evvel zaman içinde, kalbur saman içinde
bir yıldız kaydı da masal başladı sanmıştık
kendi beşiğimizi sallarken tıngır mıngır
kendi içimizde.
oysa o çoktan kopup da gövdesinden
gökyüzünde başıboş
yalnız bir taştı.
olsun,
biz öyle inanmıştık.
ne develer kaldı tellallık eden
ne de pireler eski ustalıklarını hatırlıyor
sanki her devir yaşanmış da
başka senaryo kalmamış bize
bırakmış leylekler, unutmuş yolları,
kimse kimseyi bir yerden bir yere getirmiyor artık.
ay ışığında sihirle uyuyan prenses,
kendi bölüyor uykusunu.
saat on iki olmadan sindirella,
ayakkabısını da alıyor artık yanına.
aynalar sırlı değil,
içimizden geçiyor görüntümüz.
ve gökyüzü bin yıllık bilmece,
bir kuyruklu yıldız gibi kayarken ömrümüz.
zaman: kadim bir saatin kırık sarkacı
ileri geri savruluyor içimizde
aynı ritimle çarpıyor göğsümüzdeki boşluk
her şey olup da bitmiş gibi
her şey daha yeni başlıyormuş gibi.
ne bir destanın içinde
ne de bir masalın eşiğindeyiz artık
donan, yanan, sönmeyen bir hatıra
varla yok arasında salınıyoruz.