kızıllığım ne bir elmadan
ne de bir ordudan gelir,
kızıllığıma sebep olan
yalnızca bu renktir.
çünkü çok oldu öğreneli
sağın sola, altının gümüşe
hatta dokuza
üstünlüğünün olmadığını.
ve çok olmadı öğreneli
anlık bir sahipliğin
asıl üstünlüğü insana
yaşatmadığını.
pi’nin içinde
evinin anahtarını ararken
kendini bulmuş bir dâhi.
çıkrığın başında bekleyen
ve iz olup beni sana getiren
ipler dahi bu tekerlemeyi öğrendiler:
“çıkrığın sardığı tüm yollar,
ipler bitince çıkrığa çıkar.”
bu yüzden çalmadan artık kapını
almadan yeniden günahını
altın kubbeli evimde oturup
öylece bekleyeceğim…
kopardığımdan beni bana hapseden
tüm tellerimi…
artık ellerimdir titreyen
soyunurken bilmediği bu oyuna.
ellerimdir yazarken tüm bunları
ibadet eden tanrı’ya.
ne dünyaya ne ahirete eğilen
ellerim..
kılıfımı da hazırladılar:
“ben bastığım bu toprağın tozuyla
kirlenmiş kabuğumu
kırdım, attım!
ve böyle saflaştım,
sana böyle yaklaştım.
yine soyunursam daha çok..
daha..
çok…”
ellerim bile inanmadı kendi dediğine
bu yüzden cümlemin devamını getirmeden
işte burada..
teslim oluyorum.