Yasak Aşk…
Ağır bir sızı ile kapınızı çalar. Ağır ağır… İnliye inliye…
Karşınıza çıkan gerçek küle çevirir sizi. Anlarsınız ki daha vakit var; doğmak için küllerinizden. Bilemezsiniz sizi bekleyenin ne olduğunu. Bazen çırpınırken görürsünüz kendinizi; dev dalgaların arasında bir oraya bir buraya sürüklenirken, bazen öfkeli görürsünüz kendinizi, yasak olanın kalp burkan acısıyla gözleriniz dalarken. Boşa koysanız dolmaz, doluya koysanız almaz. İyi midir? Kötü müdür? Bilinmez. Tekinsizliği size göz kırpar, cazibesi kement olur kendine çeker.
Aşk mı, yoksa tutsaklık mı vaad eder? Kaptıran bilir anca o rüzgara; kendini meftun eder. Kendi gerçeği ile yüzleşmek istemedikten sonra hangi mucize değiştirebilir ki baştan başa.Uğraşırsınız, didinirsiniz ama ne fayda. En büyük yalan kendinize söylediğiniz olur sonunda…
Her insanın bir karanlık odası vardır. Hoşumuza gitmeyenleri o odaya atarız. Tıpkı çatı katındaki karanlık, dağınık odalar gibi. Üstelik odanın anahtarını saklar ve nereye sakladığımızı hatırlamayız, o odaya hiç kimseyi sokmayız, kendimizi bile. Ta ki karanlık odaya attıklarımızın kokusu bizi rahatsız edene kadar.
Reyla ve Mavi… Onlarla karanlık odalarının anahtarlarını kaybettiklerinde yollarımız kesişti. Zamanla aynı yazgı içinde yudum yudum bilgeleştiler.
Yasak aşk ile mutluluk; olur muydu bir arada? Aşk ikisini de arar yana yakıla;iki dünya bir olurdu gelebilseler yan yana… Acıdır kimsesiz kalan aşığın ilk durağı, yorgan eder kendine kesilen cezaya. Kabahatini bilmeden uyuyamayan sabahlara kadar; izlerken içi sıkışarak söken şafağa; zamandan umut yapmayı öğrenirsiniz.
Gülmeyi unutmak da var bu yolda, ağlamayı ertelemek de… Güneşten erken, geceden soğuk bir yolda tek başına zannederken kendinizi umudunuzu büyütenler yoldaşınız olur birdenbire. Umudunuza tutunuz, son şafağı da sayarsınız.
Çünkü aşkın deminden gayrı yol yoktur size.
Yol bu yol… Dem bu dem… Gün bugündür…