Bahçenin kenarındaki oluktan akıp giden bulaşık suyunun kokusuna aldırış etmeden demir tarağı dokuma tezgâhına vurdukça vuruyor, kolları ağırlaştıkça göz kapakları demir bir kapı gibi kapanıyor, açmaya zorladıkça kollarındaki yükü tekrar hissediyordu. Bıkkınlık içinde tezgâhın başında geçen bir ömür… Aynı işi yapmaktan kaynaklanan bir bıkkınlık içinde. Ahmet, diye seslendi; sesin gelmediğini görünce oğlu Ahmet’i eve çağırmak için tezgâhın başından yavaşça kalktı. Saçlarını taramaya bile artık gücü yoktu. Aynanın karşısına geçti başörtüsünü bağladı, yanağındaki bene baktı. Sonra her şeyden bıktığı gibi aynadaki görüntüsünden de bıktığını düşündü.
Köyün içinden geçerek evlerinin üstündeki kuru derenin kıyısından Ahmet’in her zaman arkadaşlarıyla oynadığı taşlık denen yere doğru yürümeye başladı. Arada taşlara vurarak içindeki anlaşılmaz sıkıntıyı dağıtmaya çalışıyordu, terliğinin yanından sarı kurumuş dikenler ayağına batıyor, batan dikenleri ayağını kaldırarak çıkarıyor, acısını hiç hissetmiyordu. Ahmet’in ileride arkadaşlarıyla oynama sesleri geliyor ama Ahmet’e sesini duyuramıyordu. Terliğinden çıkan toz sıcakta yeniden yere düşüyor ayağının sürünmesiyle tekrar yerdeki tozu kalkıyordu. Taşlığa geldiğinde bin bir çeşit şekli barındıran mozaiklere baktı, mozaikler o kadar çok bozulmuştu ki aslından eser taşımıyordu. Köylü için de taşlar bir hiçti. Taşlardaki şekillere farklı bir gözle bakmaya başladı, saklambaç oynayan çocukların içinden geçti. Akşam güneşi taşlara vurdukça taşlar yangın yerini andıran bir kızıllığa bürünüyordu. Kızıllaşan taşların görüntüsü içindeki yangını alevlendirmişti. O an karar verdi içindeki yangınla bütünleştirdiği bu taşları dokuyacaktı kilimine. İçindeki belirsizlikleri taşların kızıllığıyla bütünleştirip yüzyıllar öncesinden gelen hayalleri kendi kiliminde yeniden yaşatacaktı. Çok heyecanlanmıştı sanki taşlıklardaki insanlar canlanmış ona gülümsüyordu, kilimde tarihin arkasındaki yüzleri yaşatma fikri kalbinin vuruşlarını hızlandırmış, dili damağına yapışmıştı. Taşlara yeniden dokundu, üzerinde parmaklarını gezdirdi, taşların pürüzleri parmak uçlarına takıldıkça dokuyacağı kilimi düşünüyor, içindeki resmi taşlara dokunarak tamamlamaya çalışıyordu.
Ahmet annesine aldırmadan arkadaşlarıyla koşuşturmaya devam ediyordu. Biraz daha taşlardan uzaklaşıp çocukların arasından taşları seyretmeye başladı. Taşlara baktıkça taşlar hayalleriyle bütünleşiyor yeni bir resim oluşturuyordu. Kafasında o kadar güzel resimler oluşturuyordu ki sanki taşları hayalleriyle birleştirip yeni bir dünya yaratıyordu. Hepsini hafızasına almak için güneşin taşlara vuruşuna ve akşamın mistik gölgesine tekrar tekrar bakıyordu.
“Anne hadi gidelim eve.” dedi Ahmet.
Rüyadan uyanırcasına baktı Ahmet’e. Eteğinin çalılara takılmasına aldırmadan hızlıca taşlardan ayrıldılar. Hava kararmadan eve ulaşmaya çalıştılar, o gün heyecandan uyuyamadı.
Sabah erkenden dokuma tezgâhına oturdu. Taşlardaki şekillerden bir adam yaratıyor, adamın kafasına bir çiçek koyuyor, çiçeği akşamın kızıllığına buluyor, oradan çıkarıp hayalleriyle bütünleşen bal sarısına boyadığı hüznünü adamın suratına ekliyordu. Taşlar öyle güzel bir vücut buluyordu ki tezgâhta tarih yeniden canlanıyor gibiydi. Doğada yarım kalan çiçek onun tezgâhıyla bütünleşiyordu.
Günler geçiyor nefes almadan dokuyordu kilimi. Malzemeci Davut gelir gelmez kilimi gösterecekti. Heyecandan oğlu Ahmet’e soruyor, güzel olduğuna dair yorumlar aldıkça gözlerindeki ışık daha bir etrafa saçılıyordu.
Malzemeci Davut akşam saatine doğru köye geldi. Davut’a kilimi göstermek için eve davet etti. Kilimi heyecanla açıp Davut’un ayaklarının ucuna gelecek şekilde havalandırarak serdi. Malzemeci Davut kilime baktı, yüzünü buruşturdu, deredeki kurbağalar gibi kilime baktı.
“Kızım sen ne yaptın! Verdiğim malzemeyi mahvetmişsin, ben bunu kime satarım? Saçma sapan şekiller oluşturmuşsun. Benim sana verdiğim motifleri neden dokumadın ki…”
Davut bulunduğu yerden kilime basarak kapıya doğru yürüdü.
“Bir daha da benden malzeme alamazsın.” diyerek kapıyı çarpıp gitti.
Kolları yeniden yana düştü, dokuma tarağı elinde ağırlaştıkça ağırlaştı, gözleri demir bir kapının çapmasıyla ışığını kaybetti.