• Destek
  • Üye Ol
  • Yazar Girişi
  • Abone Ol
0 553 423 00 17 kibelekulturs@gmail.com
Kibele Kültür Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
Kibele Kültür Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
No Result
View All Result
Home Öykü

İlmek İlmek Sessizlik

İclal Doğan by İclal Doğan
5 Temmuz 2025
in Öykü
0
0
SHARES
5
VIEWS
Share on FacebookShare on Twitter

 

 

 

Sabah güneşi, eski tahta pencerenin kırık camından süzülüp yere düştü. Yorganın ucundan çıkan eller kırışık ve iplik gibi incecikti.  Perdeler kapalıydı ama camın ardından gelen solgun ışık, odanın köşelerinde belli belirsiz gezinmeye başlamıştı. Gözlerini açmadan önce bir iç çekiş duyuldu odada. Bu yorgunluk gibi değil, sanki başka türlü bir kabullenişin sesiydi. 

Sessizce yataktan doğruldu. Üzerindeki ince penye gecelik, sabaha karşı soğuyan havadan ürpermesine neden oldu. Geniş kalçalarını saran yün eteği yatağın kenarına bırakmıştı onu giyindi. Ayağını eski terliklerine sokarken, diz kapaklarının ağrısını duyumsadı. Yaşadığı evde hiç kimse onun ağrılarını sormazdı. Zaten o da anlatmazdı. 

Zehra elli iki yaşındaydı. Yaşı, yorgun teninde, kollarındaki hafif sarkmada, örgü örmekten nasır tutmuş baş parmağında gizliydi. Ama yüzü hala duruydu. Geniş alınlı, yuvarlak çeneli, kavisli kaşlarının altındaki gözleri koyu ela ve beklenmedik bir derinlikteydi. Gözlerinin altında beliren mor halkalar, uykusuzluk değil yıllardır biriken sessizliği taşır gibiydi. Aynanın karşısına geçti. Siyah saçlarının arasında hızla yayılan beyazlar, gelişi güzel toplanmıştı ensesinde. Kaynanası bu saatte kalkmazdı. Halil ise çoktan işe gitmiş olurdu. Ev sessizdi. Bu Zehra’nın en sevdiği saatlerdi. Mutfağa geçti. Çayın altını yaktı. Demlik eskimişti ama alışkındı, tıpkı kendi gibi çatlamadan dayanmaya. 

Mutfak masasının kenarındaki tabureye otururken gözleri tezgâhın bir köşesine itilmiş örgü sepetine takıldı. Üzerinde, daha önce başlamış ama yarım bırakılmış bir atkı duruyordu. Gri ve sarı karışımı. Gri ipliği o gün özellikle seçmişti. O sabah hiç konuşmamışlardı evdekilerle. Zaten konuşmaları bir iki kelimenin ötesine geçmezdi. Zamanla konuşmayı da bıraktılar işte. Gri onun ‘Duvar’ rengiydi, sarıysa ‘Özlem.’ 

Çay suyu kaynamıştı. O demini alana kadar sepete bakmak istedi. Atkının hemen yanında bir broşür vardı. Kadın Derneği’nin sergisiydi. Gün bugünün tarihiydi. Geçen hafta koymuştu onu oraya. Ama unutmuştu. Ya da düpedüz önemsememişti işte. “Benim ne işim var sergide?” deyip masanın kenarına bıraktı. 

Demini alan çayını ince belli bardağa doldurdu. Elini çay bardağının üzerinde tuttu bir süre. Isınmak için değil, düşünmemek için. İçinde garip bir kıpırtı vardı. Sergi? İnsanların örgülere bakıp elleyecekleri yer. Ya motifleri fark ederlerse? 

Zehra suskundu. Duvardaki saate baktı. Sekiz buçuk. İçinde ne olduğunu bilmediği bir kararın yavaşça ilmek ilmek atıldığını hissetti. Belki de gitmeliydi. Bu zamana kadar susmuş, kaderine razı gelmişti de ne olmuştu. Hiç! Koca bir hiçten başka bir şey elde etmemişti. Şimdi onun içinde örgüleri içinde görünür olma zamanıydı… 

 

Kıpırtılar bir kere baş göstermeye başlamıştı. Durduramıyordu. Çayını üç yudumda bitirdi. Masanın üzerinde bıraktı. Ayağa kalktı. Bir karar verdiğini söylemedi ama yürüyüşü bile değişmişti artık. Yatak odasının köşesindeki naftalinli oyma sandığın kapağını açtı. Her şey oradaydı. Dantel kenarları, eski yazmalar, yarım kalmış işler… Ama asıl örgüler alt kata gizlenmişti. Sarı naylon torbalar içinde, katlanmış ama buruşturulmamış. Birinci torbayı açtı. İçinden battaniyeyi çıkardı. Gri, sarı ve mor renklerden oluşan geometrik motiflerle bezenmişti. Her karenin ortasında bir kelebek vardı. Ama hepsi eksikti. Ya kanatlarının ucu yoktu ya da gövdeleri silik bırakılmıştı. Zehra bu battaniyeye hep “İçimde kalanlar” demişti ama kimse duymamıştı. Elini yavaşça üstünde gezdirdi. “Bu gider.” İlk karar verilmişti. İkinci torbada yelekler vardı. Biri çok sevdiği bir modeldi. “Çift çiçek” motifiyle örülmüştü. Koyu yeşil üzerine mürdüm rengiyle işlenmişti. Ortadaki desen, fark edene iki insanı anlatırdı. Birbirine bakan ama hiç konuşmayan iki çiçek. Zehra’nın gözünde kendisinin ve kaynanasının simgesiydi.  

Bir başka yeleği eline aldı. Kalbine yakın tuttu. Götürüp götürmemekte tereddüt etti. Ya biri anlarsa? Ya biri sorarsa? Ne demeliydi? Kırık iki kalbin ortasında yeşeren dikenin olduğu bir motifti bu. Kimsenin görmediği yerde, kimsenin bilmediği yerdeydi hep, yine orada kalmalıydı. Kalbinin en sessiz yerinde, en güçlü sesi olarak orada kalmalıydı. Tıpkı bunca yıl kaldığı gibi… 

Üçüncü torbada yalnızca kendisi için ördüğü bir hırka vardı. Açık bej renginde, sade gibi görünse de omuzlarına doğru yükselen zikzaklar vardı. Çoğu kişi anlamazdı. Ama o biliyordu ya yeterdi. Bu motif Sabır basamağıydı. Her zikzak bir yılı temsil ediyordu. Yirmi dört taneydi. Kocasıyla evlendiği günden beri geçen yılların iziydi onlar. Boğazında bir şey düğümlendi. Sevgisiz geçen yirmi dört yıl. Tek kişilik evlilik. Çok uzun zamandı. Ağlamadı ama içinden bir yorgunluk boşaldı. Bir kumaş çanta çıkardı. Seçtiklerini, dantellerini ve ince bir şalı içine yerleştirdi. Şalı seçmesinin sebebi motif değil, renkti. Mürdüm ve gri. Sergiye götürmek istediği şeylerin bir kısmı örgüydü ama bir kısmı da sırdı. Ve o sırların hangisinin paylaşılabileceğini yalnızca o biliyordu. 

İlk kez kendi ördüğü şeylere dışarıdan bakacak, belki biriyle paylaşacaktı. İlk kez kendi kendine ördüğü hikâyeyi, başkalarının önüne koyacaktı. Sessizce çantasını kapattı. Hazırım, dedi içinden. Ya da hazır olmak neyse, o kadarıyla. 

Masadaki kırıntılara, kaynanasının sessiz bakışlarına, evin havasız odalarına aldırmadan portmantodan ceketini ve çantasını alıp arkasına bakmadan evden çıktı. Minibüse binerken çantası kucağındaydı. O çanta onunla beraber taşınan her şeyi barındırıyordu. Renkleri, ilmekleri ve yılları. Kalabalık içinde pek konuşmadan, para uzatıp cam kenarına oturdu. Yol boyunca kucağındaki çantayı tuttu. Sanki biri onu almaya çalışacakmış gibi sıkı sıkı tutundu. 

Serginin yapıldığı Kültür Merkezine vardığında, karşısında geniş camlı, ferah bir bina belirdi. Kapıda “Kadın Emeği” “İlmek İlmek Hayatlar” yazıyordu. Zehra o an bu başlığı kendi kulağından duymuş gibi oldu. İçeri girince ilk hissettiği şey parlaklıktı. Duvarlarda pastel renkli panolar, masalarda renkli işlerle dolu sergi alanları… Herkes bir şey anlatıyordu. Biri cam boncuklardan yaptığı takıları gösteriyordu. Biri nakışlı bebek battaniyesini. Kahkahalar, açıklamalar, anılar dolaşıyordu havada. Zehra biraz geride durdu. Ayaklarının ucunda bir ağırlık hissetti. Belki de yılardır ev içinde sesini kısmaktan, yürürken bile iz bırakmamaya alışmıştı. Şimdi burada, dikkat çekecek olmaktan çekinmişti. Köşede ışığın doğrudan vurmadığı, kimsenin tercih etmediği, boş kalan bir köşe vardı. Tezgâha yaklaşıp sanki sandık açarmış gibi yavaşça çantasını açtı. Her şeyi tek tek çıkardı, Kat yerlerine dokunarak. Battaniyeyi düzgünce serdi. Uçları kıvrılmasın diye tülbentleri yanına dizdi. Yeleği ortaya yerleştirdi, tam kalp hizasına gelecek şekilde. Şalı kenara, dökülür gibi serdi. Sanki rüzgârda uçuyormuş gibi dursun diye. O an biri geçerken durdu. Bir kadın yeleğe uzandı. Gözlerini kısmıştı. Motife yakından baktı. Ama birşey demeden devam etti. Zehra yerinden kıpırdamadı. Tezgâhın arkasında bir sandalyeye oturdu. Kalabalığın içinde yine yalnızdı.  

Dakikalarca onlarca kişi geçti. Biri battaniyeyi çok estetik buldu. Biri renklerin modern olduğunu söyledi. Ama hiçbiri motiflere sorular sormadı. O da hiç birşey anlatmadı. Gün sonuna doğru bir kadın masanın önünde durdu. Otuzlarında, sessiz. Parmağını battaniyedeki kelebek motifine uzattı. 

“Bunlar yarım mı örülmüş?” 

Zehra başını kaldırdı.  

“Evet…Bilerek.” 

Kadın neden? der gibilerinden baktı yüzüne doğru. Zehra gözlerini indirmedi. Derin bir nefes aldı. İçindeki kuvvetli ses dedi ki: “İşte şimdi…” 

Ve anlatmaya başladı. Ama o an anlatacakları bambaşka bir bölüme aitti. Kadın hala parmağını battaniyenin yarım kalan kelebeğine dokunduruyordu. Kafasını çevirmeden sordu: 

“Yarım örülmüşler… Ama neden?” 

Zehra başını eğmedi. Bu defa kaçmadı. Kadının gözleri onun gözlerine değil ördüğü kelebeğe bakıyordu. Bu Zehra’ya konuşma cesareti verdi. Göz teması ürkütürken, motif üzerinden anlatmak sanki daha kolaydı. Çünkü zaten hep böyle konuşmuştu o. Renkle, ilmekle, desenle. 

Bir yutkunma sesi duyuldu sonra konuşmaya başladı. Sesi alçak ama duruydu. Yavaştı ama hiç titremedi. “Bu kelebekler uçmak üzereydi ama her biri bir yere takıldı. Biri “doğuramadın” diyen kaynanamın sözüne. Biri kocamın duvara bakıp beni görmeyen gözlerine, biri de kendi sessizliğime.” 

Kadın yavaşça döndü. Artık göz göze geldiler.  

“Yani her biri bir eksiklik mi?” 

“Eksiklik değil, yarım kalmışlık. Uçması mümkünken duvarlara çarpan şeyler. Ama yine de ördüm. Çünkü yarım kalmakta bir biçimdir. Anlatılmalı.” 

Bu sözlerden sonra çevredeki uğultular azalmaya başladı. Sanki bir şey oluyordu. Birkaç kişi daha yaklaştı tezgâha. Bir kişi, bir kişi daha derken iyice kalabalıklaştı. Herkes onun örgülerine, el işlerine bakmaya başladı. İnsanların yüzündeki merakı okudu, fısıltıları duydu. Anlatmalıyım, dedi ve söze başladı. 

Yeleği gösterdi. “Bu motif birbirine bakan ama birbirini duymayan iki çiçek. Biri bendim biri kaynanamdı. Aynı evdeydik ama hiç çiçek açmadık.”  

Şalı gösterdi. “Renkler uyumlu gibi, ama iç içe geçmez. Gri yalnızlıktır, mürdüm ise sitem.” 

Arkalardan biri fısıldadı “Siz yıllardır böyle mi konuşuyorsunuz?” 

Zehra dudaklarında buruk bir tebessümle başını salladı. Sergide kalabalık artmaya başladı. Zehra’nın tezgahının etrafında dairesel bir huzur oluştu. Kimse yüksek sesle konuşmuyordu. Çünkü herkesin içinde bir yer, o motiflerde kendi sesini duymuştu. Ve o an Zehra, ilk kez hem örgülerini hem de kendini tamamlanmış hissetti. Talep olmasına rağmen birkaç parçadan fazlasını satmadı. Öyle ya insan kendi geçmişini nasıl satardı? 

Eve döndüğünde onu yine sessizlik karşıladı. Duvarlarda bangır bangır yankılansa da o oralı olmadı. Çünkü artık içinde bir aydınlık vardı. Bir umut… 

Koltuğa kurulup örgü sepetini kucağına aldı.  

“Anlatacak çok şey var” dedi kendi kendine. 

Biliyordu artık yalnız değildi. Örgüleriyle beraber sesini duyanlar vardı. Hayat bazen yarım kalmış gibi görünse de her ilmekte yeniden başlamak mümkündü.  

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
Previous Post

Şehir ve Sen/ Yiğit Mete Han

Next Post

Eksik anılar

İclal Doğan

İclal Doğan

"Dünyada bana, ne istiyorsun, diye sorsalar, hiç düşünmeden vereceğim cevap şudur: Anlaşılmak istiyorum.” demiş Sabahattin Ali. Fikirlerin ve hislerin çakıştığı bir ortamda büyüyünce insan anlaşılmak için konuşmayı değil çakışmamak için susmayı tercih ediyor. Ben de bu sebeple konuşmayı bıraktım ve sözlerin büyüsüne kendimi kaptırdım. Yazıkça yazdım. Hala da yazıyorum. Nazım Hikmet’in aşık olmaya aşık olması gibi ben de yazmaya aşık oldum. Ve ömrüm boyunca bu aşkla yaşayıp bu aşkla anılmayı umuyorum.

Next Post

Eksik anılar

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

No Result
View All Result

Hakkımızda

Kibele Kültür Sanat Logo

Kibele Kültür Sanat

Merhaba sevgili okur.

Mitolojide Tanrıların anası olarak bilinen Tanrıça Kibele’nin anaç, üretken, hayatın devamını sağlayan özelliklerinin uğruna inandık. Ve onun adını kullanıp Kibele Sanat olarak edebiyatta biz de varız dedik. Edindiğimiz misyonla amacımız; bizden önceki kalem ustalarımızın bayrağını, gelecek kuşaklara ulaştırmak. Çünkü edebiyat dünya tarihini içinde barındıran devasa bir ansiklopedidir… Devamını Oku

Arşivler

  • Temmuz 2025
  • Haziran 2025
  • Mayıs 2025
  • Nisan 2025
  • Mart 2025
  • Şubat 2025
  • Ocak 2025
  • Aralık 2024
  • Kasım 2024
  • Ekim 2024
  • Eylül 2024
  • Ağustos 2024
  • Temmuz 2024
  • Haziran 2024
  • Mayıs 2024
  • Nisan 2024
  • Mart 2024
  • Şubat 2024
  • Aralık 2023
  • Eylül 2023
  • Ağustos 2023
  • Temmuz 2023

Kibele Kültür Sanat Logo

Kategoriler

  • Anlatı
  • Araştırma
  • Deneme
  • Genel
  • Hakkımızda
  • İnceleme
  • Kitap İncelemeleri
  • Masal
  • Öykü
  • Roman
  • Şiir
  • Sinema
  • Sizden Gelenler
  • Söyleşi
  • Tiyatro
  • Yeni Çıkanlar

Son Yazılar

  • DADA KAHVERENGİSİ DENİZLERDEN BİR SAHNE / Galip Uçar
  • Kuyu
  • İkilem
  • Eksik anılar
  • İlmek İlmek Sessizlik

Copyright 2023 - 2025 Haziran K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi All Right Reserved. Developer by Fedora Bilişim Teknolojileri İnternet Danışmanlık Hizmetleri Basım Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi. Bu sitede yayınlanan ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, hiçbir şekilde kullanılamaz, izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi'ne aittir.

KİBELE Abone
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol

Copyright 2023 - 2025 Haziran K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi All Right Reserved. Developer by Fedora Bilişim Teknolojileri İnternet Danışmanlık Hizmetleri Basım Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi. Bu sitede yayınlanan ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, hiçbir şekilde kullanılamaz, izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi'ne aittir.