Küçük an’ları yakalamayı, akışta soluklanmayı seviyorum. Detaylar, bütünden daha çok hoşuma gidiyor; içlerinde kaybolsam da bazen..
Ötekine olan merakımın, ben bana yetmediğinden değil; aksine ben, benden taştığından kaynaklandığını sanıyorum. Bazen bir çocuk oluyorum, bazen yaşlı bir teyze.. Ah, sokak kedisi de sıklıkla… Bazen yaprak, bazen ağaç, bazen…
Şu kısacık hayatta bir tek “ben” olmaya mahkûm edilmek haksızlık, diyorum kendi kendime. Haksızlığı yapanı tanımıyorum ama onu da seviyorum içten içe.. İşte bu yüzden her şeyi ve herkesi azar azar tadıyorum.
Sıra kendimi tatmaya gelince kaçmaya meylettiğim oluyor, bir kez tadarsam bir daha başkası olmayı beceremeyecekmişim gibi hissediyorum. Beni kana kana içmeden bardaktan taşırıyorum böylece.. Sonra kurduğum bu oyuna kendimi inandırıp yeniden küçük an’lara ve insanlara yayılıyorum.
Yayıldığım insanlarla sohbet ettiğim de oluyor.. “Nasılsın?” sorusuna, “İyiyim.” diyorum ve tebessüm etmekle yetiniyorum sadece. Bazıları “Ben de iyiyim.” diyor, bazıları aksini söylüyor.. İyiyim diyenleri kıskanıyorum, “Bir insan nasıl kendisine mahkûm kalıp da iyi olabilir? Acaba onlar da mı benim gibi bir oyun içerisindeler?” diye düşünüyorum.
Diğerlerine de “Ben, seni tadarken bu kadar iyi hissediyorum da; sen, senken nasıl iyi hissetmiyorsun?” diyesim geliyor, diyemiyorum. Bir şey anlamayacaklarını zannediyorum.. Gerçi anlaşılma ihtiyacı da duymuyorum ki.. Küçük an’larda küçük kalmayı seviyorum, hepsi bu.