Yeni yıla girmek üzereydik,saatin 00:00 olmasına tam on üç dakika vardı. Yılbaşı gecesini bir arada geçirmek istediğim ailem yanımdaydı. Şöyle bir yüzlere baktım: Yanımda babaannem, karşımda anneannem..Bize emanet,başımızda var olan iki çınar. Ve içimden sadece şu geçti: Seneye yine böyle olsunlar, yanımda ve karşımda otursunlar.
Bu dileği o kadar içten diledim ki, kendimi hiç hesaba katmadığımı fark etmedim. Sanki kayıplar sadece yaşlılar içindi, sanki onları korumak yeterdi. Sahi; bu nasıl bir gafletti?
Kendi varlığımı hiçe saymıştım, sanki ben hep orada olacakmışım gibi. Belki de onların kırılganlığı, yaşlı bedenlerinde taşıdıkları yaşanmışlıkları,bir yıl daha almanın verdiği hüznün dışa vurumu bütün odağımı onlara çevirmişti. Ama insan yalnızca yaşlılar için mi kaygılanmalı? Hayatın acımasız belirsizliği gençlere ayrıcalık tanır mı?
Yaşam, bir ip üstünde dengede durmaya çalışmak gibi. Herkes için farklı uzunlukta, farklı zorlukta bir ip. Kimine ip üstünde durmak çocuk oyuncağı,kimine de yaşam ile ölüm arasındaki o ince çizgi. Ama nedense biz gençler, ipimiz hiç kopmazmış gibi davranırız. Yaşlıları korumanın, onları kaybetmeme çabasının, kendi varlığımızı ihmal etmekle aynı anlama geldiğini fark etmeyiz. Oysa onların bizden farkı sadece biraz daha fazla hatıraya sahip olmaları değil midir aslında?
Kendimi o geceden sonra sık sık sorguladım.
“Kendini neden yok saydın?
Kendini korumazsan, onların yanında nasıl olacaksın?”
Hepimizin yaptığı bir hata değil mi bu? Sevdiklerimiz için kaygılanırken kendimizi arka plana atmak, onların bizi de kaybetmekten korkabileceğini unutarak…
Bu yıl kendime bir söz verdim: Hem onları hem de kendimi aynı anda seveceğim. Kendimi yok sayarak değil, varlığımı güçlendirerek onların yanında olacağım. Çünkü ne onlar bensiz tamam, ne de ben onlarsız.