Uzun ince, yılankavi, taşlık, beton, toprak… Her tür ve şekilden yollar… Bazıları hüzün dolu insanları taşır. Bazıları neşeli, bazıları öfkeli…
Kimileri vardır ki, insanı bir yere değil de bir amaca yürütür. Kişi o amaç uğruna yıllarını verir. Bazen ulaşır istediği yere, bazen de hiçbir zaman ulaşamaz. Bazıları inatçıdır. O yol ne kadar çamurlu ve dikse inadı da o kadar kuvvetlidir.
Yaşamlar gördüm. Bazıları sona yaklaşmış. Her birerinin boğazı düğümlü… Bu yaşam yolunda istediklerimin çoğunu yapamadım. Kendimi beceriksiz, bi çare hissettim. Yoruldum, yıldım, direndim. Yine de istediğim gibi yaşayamadım.
Onlara hep şu klasikleşmiş soruyu sorasım gelirdi. Bazen çekinerek, bazen de direkt; ‘’dünyaya tekrar gelmek ister miydin?’’
Şaşkın bakışlar arasından alacağım yanıtı bekler, gelmeyince de başka başka yüzler arardım.
Bu manasız soruya en çok yılgın, yorgun pespaye insanlar cevap verirdi. Çoğu:’’ Yok yok aman sakın ha. Bi daha mı? Allah yazdıysa bozsun.
Soran bakışlarla yüzüne bakınca da:’’ Ne işim var bu lanet yerde. Ömrüm boyunca güzel bir gün görmedim. Onca yaşamım da tek bir şey öğrendim. Burası zenginler için kurulmuş bir yer. Bana, yani bizim gibilerine göre değil bura be birader.’’
Haksız da sayılmazdı hani… Onların çocukları bilirdi üç, beş dil. Onlar okumuştu başka başka ülkelerde. Onlar solumuştu başarının haz dolu kokusunu.
Ne insanlar, ne çocuklar gördüm: İzbelikleri mesken tutmuş. Kısacık bir okul hayatında öğrendiği birkaç harfle kurduğu cümleler anlamsız. Ne için ve neden yaşadığını hiç sorgulamamış. Onlar sadece yaşamış. Yemek, içmek, hayatta kalmak onlar için yaşamakmış.
Ben se bu yolların ortasında, belli bir yere kadar gelmiş, çocukluğumun imkânsızlıklarında tıkanmış ne uzamış, ne kısalmıştım.
İşte şimdi sorun o klişeleşmiş soruyu bana.
Hayır, tekrar gelmek istemezdim, bu torpilli dünyaya. Bana yaşadıklarım yeter de artar.
Benim yolum buraya kadar. Daha fazlasına müsaade edemez.