Veneta gözlerini açtığında hava kararmak üzereydi. Boynuna dokunan telefonu fark etmese uyumadan önce yaptığı konuşmanın rüya olduğunu düşünecekti. Telefonu hızlıca kulağına dayadı. Eski günlerde olduğu gibi müthiş bir heyecan dalgası kapladı içini. Çok sürmedi, gözlerindeki o kısa mutluluk yerini kaskatı bir acıya bıraktı. Istırap gövdesinin ortasında bir yerde, derinlerde, zehirli şimşek gibi çakıyordu.
“Öldü o!” Annenin yüzünden.
Annesine olan nefretini daha da büyüterek yatağından doğruldu. Siyah kıyafetlerini giydi ve aynanın karşısına geçti, başını yavaşça sağa sola çevirerek matlaşmış yüzüne baktı. Dünden bugüne olan değişimi fark edebiliyordu.
Gördüğü bir katilin yüzüydü.
Küpelerini taktı. Kırmızı dudaklar, siyah küpeler… Bu uyumu seviyordu. Kaos, bunalım, kan ya da ölüm gibi şeyler çağrıştırıyordu zihninde bu iki rengin birlikteliği. Görüntüsünün aksine yumuşacık olan saçlarını tek hamleyle tepede topladı. Görünüşüyle, katılacağı iş toplantısına hazır, tuttuğunu koparan bir iş kadınına benziyordu.
Bir balerin zarafetiyle aynanın karşısından ayrıldı ve gözlerini tek kişilik odada gezdirdi. Açık pencereden esen nemli rüzgâr odadaki tek deri koltuğun kokusunu Veneta’nın yüzüne taşıyordu. Gözlerini kapattı, kokuyu içine çekti.
Birkaç saniye daha kendini rüzgârın dokunuşuna bıraktıktan sonra çantasını omzuna takarak bir daha yollarının kesişmeyeceği otel odasını terk etti.
***üçüncü bölümün sonu