Dudaklarında titrek bir cesaret var. Ürkünç kelimeler tükürüyorsun. Ve gözbebeklerinde parçalanan bir tebessüm, kahkahalarımdan geçiyor. Doğrusu, yolu da sormuyorsun… Bir aşinalık var tavırlarında; sanki, beni kendinden tanıyorsun…
Bakışlarında bir şeyler var. Tanıyan bir bakış mı bu, yoksa tanımaktan mı korkuyorsun anlamıyorum. Malum ile Meçhul’ün hiç bitmeyen kavgası… Birbirinin karnına girmiş iki hançer. Ben yarınlarımı taşıyorum sırtımda, sen hiç indirmiyorsun dünü… Hangimiz son verecek buna? Hangimiz cesaret gösterecek mahvetmenin zevkine? Kelimelerin henüz icat edilmediği çağlarda, insanların bir takım kabalıklarla dert yandığı devirlerde tanısaydım seni: Seni seviyorum, derdim. Belki kimsenin anlamayacak olmasından, belki de daha önce hiç kirlenmediği için başka dudaklarda… Ama ben seni başkalarının kelimeleriyle sevmem.
O yüzden de sevmezden gelirim seni. Gözlerimi durduramam gerçi, yine de çeşitli tuhaflıklar yaparım – kafa karışıklığıyla meselelerden sıyrılmak için kendime ait tuhaflıklarım vardır benim – ve sarf ettiğim tüm bakışları sıfıra indirgerim. Şimdi sen söyle, sıfır; meçhul müdür, malum mu?