Vaktinden önce yaşlanmış bedenini, gördüğü ilk banka atıverdi kadın. Bohçasında taşıdığı göznuru örgüler, iğne oyalarları ve kilim desenli patikler yüreğinde bir uhde, sırtında ise koca bir yüktü… Çantasından çıkardığı yarım şişe suyu ‘Bismillah’ deyip üç nefeste içti.Yaşmağının bir ucuyla alın terlerini sildi gururla …Önünden geçen insan türlerine baktı; burnu havada, bilmem kaç cm topuklusu ile dengede durmaya calışan döpiyesli ofis kadınlarına, birbirlerine sırnaşan, aşko kuşko konuşan embesil varlıklara, ekonomiyi eleştirip, zamdan dem vuran vatandaşlara.Biraz ilerde mendil satmak icin arabaların önüne atlayan, yalın ayaklı çocuklara ilişti gözleri, ‘Gelin hele bu tarafa’ der gibi el salladı.Koşarak geldi çocuklar, yalpalayarak…Cebinden çıkardığı cüzdanvari keseden üç beş kuruş uzattı çocuklara “Alın, bu sıcakta kavrulmuşsunuz, gidin bi Su için!” dedi başlarını sıvazlayarak. Sekerek uzaklaştı çocuklar caddeye doğru…Çocukların sevincini izlerken telefonu çaldı. Ahizeden gelen emrivaki sese, “Olur, Handan hanım, sabah erken gelirim, çıkmadan da yemek yaparım.” diye cevap verdi ölgün ses tonuyla… Bir süre daha oturdu bankta, güneşin vedasını izledi. İnsanların bağırtılı çatlak seslerini dinledi, bir iki şuh kahkahanın sahibine başını çevirip baktı. Marketin önünde ‘dondurma’ diye tepinen çocuğa gülümsedi. ‘Ya Allah’ dedi seslice…Bohçasını koluna taktı. Alaca karanlıkta yavaş ama seri adimlarla yürüdü. Işıldayan caddelerden geçti. İnsan bendlerini yararak, soğuk kaldırımları arşınladı. Geçtiği her kahvehanenin kapısına bir beddua bıraktı, yıkılan yuvasının anısına. Kör bir lambayla aydınlanmaya çalışan, dar bir sokaktan içeri girdi. Bunca kalabalığa, onca insana rağmen hiç fark edilmedi… Bir Allah’ın kulu da merak etmedi… Kör sokak lambasının altında zifiri karanlığa doğru, ardında sessiz bir çığlık bırakarak kayboldu…