İyi ki bu masaya oturdum.Kapı karşımda, pencereden de dışarıyı görebiliyorum.
Geldiğinde aranıp durmasın. Görür görmez koşarım yanına. Allah ‘tan kalabalık değil.
Hafta sonu kesinlikle dolup taşıyordur bu mekan.
Düşüncelerim bu yöndeydi. Bu tabloyu hayal etmiştim. Ama evdeki hesap çarşıya hiç
uymamıştı ve baş belası bir umut paçalarıma yapışmış ve beni yine madara etmişti.
Uzun zaman olmuştu seni görmeyeli, aylar, yıllar. En son hangi aydı hangi mevsimdeydik
bilmem. Belki güneş taş yakıyordu, belki zemheri tam kapımda. Saçlarımın kırıklarını
aldırmış, tel toka takmaktan kurtulmuştum.
Günler öncesinden hazırlanmaya başlamıştım. Kafamda bin tane cümle kuruyordum,
sana neyi en güzel söylerim diye. Beynimden entarinin birini çıkarıyor, diğerini
giyiyordum.
Odun sobasında yanan ateşin sesi ninni gibi geliyor, ıspanak böreğinin kokusunu ilk defa
hisseder gibi zevk alıyordum yaşamaktan.
İçimde kocaman bir umut…
Ha haydi deyip, bütün kar tanelerini atıyordu üstümden. Havanın bütün kasveti dağılmış,
yarın bir arefe gününe uyanmak gibi bir şeydi. Ruhum yeniden yeşermiş gibiydim.
Yeniden doğmuş, yeniden yaşıyor gibiydim. Herkesi sevebilirdim, herkes iyiydi, herkes
güzel…
Canımı sıkan hiçbir şey olamaz diyordum. Güneş olursa tişört giyer, yağmur yağarsa
şemsiyemi alırım diyordum.
En nihayet o büyük gün gelmişti. Sabaha kadar heyecandan uyuyup uyanmış, sersem
gibiydim. Kelebekler karnımda, beynimde, bütün uzuvlarımda uçuyordu sanki. Özene
bezene ütülemiştim bütün elbiselerimi. Saçlarımı on kere yapıp on birincide karar
kılmıştım. Papatya kokulu krem ellerimi pamuk gibi yapmıştı. Umudum vardı, belki
ellerimi tutarsın diye. Yoksa bu kadar özenirmiydim hiç…
Ellerim tir tir titriyor nereye koyacağımı bilemiyordum. Gözlerim heyecandan doluyor,
ağlamaklı oluyordum.
Bu mekanı ben seçmiştim. Sana kalsa kuytu köşe kıytırık bir mekan. Hiç akıl
edememiştim neden öyle bir yer istediğini. Görünmez olmak istediğini. Senle ilk
tanıştığımızda ilk geldiğimiz yerdi burası. Çok değişmiş çok da güzel olmuş. Canlı
çiçekler, fonda çalan İspanyolca şarkılar, mis kokulu kurabiyeler.
O zamanlar sen benimdin. Oysa şimdi…
Acaba neden çağırmıştın ?
Ah ! Umut…
Sendin bunu yapan. Beni inandıran. Hevesli bir çocuk gibi buraya koşturtan. İçimi biraz
sancı sarıyordu, ama yok diyordum kötüyü düşünmek yok.
Evet diyordum, iyi ki bu masaya oturdum. Hem kapıyı görüyordum, hem dev camlardan
dışarıyı. Sağdan da gelsen görecektim seni, soldan da gelsen. İlk gördüğümde ne
hissedeceğim diye düşünmekten kalbim duracak gibi oluyordu. Seni görmeden
gölgenden tanımıştım seni.
Yüzüne bakamayacak kadar heyecanlı, belli etmemeye çalışırken iyice aptallaşan
bakışlarım…
Kalabalığa ürkek bir bakış atmıştın, bir şeylerden ürktüğün çok belliydi. Seni kimsenin
görmesini istemiyordun. Bense herkesin beni görmesini. Yanımda sen varken.
Kapıdan babam girse umursamayacaktım.
İki çay söylemiştin, kaşığı yine tersinden çeviriyordun, hala daha kültablasında sigaranın
külüyle oynuyordun. Hiçbir şey değişmemişti. Sesin, ellerin, bardağı tutuşun hep
aynıydı. Bir iki güzel söz söylemiştin hayatıma dair, bana dair. O saat anlamıştım niyetin
farklıydı. Beni övüyor muydun, yeriyor muydun belli değildi. Gözlerim dolmaya
başlamıştı, kocaman açıyordum gözlerimi bir kırpsam zaten düşünemiyorum bile. O an
orada kaybolmak istiyordum, bir cüce olsam diyordum ya da ne bilim yer yarılsın içine
gireyim öleyim, ne bilim işte aklına ne gelirse….
En nihayet sadete gelmiştin. Bütün incilerini bir bir döküyordun. İyi bir insan olduğumu
da söylüyordun, güzel olduğumu da. Yolumun açık olduğunu da söylüyordun,
geleceğimin parlak olduğunu da.
Ama çekil git artık diyordun, gölge etme. Alın yazısı gibi görme… Kafama vura vura
söylüyordun seni unutmamı.
Gönlünü cılız bir kıza çoktan kaptırmıştın. Ne de güzel anlatıyordun göğsünü gere gere.
Tek bir kelime dahi söyleyecek mecalim kalmamıştı. Beynimde adını bilmediğim
insanların selaları veriliyor, kendi cenaze namazım kılınıyordu.
İki bardak çayın hesabını ödedin ve gittin…
Senin bütün hesabın kapanmıştı.
Oysa benim bütün hesaplarım yeni başlıyordu.
O günden sonra güneşin doğduğuna da sövdüm, şemsiyenin koluna da, papatya kokulu kremi ise hiç sorma.
Bir daha da hiç çay içmedim bunu da unutma.