Bu havuzu seviyorum. Zeminde ve kenarlardaki mavi karolar, kıpırdaşan küçük dalgaların yansımaları, hipnotize edici sesi ruhumu dinlendiriyor. Suyu seviyorum. Güneşin sıcaklığını ve iyileştirici gücünü duyumsuyorum. Havuzda top oynayan çocukların sesleri, gelip geçen gençlerin heyecanlı sohbetleri, yaşını almış havuz müdavimleri, küçük grupların uzaktan gelen kahkahaları, hatta üzerime sıçrayan sular, beni sarıp sarmalayan huzuru bozmuyor. Zaman zaman gözlerim kapalı, havuzun gizemli müziğini içimde biriktiriyor, havuzu kutsuyorum.
Elimdeki kitap kaydı düştü, gözlerimi açtım. Havuzda artık fazla kimse kalmamıştı. Bir çocuk simidine abanmış, ayaklarını çırparak ilerliyor, gülümseyerek çevresine bakıyordu. Çok mutlu görünüyordu. Onu izlerken ben de gülümsedim farkında olmadan. Çocukluk anılarıma gittim. Havuz yoktu benim çocukluğumda. Köydeki evimizin yakınında bir dere vardı. Selim’le oraya gider oynardık. Derede balıkların peşine takılır, suya dalıp çıkar, yorulunca üzerimizden sular damlayarak koşup çimenlere uzanır, annemin hazırladığı bazlamalardan yerdik. Sonra dere kıyısından taşlar toplar -özellikle düzgün ve yuvarlak olanlarını- evde onlardan kaleler yapar, beş taş oynardık. Yassı olanlarla taş sektirirdik. Kimin taşı daha uzağa giderse o kazanırdı. Bu havuzda yoktu böyle şeyler. Ama su vardı, hafif bir rüzgâr vardı, ağaçların belli belirsiz hışırtısı vardı. Dere kenarındaki el değmemiş doğayı, oyunları, çocukluğumun neşesini tüm varlığımda tekrar yaşadım.
Çocuk ayaklarını çırparak havuzda gidip geliyordu. Anne yandaki şezlongda oturan arkadaşıyla mı laflıyordu bilemedim ama çocuğun gözleri onu arıyordu. Bir an dikkati dağıldı, simit elinden kaydı, peşinden gitmeye çalışırken su yuttu, nefessiz kaldı. Boğuk boğuk aksırdı. O sırada havuzda yüzen bir iki kişi durumun farkına varmadı. Çocuk can havliyle çabalıyor, çabaladıkça daha çok su yutuyor, ama simidine yaklaşamıyordu. Yardım da isteyemiyordu. O sırada havuzda olan bir genç çocuğu fark etti, hemen ona doğru yüzdü, çocuğun başını sudan çıkartıp kenara doğru sürükledi. Havuz kenarında bir hareketlilik oluştu, anne silkindi, dehşet içinde havuza koştu, her şey birkaç dakika içinde olup bitmişti. Annenin çaresizliği ve gözyaşları, gencin çabası, çocuğun morarmış dudakları, koşup gelen görevliler, her şey birbirine karışmıştı. Suni solunum yaptılar, ambulans çağırdılar, çocuğu götürdüler.
Ben donup kalmıştım. Titriyordum. Orada değildim sanki. Gözlerim havuzu, çocuğu, anneyi, hiç kimseyi görmüyordu. Dişlerim birbirine vuruyordu, kollarım kaskatıydı. Yumruklarım sıkılmıştı. Bir sis bulutu içinde başka bir yaz gününe gitmiştim. O dere kenarına. Bu sefer sahne farklıydı.
Şakalaşıyorduk. Birbirimizi suya batırmaya uğraşıyor ve kahkahalar atıyorduk. Güneşin ışıkları ağaç dalları arasından pırıl pırıl sulara vuruyor, masmavi gök üzerimizde parlıyor, iki bembeyaz pamuksu bulut süzülüyordu. Yorulmuştum, kıyıya çıkıp uzandım. Selim henüz sudaydı. Köpüklerle oynuyor, dereden geçen küçük balıkların peşinden gidiyor, etrafa sular sıçratıyordu Bir ara dengesini kaybetti, bir dala uzanıp kalkmaya çalıştı, sendeledi, tekrar düştü. Derenin sularıyla biraz açığa sürüklenmiş, belki de çakıl taşları ayağına batmıştı. Abi, abi diye seslendi, ben oynamak istemediğim için duymazdan geldim. Şakacıydı. Kandırırdı beni çok zaman. Sonra baktım su yutuyor, dibe doğru batıyor. Hemen koştum, dereye atladım, onu sürükleyerek sudan çıkardım. Aksırıyor, nefes alamıyordu. Sırtına vurdum, baş aşağı çevirmeye çalıştım, boşunaydı. Nefes alamıyordu. Yüzü, dudakları morardı. Ağzında burnunda köpükler birikti. Bayıldı. Etrafta kimse yoktu. Gözümde yaşlarla ne yapacağımı bilmeden bağırarak yardım istedim. Yola doğru koştum. Kimse geçmiyordu. Tekrar çaresizce onun yanına döndüm ama artık nefes almıyordu. Onu orada bırakıp eve koştum. Annem evdeydi, “çabuk anne, Selim” diyebildim ancak. Annem yine ne var bakışı attı bana, bıkkın şekilde. Kim bilir ne muzırlık yaptılar diye düşündüğü belliydi. Sonra yüzümdeki korkuyu ve çaresizliği gördü. “Selim anne, Selim” diyebildim. “Boğuldu”. Şaşkın şaşkın bana baktı. Sonra birden anladı, elindekileri fırlattı, koşmaya başladık ikimiz de. Bir yandan da koşun, Selim boğuldu diye feryat ediyordu. Komşulardan iki genç koşa koşa geldiler peşimizden. Onu ağacın altında sessiz yatarken görünce hemen suni solunuma başladılar. Ama boşuna. Kalp tekrar çalışmadı. Ambulans geldi, karga tulumba sedyeye alındı ama cansız bir bedendi artık. Kurtarılamadı.
Ona yardım edemedim. Onu kurtaramadım. Çocuktum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Kuş sesleri arasında, ağaçların yeşili arasında en güzel yerde, bir cennette onu kaybettim. Çocukluğumun gülen yüzü, en iyi dostum, oyun arkadaşım, alaycı yaramazım öylece, durup dururken gitti. Hiçbirimiz artık eski gibi olamazdık. Olamadık. Kendimi suçlamayı bırakana kadar yıllar geçti. Gördüğüm her çocuk yüzünde onun gülümsemesi vardı, anlık gülümsemeler. Sonra donuklaşan, soluklaşan, nefessiz kalan gülümsemeler. Kulaklarımda Abi diye beni çağıran sesi giderek kısıldı, kısıldı, kayboldu. Yaşamımızda güzel şeyler olduğunda bile bir burukluk, anlık bir hüzün gelip geçerdi hep. O eksikti. Selim. Can parem.
Havuzun kenarı yavaş yavaş boşaldı. Şemsiyeler şezlonglar kapatıldı. Peştemaller havlular toplandı. Başlar öne eğikti. Kimse konuşmak istemiyordu. Dışarıda belki tartışmalar, hıçkırıklar vardı. Ama havuz sessizdi. Ben bir hayat kurtaramamanın lanetini taşıyarak doğruldum oturduğum yerden. Dudaklarımda acı bir gülümseme, yılların utancı vardı. İlk ben fark etmiştim boğulduğunu. Taş kesildim. Kalkamadım. Öylece izledim. Tutup çıkaramadım onu.
Üzgünüm Selim.