Babam, herkesin bildiği gibi, gönlü paslı bir hayırsızdı. Geceleri içer, sabahları uyanmak nedir bilmezdi. Elinden düşmeyen sigarası, yüzünde dumanla bir perde gibi asılı dururdu. Mahallenin çocukları ona bakar, kimi korkar kimi alay ederdi. Ama kimse aslında o perdelerin arkasında neler olduğunu sormazdı.
Bir gün, beklenmedik bir şey oldu. Babam, tüm aileyi bir araya topladı. Yüzünde her zamanki sert ifadeden eser yoktu. Gözleri biraz ıslak, sesi çatallıydı. Derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı:
“Helâllik istiyorum sizden,” dedi. “Biliyorum, size yaşattıklarım affedilir gibi değil. Ama bilmediğim bir şeyi öğretmeye çalışıyormuşum gibi hissettim hep: sevgiyi. O kadar bilmezmişim ki, içmekle çözülür sandım. Yanılmışım.”
Sonra anneme döndü:
“Karıcığım, firuzem, tutamadım elini; seni hak ettiğin gibi taşıyamadım. Oğlum, seninle bir kez olsun balık tutamadım. Kızım, peri kanatlı kızım, saçlarını hiç okşamadım. Annem, anacığım, uzun zamandır senden bir tabak yemek bile yiyemedim.”
Herkes sessizdi. Oysa mahalleli onu hep ayyaş olarak bilmişti, yıllardır öyle anmıştı. Şimdi ise, karşımızda bambaşka biri duruyordu. O an babamın aslında tüm o duvarların ardında ne kadar büyük bir pişmanlık taşıdığını fark ettim.
Babamın söyledikleri kulağımdan hiç gitmedi. Aradan geçen yıllarda, günlüğünü buldum. Günlük dediğim, içki şişesinin yanına sıkıştırdığı birkaç sayfa kâğıt. Titreyen ellerle yazmıştı, cümleler biraz eğri büğrüydü ama anlamı büyüktü.
“Eğer yaşasaydın baba,” diyordu bir satırında, “belki güzel bir evlat olurdum sana. Ayyaş olmazdı adım. Çocuklarım severdi beni.”
Bunu mezarının başında öğrendim. Tabii, bunları iki kâğıt parçasıyla anlamasaydım, güzel olurdu. Çünkü ne yazmışsa yazmış, ne istemişse istemişti. Ama yaşatmamıştı kırılan kalbimi, hiçbir zaman onarmamıştı yaralarımı.
O gün, taşın soğukluğuna dokunurken hissettim. Adını artık kendim koymalıydım; bir babadan kalan pişmanlık, taşın altına gizlenmiş bir hikâye ve bende büyüyen bir özlemdi bu. Kalbime bir isim verdim o an: “Kırık.”
Şimdi her sigara dumanında, her balıkçı kayığında, her çayın buğusunda onu hatırlıyorum. Babamın bana bıraktığı şey, bir isim değil, bir ders oldu: sevgiyi unutmamak, yaşarken kıymet bilmek ve bir gün kendi mezarımda sevdiklerime bir yara değil, bir umut bırakabilmek.