Yıllar sonra, hiç beklemediğim o kısacık an hayatımı sorgulattı. Sanki ömrüm boyunca bilmeden beklediğim, hep eksikliğini hissettiğim, bana ait bir şeye kavuşmuş gibi sevindim görünce. Gençliğimin en güzel günleri karşımdaymış gibi, kendimi bulmuş gibi sevindim… Geçmişe yolculuk yapmak gibiydi o karşılaşma.
Kalabalık caddede bir çift göze kenetlendim bir anda. Adımlarım yavaşladı önce, sonra olduğum yere çakılmış gibi durdum. Koşup sarılmak istedim bir an sıkı sıkı. İnceden bir sızı akıyordu içimde, yüreğim çığlık çığlığa! Yavaş adımlarla yaklaşıyordu bana doğru. Yüzümde yayılan bir gülümseme. Ve aniden her şey küçüldü gözümde. Sanki bir tek ikimiz canlıydık. Ondan başka her şey önemini yitirdi yeryüzünde, biz kaldık geriye. Bütün zamanlar aynı anda mevcuttu orada. Vuslata erince anladım içimde büyüyen özlemi. Dünyanın ne kadar güzel, gökyüzünün ne kadar sonsuz, her şeyin tozpembe oluşunu; umudu, yaşamın farkında olmayı…
Ali! yanımdan geçiyordu usulca. Gözlerinde hâlâ o anlamlı bakışlar, ‘neredeydin bunca zaman?’ der gibi bakıyordu. Sağır eden bir sessizlikle yine toplanıyordu anılar onun ardı sıra. ‘Gitme!’ diyerek tutmak istedim kolundan, yıllar önce yapamadığımı yapıp, sarılmak istedim boynuna. Gidiyordu, geçip gidiyordu bir kez daha. Gençliğime, hayallerime, geçmişime bakıyordum öylece ardından.
‘Mutlu olduğumu sanıyordum oysa. Güzel bir işim, arkadaşlarım, ailem ve sevgilim Selim’le. Yine de bir şeyler eksikti biliyordum. Aşkı unutmuşum meğer! Hiçbir yere ait olmayışımın sebebi onun yokluğuymuş aslında. Selim’i görünce heyecan duymuyordum belki ama huzur duyuyorum yanında. Beni sevdiğini de biliyorum. Aşk gençlerin işi değil miydi zaten! Bu yaşta dostluktu, sevgiydi önemli olan.’ Saniyelerden uzundu bu monolog. Otuz yedi yaşımda tıpkı on sekizimde olduğu gibi aşık olmuştum ilk görüşte, hem de aynı kişiye.
Arkasından bakıyordum. Ah! Keşke koşabilsem peşinden, dönsek güzel günlere yeniden? Umurumda değildi hiç kimse hiçbir şey, umurumda değildi dünya. Ben onunla gitmek istedim sadece o anda. Zamanın telafisi yoktu ne yazık ki… Uzaklaştı, kalabalığa karıştı. Tekrar yabancılaştı her şey bir anda. Sanki dilini bilmediğim bir ülkede yapayalnız, çaresiz, yolunu kaybetmiş gibi kalmıştım bir caddede, içimde tarifsiz bir kimsesizlik hissiyle. Birkaç dakikada hayatım alt üst olmuştu. Aradan geçen on yedi yılı düşündüm, sanki hiç yaşanmamıştı, daha dün bırakmıştım elini istasyonda. Bitmiş bir gençlik aşkı, birlikte yaşanmamış onca zamana rağmen nasıl aynı yerde duruyordu gizlice! Nasıl içimi titretiyordu gözlerinin sıcacık bakışı hala! Aklım karma karışık…
Gençliğim gelmişti yanıma sanki, iki ben vardı şu anda; neşeli, hayat dolu, toy bir kız o! En çok onu özledim, bir tek onu aslında. Kayıpmış meğer gençliğim. Şimdikine bakıyorum hissiz, heyecansız, kendi otuz yedi, ruhu seksen yaşında olan bir kadın görüyorum. Bir gün her şeyin eskisi gibi olacağını umut eden, yaşama kaldığı yerden devam edeceğini düşünen, aslında ne kadar yalnız olduğunu bilen bir kadın. Bunları yeni fark ediyor olmak ne acı. Ne zaman alışmışım bu duygusuzluğa ne zaman yitirmişim umutlarımı? Bir bir sıralanıyor şimdi anılarım, nefesim daralıyor, yürümekte zorlanıyorum. Bir yanım ‘git’ diyor ‘bir kere de cesur ol şu hayatta!’ Yapamam, düşünmeden hiçbir adım atamam ki ben. Sonuçlarını göze almadan hiçbir yola giremem. Kalbim başka aklım başka söylüyor, başım dönüyor, gitgide kalabalıklaşıyor sanki her yer. Öylece duruyorum hâlâ olduğum yerde. Bir el omzuma dokunuyor arkamdan. ‘Tanrım, geldi işte!’ Arkamı dönmeye korkuyorum. Ayaklarımı hissetmiyorum, yere basıyor muyum? Göğsümü zorlayan bir hızla çarpıyor kalbim, ‘sensin biliyorum, tut elimden götür beni ilk gençliğime, ait olduğum yere.’ ‘Aylin’ diyor usulca. Bütün dünya üstüme yıkılmış gibi Selim’in yüzüne bakıyorum umutsuzca.



