Son zamanlarda çok özler oldum çocukluğumu, üzerimde siyah önlüğüm, elimde beslenme çantamla okul yolunu. Saçlarımı iki yandan kuyruk yapmış annem, bir de beyaz kurdele takmış, şarkı söyleyerek yürüyorum, adımlarım umutlu. Evimde aile kavramının verdiği huzur duygusu, anne kucağı, baba güveni…
Çocuk olsam yeniden, ablamın aldığı hikaye kitaplarını okusam heyecanla, yanan sobanın arkasındaki minderde. Akşamları düşük voltajlı elektrik neşemize engel olmasa yine. Sessiz film oynarız, şiir okuruz nasılsa! Sonra giyinsek bir hafta sonu baştan aşağı sarı kırmızı, maç izlesek hep birlikte. Evde bir bayram havası. On numara çubuklu formam sırtımda gururla, elimde galibiyet dondurması. Çocuk olsam yeniden, kapı önü çay sohbetleri ederken büyükler, saklambaç oynasak arkadaşlarla. Belki teknoloji yoksunluk yıllarıydı ama hangi teknoloji veriyor şimdi o huzuru? Postacıyı görme sevinci sağlamıyor ki baz istasyonu! Özenle yazdığımız mektuplar vardı, sıcacık, samimi, kısa mesaja benzemiyordu hiç, kokusu kalıyordu elinin kağıtta. Çocuk olsam yeniden, ablamların odasına dalsam gizlice, onlar şiir okurken dinlesem usulca. Galata Kulesi’nden düşen Vedat’a üzülsem mısralarda, Hiroşima’da hep çocuk kalanlara… Pazar günlerinin sabah başlayan ahesteliği akşamüstü yerini okul telaşına bıraksa, ödevlerin son dokunuşları, banyo sırası, önlüklerin ütüsü…
Topumuz kaçsa komşunun bahçesine, ses çıkarmadan almaya çalışsak gizlice, ah o demir kapının gıcırtısı hâlâ kulaklarımda. ‘Keseceğim o topu’ diye bağırsa arkamızdan yaşlı amca. Yapmazdı bilirdik, kin bilmezdik! Komşuluk da başkaydı o zamanlar. Öyle her eksikte markete gitmezdik! Belki çok şeye sahip olduk sonraları. Dijital makineler, dünyaya her an ulaşan ağlar cebimizde, anında kulağımızda söylenen şarkılar, yayını durduran televizyonlar. Yoksunduk bunlardan, ama her şeyde çabamız, emeğimiz vardı.
Özenle seçilen bir kartpostalın arkasına içtenlikle yazardık, izimiz kalırdı, cümleler bizimdi kalpten gelirdi. Bir makineye aynı pozu defalarca vermezdik, zaten ânı durdurma hakkımız otuz altı kezdi, hemen bitsin istemezdik. Nasıl çıkmışlığının bir önemi yoktu, kayda geçmişti bir kere, yeterdi. Sevdiğimiz şarkıları dinlemek için beklerdik radyo programlarını, şarkı armağan ederdik özlediklerimize, bunlar güzel jestlerdi. Her eşyanın son modelini almak için yarışan yoktu etrafımızda. Göstermelik olmamıştı hayatlar, hayatın içinde yaşardık hissederek. Fotoğraf çekmek için kurulmazdı sofralar, tadına varılırdı yemeklerin, sohbetlerin, kavuşmaların…
Zaman geçti, her şey gibi herkes değişti. Mesafeler kısaldı da yürekler uzaklaştı, yalnızlaştık kalabalıklar içinde. Eşyaların, araçların, evlerin bile ‘akıllı’ olduğu bir dönemde ne çok şey değersizleşti. Birlikte büyümüş yabancılarız artık! Günler kısaldı, hayat yaşamamız değil de yetişmemiz gereken bir hal aldı. Her birimizde bir telaş, durursak düşeceğiz korkusu sardı.
Son zamanlarda geçmişi düşünür oldum sıklıkla. ‘Bir insanın anayurdu çocukluğudur’ demiş yazar, ne güzel özetlemiş insanın evine olan özlemini. Hangimiz özlemiyoruz ki o saf ve masum yanımızı. Hiçbir yerde bulamadım, yaz akşamlarının serinliğinde annemin üzerime giydirdiği hırkanın sıcağını, bilmediğim yollardan geçerken elimi tutan babamın verdiği güven duygusunu. Çok özledim şimdi evde olmayı…