Herkesten uzak, bir kır evinde sakin bir hayat yaşamanın tadını çıkartırken birden uzun zamandır yazmadığı düştü aklına. Bu düşünce onu epey kıvrandırdı. Yeni yaptırdığı şöminenin karşısına geçip birkaç odun attı. Odunlar çıtır çıtır yanarken bir kadeh şarabı kendine çok görmedi. Evet, yazmak doludizgin yazmak istiyordu. O sebepten yerleşmemiş miydi bu sakin kır evine?
Beyninin kıvrımlarında yer bulmaya çalışan düşünceler, bir sıraya geçip kâğıda akmalıydı. Nafile. Neydi bu yazarı bu denli verimsiz kılan. Oysa daha geçen yıl çıkarttığı iki koca ciltlik bilim kurgu romanı hala daha liste başı satıştaydı. Ama o bütün bunlara rağmen kendini sığlaşmış, bitik hissediyordu.
Demek ki romancı yaratamadığı yerde kendi ipini çekmiştir diyebilir miyiz? Bunu demek çok kolay değil. Değme romancılar bile bu çıkmaza girmiş, yıllarca yaratamamanın acı sancısını çekmiş, an gelmiş kelimeler kaleminden kâğıda teklifsizce dökülmemiş midir?
Fakat bu adamın kendine olan inancı kır hayatının verdiği rahat ve huzurdan yitmiş, yolk olmuştur. O zorlukların adamıdır. ’Kendine bu tanımı yakıştırmış’’
Bir sabah erkenden uyanıp kendine okkalı bir kahve yaptı. Elini yüzünü bile yıkamadan bilgisayarının başına oturdu. Amacı aylardır süren sancısını kâğıda dökmekti. Saatler geçti. İlk cümleyi bir türlü yazamıyordu. Tüm kıvranmaları boşunaydı. Yoktu işte, yok…
Bi çare kalktı sandalyesinden. Eli ayağı titriyor, ayakta duramıyordu. Kendini doğruca yatağa attı. Gözü tavanda dakikalarca boş baktı. Uykuya daldı.
Evet, bu rahat ortamdı, ona sığlığa iten. Bu kır evi etkilemişti yaratıcılığını. Öyleyse o da bu rahatlığı bozmalıydı.
Kalkınca kendine çay yapmadı. Bir kuru ekmekle öğünü geçiştirdi. Şömineye hiç odun atmadı. Üşüyerek akşamı zor etti. Yine yoktu. Aklına yazacak hiçbir konu gelmiyordu.
Kafayı yiyecekmiş gibi hissediyor, durmadan odada mekik dokuyordu. Ve en nihayetinde yataktan çıkmaz oldu. Ve işte sonunda olan olmuş bunalıma girmişti.
Yine böyle bir günde karşı tarlaya traktörler girdi. İki traktör tarlayı bir uçtan öbür uca sürüyordu. Çıkan gürültü adamı dumur etti. Ruhunu sıktı. Fakat o da ne? Yazacağı konular kafasında bir bir sıralanıyordu.
Vakit kaybetmeksizin bilgisayara koştu. Yazdı yazdı. Taaki traktörler tarlayı sürmeyi bitirdi, bizimki de bitti.
Onu yazmaya iten gürültülü, ruh daraltıcı, kirli,pespaye,keşmekeş ortamlardı.
Ertesi sabah pılı pırtıyı toplayıp kendini şehrin en işlek caddesindeki evine attı. Artık sancılı doğumu sona ermiş, ürünler birbiri ardına gelmekteydi.