Sokaklarda Hayat Taşıyor
Sokaklarda hayat taşıyordu. Kahvelerin önünde taş sesleri, kahkahalar, konuşmalar birbirine karışıyor; her ses, yaşamın varlığını kanıtlar gibiydi. Havada tuz ve tütün karışımı bir koku, yüzüme vuran hafif bir soğukluk vardı. Denizden savrulan su damlaları düşüyordu yoluma serin, uyanık, diri bir his bırakıyordu üzerimde.
Kulağımda midyecinin sesi yankılandı:
“Taze midye! Sıcak nefes!”
Sanki bu ses bile insanın var olma çabasını anlatıyordu.
“Merhaba, midyeyi sevmem ama o kadar güzel topluma sesleniyorsun ki bir denemek istedim.”
“Tabii ki efendim, hemen veriyorum. Peki, sen nasılsın prenses?”
“İyiyim abi, dedeme yardım ediyorum.”
“Aferin sana ama okulunu da aksatma, tamam mı?”
“Tamam abi. Dayı, bu gece bu soğuk havada çocuğu neden yanında gezdiriyorsun?”
“Ne yapayım evlat, annesi babası bırakıp gittiler. Benim de durumum yok, hafta sonları mecburen sokaklardayız.”
“Kimin kimseniz yok mu?”
“Yok evlat. Çocuğuna bakmayan babasına bakar mı? Sen de haklısın… Bu arada midye güzelmiş, teşekkür ederim.”
“Afiyet olsun prenses. Bu benden sana bayram harçlığı olsun, kendine iyi bak, tamam mı?”
“Teşekkür ederim abi.”
Fazla konuşmadık ama çok şey söylemişti o bey amca.
Bir bankta sevgililer oturmuştu; elleri buz kesmişti ama birbirlerine dokundukça ısınır gibiydiler. Üstlerine soğuk düşmüş, gözlerinde ise sönmeyen bir sıcaklık vardı. Her yerde bir nefes dolaşıyordu, yaşayan hayatların soluduğu bir nefes.
Bir köşede polis sirenleri yankılandı. Belki bir suçlu yakalanmıştı, belki de bir can daha eksilmişti bu şehirde. Acılar, bir sokak lambasının titrek ışığında kendini belli ediyordu. Evsiz kalmış insanlar hemen karşısında bir bardan yükselen müzik, O ses, bir başka acıyı unutturmak ister gibi, yüksek ve umursamazdı.
Bazı sokaklar sessizdi. Sanki birer hayalet gibi geziyordu karanlığın zirvesinde. Ama o karanlığın bir bölümünde güneş parlıyordu yine; orada da nefes vardı, orada da hayat.
Denizin sesi doluyordu kulaklarıma, her zerresinde huzur. Bankların soğukluğu içimi titretiyordu ama elimdeki çayın sıcaklığı yeniden ısıtıyordu beni. Üstümde kabanım, içimde o sıcaklığın verdiği dinginlik vardı.
Ve gökyüzü…
Her renkten tek renge dönüşmüş, sanki tüm karmaşayı içine alıp huzura çevirmişti. Her yerde bir nefes, bir yaşam vardı.
Bankın yanındaki amca, gözlerinde korku, yüreğinde acı, soğuğun ayazında titriyordu.
“Amca, nasılsın?” diye sordum.
Öylece baka kaldı. Bank iki kişilikti, neden yerde yatsındı ki?
“Gel amca.” titriyor üstü başı yaştı, Oturdu. Titreyen ellerine çay iyi gelmişti, köfte ekmek de cilası olmuştu.
“Denizin maviliğine karşı anlat amca, bu hâlin ne? Yok mu evladın, eşin, dostun?”
Amca derin bir nefes aldı.
“Hepsi vardı da dünya malıyla hepsi yok oldu. Bak evlat, paran var olduğu sürece sen de varsın.”
“Peki amca, eş dost parayla mı var olur? Ailen nerede?”
“Ben batınca hepsi terk etti, gitti. Yüreği bürülmüş, kanadı kırılmış kuş misaliyim.”
“Boş ver amca, giden gittiğiyle kalsın. Bugünlerin yarınları da var, umudunu kesme. Her şey bir öğretidir.”
Tebessüm etti.
“İyi ki geldin, içime su serptin delikanlı. Bazen bir söz mutlu eder, tüm acıları dindirir ya… öyle de oldu.”
İkinci çaylar geldiğinde amcanın gözlerindeki mahcubiyet okunuyordu.
“Dışımız soğuk, içimiz ısınsın, buyur.”
“Teşekkür ederim, var olasın. Afiyet olsun.”
Çay buharla yok olurken gökyüzü, tüm renklerin bir renkte buluştuğu bir tablo gibiydi.
“Bak amca,” dedim, “bu da bir mucizedir, nasiptir.”
Benim kalbim gökyüzüyle ısınmıştı, amcanın yüreği iki çift güzel sözle.
“Şunu da al amca, ben yoluma gideyim.”
“Sen ne yapacaksın soğukta?”
“Ben senin üşüdüğün kadar üşümedim. İsmini bağışlar mısın,
“İnsanlar bir olamamış, isimler yankılansa ne olur… Kal sağlıcakla.”
Amcadan geriye sıcak sohbetimiz ve kocaman bir tebessüm kalmıştı.
Her insanın mutluluk anlayışı farklıydı.
Benim mutluluğum neydi?..
Ersan İnce Bey

