dereye düştüğümü söyledi, gel, elbiselerini yıkayayım, yoksa annen kızar,” der. O evde yaşadıklarını şöyle anlatır “ Elbisemi ona da yıkattım, kocası pijamasıyla bir kanepede oturuyordu, ben, odada don fanila ayakta duruyordum, adam beni bacaklarının üstüne oturttu, bacaklarında sola sağa, yukarı aşağı oynattı, sağ eliyle karnıma vurup “kızım, dereye mi düştün, dikkat et, dikkat et” dedi, bu arada kutumu birkaç kez elledi.” Başka gün boş arazide, yaşlı adamın biri malını açıp, göstererek karısıyla bir şey yaptığını anlatır. Kahramanımız sonra; malın, onbeşe yakın adını öğrenir.
Memleket meselelerini de takip ederler. Kahramanımız okuluna gitmeğe devam eder. Demokrat Partinin seçimleri kazandığını görürler. Okulda arkadaşlarıyla ettiği sohbeti annesine taşır ve çocuk nasıl doğar? Diye sorar. Anne ve babasının böyle bir şey yaptıklarına inanmak istemez. Genç olma yolunda göç ederken kadın, erkek ayırımını yaşar. Artık eskisi ve erkek kardeşi gibi istediği her yere gidememektedir. Bazı akşamlar annesin, babasının nerede olduğunu sorar ”Gece kulübünde. Orada çalışan kadınlarla beraberdir masada oturuyor, kadınlara bol ısmarlıyor, ne büyük adam olduğunu anlatıyor, kadınlar onu dinliyorlar, “Vay vay, Mustafa Bey, ay ay, Mustafa Bey, diyorlar” yanıtını alır. Sonra annesinin, ninesine dönerek” Deli oğlun bizi orospu yapacak” dediğine şahit olur.
Memeleri fındık kadar olduğu zaman “ ikizlerine takke” ister. Alış veriş merkezlerine giderken insanlar meme uçlarını görsün diye manto giyinmez. Bu sıralarda annesi ile çatışır. Annesi, babasının havlusunu kullanmasını yasaklayarak, aksi halde çocuğunun olabileceğini söyleyerek korkutur. Kızdığı için bir gün annesinin giysilerine zarar vermeğe çalışır. Annesi ona beddua ederek” İnşallah, kutundan kudurursun” der. Dut ağacı yaprakları arasında uyuyan ipekböceklerini küçük pipilere benzetir.
Yedinci sınıfa giderken, Demokrat Parti, NATO, Amerika, Kızılderili, CHP, idam, polis, asker, karaborsa, vatan cephesi, “halkım cahildir, politikacılar onu kandırabilir” devrim, Kore’nin yardım çığlıkları hakkında kulağına gelen bilgileri dinler. Nine anlattığı masalı annesinden öğrendiğini söyleyince annesi ”Annen de senin gibi dilinin orospusuydu” dediğini duyar.
Bursa hamamlarında felekten bir gün çalmaya gittiklerinde sakalsız dolaşan kadınların yanında iki ihtiyar ikiz kız kardeşin kutularındaki Makarios sakallarını mavi fiyonklarla bağlayarak dolaştıklarını görür. Zenginlerin deli ettiği Saniyenin ”Memleket battı” sözlerini işitir. Geceleri kollarını emmeye devam eder. Kardeşi Ali’nin arkadaşı ile Mike Hammercilik oynamayı severek sürdürür. Şiirlerden hoşlanmaya başlar.
Mustafa iş aramaya Ankara’ya gider. Bir gün Ali, Orhan, Siyah Gül, annesi, ninesi ve komşularla pikniğe giderler. Sonra onlar Ankara’ya bozkıra göçerler ve orada hep “Bursa, Bursa” diye ağlarlar. Tanıdığı ölüler için dua etmeğe devam eder. Banliyö Lisesine başlar. Öğretmenleriyle takışır.
Bir gün, annesinin, dedesinin, babasının namaz kıldığını görür. Dedesinden dini bilgiler edinir. Annesi Fatma, Babası Mustafa, kardeşleri Ali, Orhan, Siyah Gül, dedesi ve ninesi ile Bozkırdan Ankara’nın içine göçerler. Anıt-Kabir’i ziyaret ederler.
Ankara’da otururken annesi ve Ali onunla yürümek istemezler. Annesi bir deveye benzetir yürüyüşünü. Ali arkadaşlarının ona” fasulye sırığı” dediklerini söyler. Kahramanımız bir günkü durumunu şöyle anlatır ”Kutum, bacaklarımın arasında, Bursa’daki devlet eliyle zehirlenmiş sokak köpeğinin vücudu gibi atıyordu.” Der. Bir gün saksafoncuya âşık olur, aşk dilini öğrenirken, Çamaşırcı kadının sevgilisi olduğunu da öğrenir. Sinemada locada oturan çamaşırcı teyzenin, duvarcı sevgilisiyle öpüştüğünü izler. Ninesi, “erkekle kadın gece birbirleriyle kapışırlarsa, güneş doğmadan önce tepeden tırnağa yıkanmaları gerekir, yoksa şeytan onlara çelme takar. Der.
Ali, burs kazanarak İsviçre de ekonomi okumaya giderek kendini bir anlamda kurtarır.
Kahramanımız on yedi yaşında on parmak daktilo öğrenir. Çalışma fırsatı bulamaz. Bir gün Mustafa’nın isteği ile İstanbul’a gelirler. Limanda bekleyen gemileri görür. Çalışmak için Almanya’ya gitmeğe karar verir. Liseyi bitirmediği halde belge istemeyen görevliyi kandırır, “ Özellikle lise mezunlarını Almanya’ya yolluyoruz. Göreceksiniz, orada yalnızca kültürlü Türklerle karşılaşacaksınız, Berlin’de görüşeceğiz. Orada aracı ve tercüman olarak çalışıyorum. İyi şanslar” diyen görevli kadın sağ gözüyle göz kırpar.
Böylece kahramanımız, kısa süre içinde de kendini Almanya’ya giden orospu treninde sözde işçi olarak bulur.
SONUÇ
Roman, Türk dilinin ve kültürünün zenginliğini yansıtıyor. Yazarın kullandığı anlatış biçimi, akıcı yazı dili üslubu romanı okutturuyor, Romandan söz ederken ilk olarak “bir paragraflık roman” demiştim çünkü bir solukta okudum. Gerçekten paragrafları fark etmeyerek satırların arasında mola vermeden sürüklendim. Ömür denen göçebelik sürecinde de durak yoktur. İsteseniz de istemeseniz de akar zaman ta son durağa kadar. Belki de kendimi romana kaptırınca küçük duraklar ilgimi çekmemiş de olabilir.
Çoğu zaman hayatın gerçekleri, düşüncelerin önüne geçer. Ömür, denen göçebelik yaşanırken önümüze çıkan mektupları iyi okuyup anlamlandıramayız, yanlış seçeneklerin sonucu olarak yanlış yollarda serüvenimizi sürdürürüz. Bazen de olanların, başımıza gelenlerin, bizimle hiç ilgisi olmaz ama faturayı öderiz. Kahramanımız da fatura ödeyenlerden biri. Çocuk saflığına, Allahın ona verdiği değerlere karşı ailesi hiçbir uğraş vermesine meydan bırakmadan geleceğini çizer. Sonuçta; gençliğe adım attığı anda kendini kötü yola doğru götüren trende Almanya’ya göçerken bulur. Olanların sorumlusu değildir ama kabak onun başına patlamıştır. Büyük olasılıkla annesinin, babasının, ninesinin göçebeliği de böyle başlamıştır. Kimse doğuştan kötü değildir. Yaşanan sürece baktığımızda kahramanımızın yaptığı göç çok doğaldır. Bu şartlarda yetişen çocukların sonu ya böyle sonlanır ya da şans eseri çok üst seviyede başarılı biri olur. Ya da hep aynı kalarak kısır bir döngü içinde yuvarlanır. İşte bu yüzden çocukların, büyük göçmenliğe adım attıklarında, ailenin önemi artıyor. Henüz bilinci olmayan, çocuğu hayat felsefeleri ile yönlendiren, eğiten ailedir. Aile, insanların göçmenlik yaşayışında ve bir menzile varmasında etkin olan ilk ve tek yerdir. Aile; güvenilir, dost, kucaklayıcı, merhametli, sıcak bir yuva olmalıdır. Onun için atalarımız “ balık baştan kokar” demişler.
KAYNAKÇA
Adıgüzel ,Yusuf ,Göç Sosyolojisi, Nobel Akademik Yayıncılık, 2016
Bülbül, Cemil- Memiş, Ekrem, Eskiçağda Göçler, Ekin Basım Yayın, 2016
EREN, Hasan, Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, Bizim Büro Basımevi, Ankara 1999,
ERHAT, Azra Mitoloji Sözlügü, Remzi Kitabevi, İstanbul,1996
GENÇOSMAN, Zeki, Kemal, Türk Destanları, Hürriyet yayınları, İstanbul,
HACİP, Has Yusuf, Kutadgu Bilig, Çeviri Reşit Rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2003
Hançerlioğlu, Orhan (?), Türk Dili Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul
MAHMUT, Kaşgarlı, Divân-ı Lügati’t-Türk, Çeviri, Atalay, Besim, tdk, 5. Baskı, Ankara, 2006
-ÖZDAMAR, Emine Sevgi, Çeviri: Ayça, İletişim Yayınları, 2. Baskı Mart 2017
ÖZÖN, Mustafa Nihat, Osmanlıca Türkçe Sözlük, İnkılâp ve Aka Kitabevi, Tan gazetesi ve matbaası,4.basım, İstanbul, Ocak 1965
SAKAOĞLU, Saim, Dede Korkut Kitabı, İncelemeler- Derlemeler, Aktarmalar, I-II- Konya 1998
TURANİ, Adnan, Sanat Terimleri Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 5. Basım, İstanbul, 1993
Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Türk Tarih Kurumu Basım Evi,1988, Ankara
Türkçe Deyimler Sözlüğü, Yeni Dünya Yayınları, İstanbul, 1984
Türkiye Ansiklopedisi- basım bilgileri belli değil-
YAZICI, Murat, Türkçe Deyimler Sözlüğü, Yeniyüzyıl, basım matbaacılık A.ş – Ankara
YILDIZ, Naciye, Manas Destanı, (W Radloff) ve Kırgız kültürü ile ilgili tesbit ve tahliller, AKM Yayınları, Ankara 1995
YUSUF, Ziya, Deyimlerimiz ve Kaynakları, Hür Yayınevi, 1982
YÜZBAŞIOĞLU, Nermin- YÜZBAŞIOĞLU, Muammer, Deyimler Sözlüğü, Kipaş Dağıtımcılık, İstanbul,1985