ALÇAK GÖNÜLLÜ İLE KİBİRLİ
Evvel zaman içinde… Kalbur saman içinde… Develer tellal iken… Pireler berber iken… Karıncalar develeri salıncakta sallar iken… Bilinmez hangi çağın birinde… Ya bu dağın gerisinde, ya öbür dağın ötesinde. Eski zamanların birinde bir ülke varmış. Bu ülkenin bir de padişahı varmış. Bu padişah, iyi yürekli, merhametli ve yardımsever bir padişahmış.
Padişah ne kadar alçak gönüllüyse, karısı bir o kadar kibirli birisiymiş. Üstelik şan, şöhret düşkünüymüş.
Gel zaman, git zaman padişah ile eşinin dünyalar güzeli iki kızı olmuş.
Padişahın karısı erkek çocuk doğuramadığı için üzülür dururmuş.
Aradan yıllar geçmiş. Padişahın iki kızı Adel ile Afra Sultan büyüyüp, birer genç kız olmuşlar.
Afra Sultan sarayda çalışan Hafi adında bir aşçıya gönül vermiş. Aşçı Hafi Bey de Afra sultana karşı boş değilmiş.
Gelelim Adel Sultana: O ise ünlü peri padişahının oğlu olan Hani Beye gönlünü kaptırmış.
Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovalamış.
İki kız kardeş, sevdikleri erkeklerle evlenmişler.
Padişahın karısı Dilşah Sultan Afra Sultan için:
-Bula bula bir aşçı parçasını buldun. Onu da bana damat yaptın. Benim gibi birine bu yapılmamalıydı der dururmuş.
Adel Sultan saraya ziyarete geldiğinde ise; Ona çok farklı davranırmış. Adel saraya girer girmez, onun için çeşit çeşit yemekler hazırlanır, eğlenceler düzenlenirmiş.
Zavallı padişah eşi Dilşah Sultan’ın bu ayrımcılığı neden yaptığını bir türlü anlayamazmış.
Bir gün padişah aniden hastalanmış. Kısa bir süre sonra da hakkın rahmetine kavuşmuş.
Dilşah Sultan eşini toprağa verir vermez ülkenin başına padişah diye Hani Bey’i getirmiş.
Sonra da aşçı Hafi ile kızı Afrayı saraydan kovdurmuş.
Saraydan ayrılan Afra Sultan ile eşi küçük bir köye yerleşmişler. Orada çiftçilik ve hayvancılık yapmaya başlamışlar.
Toprakları çok verimli olduğundan her yıl tonlarca buğdayları oluyormuş. Yiyecekleri kadarını alıp, geri kalanını ambarlara doldururlarmış.
Bir an gelmiş ülkede kıtlık baş göstermiş. İnsanlar aç kalmışlar. Tabi saray halkının da yiyeceği tükenmiş.
Bunu üzerine Dilşah Sultan Afra ile Hafinin evine konuk olmuş. Büyük bir pişmanlıkla başlamış konuşmaya:
-Yavrularım! Ben ettim siz etmeyin. Para meğer hiçbir şeyi çözmüyormuş. Size yaptıklarımdan çok pişmanım. Ne olur beni bağışlayın diye yalvarmış.
Afra Sultan annesine yaklaşmış. Elini öpmüş ve:
-Affetmek mi anne? O nasıl söz. İnsan annesine küser mi? Demiş.
Bunun üzerine Dilşah Sultan kızı ve damadından buğday istemiş. Onlar da kabul etmişler.
Ambardaki buğdayın bir kısmını analarına, bir kısmını da köylüye dağıtmışlar.
Günler geçmiş. Ambardaki buğdaylar ile birlikte kuraklık ta bitmiş.
O sene hiç olmadığı kadar bolluk olmuş. Ambarlar buğdayla dolup taşmış.
O günden sonra da ülke kıtlık nedir bilmemiş.
Daldan üç elma düşmüş. Biri sana, bir bana, biri de dinleyenlerin başına.