Gözlerini açtığında havanın kararmak üzere olduğunu fark etti. En son ne yapmıştı, kaçta uyumuştu, hatırlayamadı. Hafızasını zorlasa da başının zonklaması bir şeyleri hatırlamasının önüne set çekmişti sanki. Düşünmekten vazgeçti. Sağ eliyle ensesine bastırarak doğruldu yatağından. Elleriyle üzerini yokladı. Gömleği… Pantolonu… Üstünü değiştiremeden uyumuştu demek ki. Aralık perdeden dışarıya bakmaya çalıştı. Başı dönüyor, bir türlü açamıyordu gözlerini.
Odası, dakikalar geçtikçe aydınlanıyordu. Nasıl yani, diye düşündü. Sabah mı oluyordu. Uzun süre uyuduğu için, kendini böyle kayıtsızca uykuya teslim ettiği için içi sıkılmıştı. Demek ağrısı bu yüzdendi.
O güne kadar hiç bu kadar dağınık görmemişti yatak odasını. Burada sigara içmezdi mesela. Ama solundaki komidinin üzerinde ağzına kadar izmaritle dolu bir kül tabağı vardı. Etrafına saçılan küller canını yakıyor, yeni dökülmüşçesine içini dağlıyordu. Bileğinde takılı olan lastik tokasıyla saçlarını topladı. Annesini en son gördüğünde “Oğlum, artık kısalt şu saçlarını. Kışın zor olur.” Dediği aklına geldi. Uyandığından beri ilk kez gülümsedi.
Perdesini de penceresini de açıp yatağı havalanmaya bıraktı. Üzerine rahat ev kıyafetlerini giyip koridora yöneldi. Elinde de dolu kül tabağı vardı.
Aman Allah’ım, diye söyleniyordu yürürken. Koridor yırtık kâğıt parçalarıyla doluydu. Kül tabağını çöpe dökmek için mutfağa gittiğinde gözlerine inanamadı. Ev nasıl bu hale gelebilmişti. Salona gitmeye korkuyordu.
Banyoda yüzünü yıkarken göz altlarının şişliği, rengi kaçmış yüzü aynada adeta meydan okurcasına bakıyorlardı ona. Işığı kapatmak istedi. Karanlık bir odada kaybolmayı düşledi hatta, kısacık bir süre. Sonra hemen kovdu aklından bütün bunları. Sepetten taşan kıyafetlerini renklerine göre ayırıp önce gözüne fazla gelen koyu renkleri çamaşır makinasına doldurarak düğmeye bastı. Ve bunun, hayatını yoluna koymak için bir başlangıç olduğunu düşünüp gülümsedi.
İçler acısı bir halde olan salonuna baktı kapıdan. Mutfaktan dev bir çöp poşeti getirerek orta sehpanın üzerindeki yiyecek ve içecek kutularını doldurdu önce. Yerlere düşenler de vardı. Koridordaki kâğıt parçalarını doldurdu sonra torbaya. Dolu kül tabaklarını boşalttı. Evindeki tüm camları da açmıştı.
Beyazdan griye dönmüş olan yatak çarşaflarını değiştirdi. İki çöp poşetini kapının yanına bıraktı, çıkarken atmak üzere. Bütün bunları yaparken açlığını unutmuştu. Tam evi süpürmek üzereydi ki bir işi olduğunu hatırladı. Sonra da işten çıkarıldığını… Guruldayan midesi de bir kramp haberini veriyordu adeta. Mutfağı üstünkörü toplayıp çay demledi. Buzluktan çıkardığı tost ekmeğiyle üniversite yıllarındaki gibi tost hazırladı kendisine. Sucuk kurumuştu biraz. Ama o kadar lezzetli gelmişti ki iki tostu dakikalar içinde midesine indirmişti.
Birden günlerden ne olacağı aklına gelmişti. İşten çıkarıldığında günlerden perşembeydi. Acaba cuma sabahında mıydı? Gidip televizyonu açıp bir haber kanalından bakmayı düşünürken ev telefonu çaldı. Bir telefonu olduğunu unutmuştu. Mehmet’ti arayan. Çalıştığı şirkette kendini en yakın hissettiği ikinci kişiydi. O kadar çok aramış ve ulaşamamıştı ki ona, bugün polise gitmeyi düşünmüştü hatta.
Günlerden cumartesi olduğunu söylemişti Mehmet. İki günlük bir uykuya uyuduğuna inanamıyordu. “Sana harika bir haberim var.” Demişti Mehmet. “Çetin kendine geldi dün akşam. İlk sana haber verecektim ama ulaşamadık ki oğlum.” Diye sitem ediyordu.
Tam bu esnada ahizeyi düşürmüştü elinden. En yakın arkadaşı, hatta can dostu, çıkmıştı komadan demek ki. Bir trafik magandası yüzünden, aylardır kendini bilmez bir şekilde yatıyordu hastanede. Mehmet’in sesi ahizeden yükseliyordu. “Bekle, sakın hastaneye gideyim deme! Görüştürmüyorlar henüz. Bir saate oradayım.” Diyordu.
Beklediği, bazen de umudunu kaybettiği tüm o zamanları düşündü. Üst üste gelen tüm acı haberleri… Nişanlısından ayrılmış, çok sevdiği bir yakınını kaybetmiş, can yoldaşı kaza geçirmiş ve tüm bunların sonucunda veriminin düştüğü ileri sürülerek patronu tarafından işine son verilmişti. Nasıl gelebilirdi ki kendine, her şey normalmiş gibi nasıl düşünebilirdi? İki gündür bir ölüydü aslında o. Bugün kendisine yeni bir can verilmiş gibi hissetti.
Tostunu yerken bir yandan kardeşiyle oynadığı atari oyunlarını düşünüyordu. Bazılarında üç, bazılarında beş yedek canı oluyordu. Eğer üç canlık hakkım varsa ilkini kullandım, diye mırıldandı. Kaldı iki…
Mehmet gelmeden önce evi süpürdü. Başlayan yeni güne, her türlü olumsuzluklara rağmen, gülümseyerek pencereleri kapattı.
Hazırdı…