Toprak damlı kerpiç evde, altı kardeşin yoksullukla boğuşarak sürdürdükleri yaşam, baba da ölünce tam bir çıkmaza dönüşür. Bütün yük Elif ananın omuzunda kalır.1929 yılında doğan F. Baykurt,1932 yılında dayısının sözde okutmak için “Bir baltaya sap yapmak için” F. Baykurt’ u kendi köyüne götürür. Okuyacak çocuk o günden işçi çocuğa dönüştürülür. Dayısı dokumacılık yaptığı için Baykurt’a bolca “mısır” sardırır. Kereste kaçakçılığı, sırıkçılık işlerinde uyku yüzü görmeden, dinlenemeden çalıştırılır. Bu işler sürerken Menderes Irmağı kıyısında yapılan kanal çalışmasındaki mühendislere temiz içme suyu taşımayı da üslenir. Buldan dağlarında dört gaz tenekesiyle su taşır. Ardından savaş tamtamları duyulur. Köylerde erkekler askere alınır. Dayı da askere alınınca işlerin hepsi Fakir’ in omuzuna kalır. On bir yaşında işçi çocuk mühendislerin yaşamından etkilenir. Kanalda çalışan diğer işçiler suyu “Bulanık Menderes’ten” içerken, mühendisler temiz su içer ve rahatlar.
Kendi köyündeyken okulu angarya olarak gören Baykurt, mühendislerin yaşamını görünce etkilenip, okumak gerektiğine karar verir. “Hem de mühendis olmak gerekir” der. Dayı askerde Erzurum-Sarıkamış’a gidince, Baykurt da trene binerek kaçar, kendi köyüne döner. Köyün okuluna çeşitli zorlukları aşarak yeniden kaydolur. İlkokulu okurken köyün çobanlığını yapar. Okulda başarılı olunca “ okul başkanı” olur. Dolaplardaki kitaplar, dergiler eline geçer, hepsini okur.
Ya ilkokuldan sonra ne olacak? Gönen’de okuyan komşu çocuğu, Baykurt’a hece ölçüsüyle şiir yazmayı gösterir. Başlar şiir yazmaya, günde iki-üç tane yazar. Muhtardan çektikleri, onbaşı korkuları yazdığı şiirlerin konusu olur. “Şiirle iğneliyor, öç alıyor.” Öğretmenin en başarılı öğrencisi, yardımcısı olunca, köye gelen devlet erkanına, arkadaşlarına onu över, şiir okumasını ister. Bir kez de köye kaymakam gelir. “Oku bakalım şiirlerinden birini” der. Okur, kaymakam beğenir. Sonra Gönen Köy Enstitüsü’ne kaydını yaptırır. Daha okul açılmadan enstitü öğrencilerinin ders notlarını okur, birinci sınıfa hazır gider. Derslerinde çok başarılı olur. Enstitüde “yapıcılık” bölümüne ayrılır. Tarla- bahçe işlerini (uygulama bahçesi) de yaparlar. Haftalık nöbet işleri yaparlar. Şiir yazdığı enstitüde de duyulur. Değerlendirme toplantılarında, cumartesi eğlence akşamlarında, şiir yazanlar tanıtılır. Açılan yarışmalara Baykurt sekiz- on şiirle katılır. Türkçe öğretmeninin gözdesi olur, kitaplık genel yöneticisi olur. “Körün istediği bir göz, Allah’ın verdiği iki göz” olur. Ders dışı zamanının hepsi artık kitaplıkta geçer. Büyük sınıflardan abiler toplanıp edebiyattan, Sabahattin Ali’den, Gorkiy’den, Gogol’den, İsrati’den ve “Cezaevindeki Ozandan” konuşunca, o da tanımaya başlar. Gelen kimi konuklar “Yahya Kemal’den söz ederler. Büyükelçi olduğunu söylerler”, Baykurt “ Niçin birini Büyükelçi yapmışlar, birini cezaevine tıkmışlar?” diye düşünür ,tepki duyar. Zamanla o dönemin “Gün”, “Söz”, “Gerçek” gibi yayınları eline geçer.
Çivril’li arkadaşı asker abisinin kitaplarından söz eder. F.Baykurt arkadaşıyla trene atlar köye giderler. Nazım‘ın kitapları, dergiler görülünce sevinir. Alabildikleriyle okula dönerler. Özellikle Nazım şiirlerini “saklı, gizli ve özenli” kopya ederler. Kitapları geri iade ederler. Nazım’ı okuduktan sonra, şiir dışında öyküler yazmaya başlar. Şiirle ilgili bulduğu her şeyi okumayı ihmal etmez. Burdur Halkevi kitaplığını da boş bırakmaz. Her gittiği yerdeki kitapçıları mutlaka ziyaret eder, saatlerce kitap, dergi karıştırır. Bulduğu harçlığından ne kalırsa onunla kitap alır.
Enstitü’ye Hasan Ali Yücel ve Hakkı Tonguç geldiğinde Baykurt ikinci sınıftadır. Tonguç’un önünde şiir okur. Tonguç şiirlerini ister. Ve gittiği yerlerde Baykurt’un şiirlerini okur. Bu şiirlerden bazıları Hasanoğlan “Köy Enstitüleri Dergisi”nde yayınlanır, ama isimsiz .Bu adsız yayınlanan şiirlere başkaları sahip çıkar. F.Baykurt sonra şöyle düşünür “Ozanlıkta ün değil, ürün önemlidir. Onun için kimin adıyla çıkarsa çıksın” der.
Yıllar geçtikçe olgunlaşan Baykurt , artık bilinçli sanat dönemine geçtiğini anlar. Birikmiş şiirleri, ün sağlar mıydı? Arama –taramalarda gider o şiirler. Gönen’de okurken Yüksek Köy Enstitüsü’nü yeni bitiren öğretmenler gelir. Ellerinde kitap, ceplerinde kitap, otururlar okumak, kalkarlar okumak. Ağızlarında hep aynı sözler “Okumak kendini yetiştirmek, kültürünü geliştirmek”. Artık, Baykurt için de bunlar geçerlidir.
Burdur il gazetesine yazılar yollar . Ankara’da o dönem çıkan “Seçilmiş Hikayeler Dergisi’ ne öyküler gönderir. Öneri ve eleştiriler Salim Şengil, İlhan Tarsus’tan alır. Artık Başaran’ nın, Külebi’nin, Talip Apaydın’nın, Kansu’nun, Cumalı’nın şiirlerini biliyor, okuyor, C.Külebi’yi kendine yakın buluyordu.
Fakir Baykurt’un şiirden sonra roman ve öykü türleri ile ilgili okumaları için Köy Enstitüsü; “Sanatta kişiliğini bulmasında ,okuma yazmasında ve ilerlemesinde çok yardım ettiğini belirtir, bir şeyler yazmak bir şeyler biriktirmeye bağlıdır. Biriktirme okuma-araştırmayla olur. Şiir yazmak için kültür gerekliydi. Kültürü de bu kitaplar verdi.” der.
F.Baykurt daha öğrenciyken yazdıklarından dolayı sorgulanır, ifadesi alınır. “Çıkardığım; “Yeni Köy” adlı gazetede yayınlanan şiirimden ötürü ta bakanlıktan müfettiş gelmişti soruşturma yapmaya başladı. İzne giderken bavulumda Max Beer’in “Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi” adlı yapıtı çıktı, hemen el koydular, onun da soruşturmasına müfettişler geldi” der.
F.Baykurt, Köy Enstitüsü için “ Daha ilk günlerde anladım ki bambaşka bir okul burası. Yepyeni bir anlayış, yepyeni bir dünya açılıyordu önümde. Yazıya çiziye bulaştığımız için özellikle benimki eziyetli geçti. Ama zorbela bitirdim” der.
“Öğretmen olup aylığa bağlanınca kökenimden kopmayacağım. O tür okumuşların öykülerini biliyorum” der.
BAMBAŞKA BİR ÖĞRETMEN-ÇİÇEKLİ ÇİMENLİ KÖY YARATMA
F.Baykurt, Gönen’de o yıl mezun olan on sekiz öğrenciden biridir. Okuduğu okul “ bambaşka” bir okuldu. Her şeyden önce demokrasi eğitimi veriyordu uygulamaları ve eğitimiyle, seçme –seçilme hakkını kullandırıyordu. Nöbet uygulamalarıyla katılımcılık sağlıyordu. Her öğrenci mutlaka kitap okur ve bir öğretim yılı için ortalama yirmi dört kitap okunurdu. Toplantılar ( cumartesi toplantıları) demokrasi- liderlik (yöneticilik) öğrenme aracıydı.
Her şeyden önce Köy Enstitüleri’nin amacı “ Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür “ nesiller yetiştirmekti. Aydınlanmanın aynasından parlayan ülke idi istenen. Bilimin uygulamalı işi içinde, laboratuvarda öğretilmesi eğitimin ışıklı yoluydu. Ve ülke ekonomisine de çok yük olmadan, kendi kendisini yaratan ve üreten kurumlardı. Her şey bambaşkaydı burada. Ortalık kum gibi öğrenci kaynıyordu. Hepsi boz giysiler içindeydi. Kimi bahçelerde, güllüklerde, kimi yapılarda çalışıyor, sınıflarda olduğu gibi, dışarıda ağaç altında ders görülüyordu. Müzik yapanlar vardı. Saçları kısa kesilmiş, arada kızlar. Bay bayan öğretmenler de öyle giyinmiş. Kitaplık arı kovanı gibi işliyor. Elinde kitapla gelen, elinde kitapla gidiyor….Öğleden önceleri ders yapıyoruz. Öğleden sonra ikinci okul yapısını yapan ağabeylere yardım ettik. Taş, tuğla, harç verdik. Yalnız, kitap bilgisi ezberleyene diploma yoktu. İnsanın elinden iş gelecek. Haftalık kırk dört saat derslerin yarısı kültür dersi, diğer yarısı okullarda okunan derslerin hepsi. Ayrıca eğitim bilim, toplum bilim dersleri var. Her ay yazılı- sözlü sınav var. Zamanın öteki yirmi iki saati işe ayrılmış; Tarım ve teknik sanatlar. Sebze ekimi, çapma, sulama, meyvecilik, budama, hasat, arıcılık, hayvan bakımı vs.
Teknik sanatlar: Yapıcılık, marangozluk, demircilik. Her öğrenci birini seçiyor. Sanat ayırımı 2. Sınıfta olurdu. Yemekhane, yatakhane ve derslikleri o dönem kendileri inşa ederdi. Yapımı aksayan köy okullarını da Köy Enstitülüleri yapardı. Hizmetleri bir hafta sırayla her sınıftan öğrencilerin yer aldığı elli, altmış kişilik nöbet kümeleri yapardı. Haftalık değişim de cumartesi günleri olurdu. Bu günler okul toplantı günleriydi. Geçen hafta değerlendirilir, istekler dile getirilirdi. Toplantıları üst sınıftaki öğrenciler yönetirdi. Eleştiri ve önerileri herkes yapabilirdi.
Bernard Rusell’in “Yeni dünyanın anahtarı eğitimdir. Barışa, özgürlüğe, mutluluğa ancak eğitim yoluyla varılabilineceğine” inandığı gibi Tonguç da Cumhuriyet’in, devrimlerin yaşamasının eğitimle olabileceğine inanıyordu. Enstitüler de bu özellikleri kazandırmayı amaçlıyordu. Ve ülkede o dönem 1935 ‘e kadar okur- yazarlık %20 iken Köy Enstitülerinin varlığıyla okur –yazarlık oranı %70’lere çıkmıştı.
Köy Enstitüleri ve öğrencileri köy karanlığına giden ışıktı. Aydınlanma merkezlerindendi. Ulusal kültürü ve sanatı canlandıran, öz değerleri yaygınlaştıran Anadolu Rönesans’ı, Köy Enstitüsü mezunu öğretmenler gittikleri köyleri “ çiçekli – çimenli köyler” haline getirince, ülkedeki bazı çevrelerin düzeni bozuldu. Ağalarla eşraf çevreleri “İstemezuk” çığlıkları atmaya başladı. Çünkü, köydeki çobanın oğlu veya kızı, ağanın çocuklarına öğretmen olmuştu. Ağanın tarlası okul yeri, uygulama bahçesi olmuştu. ”Öğrencilerin kazandığı beceri ve alışkanlıklar bile gerici çevreleri ürkütür olmuştur. O dönem Köy Enstitüleri öğrencilerine bisiklet, motosiklet, sandal, yelken, motorlu deniz aracı kullanmayı, yüzmeyi,ata binmeyi, dağa tırmanmayı , mandolin, flüt gibi müzik aletleri çalmayı öğretir, yetenekli öğrencilerin sanatçı olmalarına yol açardı.
Kısaca katılımcı, özgür, sorgulayan, tartışan ve üreten çağdaş bireyler yetiştirme hedefiyle Köy Enstitüleri Türk aydınlanmasında öncü rol oynamıştır. Bu da demokrasi düşmanlarını korkutmuş, Köy Enstitülerini hedef haline getirmiştir. Daha öğrenciyken hedef olan F.Baykurt’da bu saldırılardan payını alır. Uydurma şikayetler sonucu gün ortasında evi basılır, aramalar- taramalar sonunda öyküleri, şiirleri alınıp götürülür. Savcıya sorguya gider- gelir. Duruşmalara katılır. Bunların sonu da gelmez. “Bir öğrenci, öğretmen ya da aydın olarak bu tür baskılardan arınmış bölümü yoktu yaşamın. Baskının biçimi değişik olsa da özü aynı kalıyordu…
“Baskıların kaynağı sömürüye karşı halkın aydını, halkın öğretmeni oluşumuzdur, beylere ve beyliğe karşı oluşumuzdur” der Fakir Baykurt.
FAKİR BAYKURT’UN “ÇİLLİ” KİTABI VE GAZİ EĞİTİMLİ YILLARI
F.Baykurt Gazi Eğitim sınavını kazanır ve yerleşince ilk hikaye kitabı “ Çilli” de yayınlanır. Samim Kocagöz basım için yardım eder. Bu dönem Baykurt için “açılma” ,aydınlarla buluşma yıllarıdır. O yıllarda yazarlar kitap basımı için para vererek – bu gün de ünlü olmayan yazarlar için öyle- kitap bastırırken “Çilli” 3200 tane basılır ve Fakir Baykurt’a 150 TL para bile verilir. Kitap yayın dünyasında yankı yapar, dost ilgisi artar. En yakın ilgiyi de Yaşar Kemal gösterir. “Edebiyat Dünyası” dergisi tanıtıma yardımcı olur. Yaşar Kemal’in yardımları ve desteği için Fakir Baykurt “ Yaşar Kemal kıl kadar kıskançlık duymadan, en zorda kaldığım yıllarda adeta moral hocası gibi ,hayran olduğum cömert desteğini sürdürdü, sürdürür “der.
F.Baykurt Konya’da Astsubay Orta Okulu’nda Türkçe öğretmeni olarak çalışırken “Yılanların Öcü” romanı Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanınca , ders verme yetkisi elinden alınır.1951 yılında evlenir: Sönmez, Işık ve Tonguç isimli çocukları olur.
AÇILMAYIP- AÇILAN AMERİKA YOLLARI
F.Baykurt bir yabancı dil öğrenmek, genel kültürünü geliştirmek için yurtdışına gitmeyi düşünür. O zamanın Mili Eğitim müsteşarı, bazı arkadaşlarıyla birlikte ABD burs sınavına girmelerini ister. Baykurt sınava girer, genel bilgi ve yetenek testinden geçer. “Amerika’daki Georgetown Üniversitesi’nin Ankara’daki kurslarına katılır. Sekiz ay sonra gitme sırası gelir, fakat Bakanlık karar değiştirir.”Sen gitmeyeceksin, yedeğini göndereceğiz!” “ Neden ?” diye sorar “ Valla…ık …mık” Nedenini söylemezler, ancak Baykurt öğrenir .” O dosya, ta Gönen’den beri kabarıp gelen polis dosyasıydı neden. “DP iktidarının bakanları yoluyla hakkımda alınan kararlar. Danıştay’a giderim, basın toplantısı yaparım!.. Derken birkaç ay içinde yolumu açtılar, gittim” der F.Baykurt.
“Bloomington’ daki İndiana Üniversitesi’nde bir yılım geçti. Oradaki Audio-Visual Center ‘de yeni komünikasyon kuramları ,yetişkinler ve çocuklar için yazma, grafik sanatlar, fotoğrafçılık gibi kurslar aldım….Sonra Jamaika’yı, İngiltere’yi, Almanya’yı görerek yurda döndüm. Gidip gelenler Bakanlıkta görev alıyordu. Ben İlköğretim Müfettişliğine başladım. Ardından da doksan iki arkadaşla birlikte Türkiye Öğretmenler Sendikası, TÖS’ü kurduk.” der.
“YALVARMAYAN, AVUÇ AÇMAYAN ÖĞRETMENLERİN ÖRGÜTÜ TÖS VE DERS VEREN F. BAYKURT”
TÖS’ü kurduktan kısa süre sonra müfettişlikten uzaklaştırılır. Ardından bir daha bakanlık emrine alınır, sonra bir daha alınır. Ve bakanlık emrine alımlar bitmez. Çünkü TÖS’ün ve onda örgütlü yetmiş beş bin öğretmenin mücadelesi de unutulmaz.
“TÖS 1961 Anayasası’nın “memur” niteliğindeki çalışanlara da sendika hakkı tanıması üzerine kurulan memur sendikalarından biridir. Kuruluşu, kendisinden önceki bir öğretmen örgütü olan “Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu (TÖDMF) tarafından gerçekleştirilir. Fakir Baykurt da arkadaşları ve dostları tarafından ikna edilerek TÖS’ün genel başkanlığına getirilir. TÖS yüzü aşkın eğitim işkolu sendikaları arasından en güçlüsü olur. İlk iki yılda (1965-67) öğretmenlerin %35’ini, kapanış yılında (1971) da öğretmenlerin %65’ini örgütlenmiştir. Bu oran bu günde, bir iş kolunda sendikalı olma oranıdır ve Fakir Baykurt’un özel katkısı olmuştur. Altı yıl TÖS başkanlığı yapar ve memur sendikacılığının tarihine, 1969 yılında TÖS’ün dört günlük öğretmen boykotu hem iktidarı hem muhalefeti korkutarak geçer. Bu süreçte F.Baykurt “ Öğretmen yalvarmaz, avuç açmaz, ders verir” der. Ve memur sendikacılığının unutulmaz dersleri arasına girer. Ancak, iktidar da egemenler de bu dersi unutmaz.
12 Mart 1971 askeri darbesi TÖS’nü kapatır. Ve genel başkanı Fakir Baykurt’u da tutuklar. Bu duruma iktidar çevrelerinin ,boykotu yanlış değerlendirmeleri, baskı ve demagojik çabaları özel etki yapar. O dönemin ünlü aydını ve hukukçularından Muammer Aksoy “50 yıl önce grev yapan öğretmenlere karşı nasıl tepki gösterildiğini karşılaştırılınca, o dönemden bile ne kadar geriye gidildiğini” belirtir. “ Türk tarihindeki ilk öğretmen grevini, incelediğimizde görürüz ki,1920 yılında, yani Kurtuluş Savaşı’nın en hareketli zamanında maaşlarını alamadıkları için görevini bırakan öğretmenlere karşı T.B.M.M. büyük anlayış göstermiştir” der. Ve o zamanın Mili Eğitim Bakanı’nı meclisi zamanında haberdar etmediğinden ötürü ağır surette eleştirerek bakana güvensizlik göstermiştir… Bakan bile “Öğretmenler haklıdır; Maarif gibi çok önemli bir hizmet gören bu şahısların ,her türlü ihtiyaçları karşılanmalıdır” demeyi ihmal etmemiştir, diyerek TÖS yargılanmalarını eleştirir. Aynı dönemde Milliyet Gazetesi’nin başyazarı Abdi İpekçi TÖS boykotu için “….tarihi gelişimin mirası olduğu kadar , halka dönük bir devlet yönetimini gerçekleştiremeyen, siyasal iktidarların hatalarının da sonucudur. Siyasal iktidarlar sorunun özüne eğilmedikçe de bu tür direniş gösterileri daha çok tekrar edecektir, sanırız ”der. Ve sonra da öyle olmuştur , öyle olacaktır.
ALMANYA “ ACI VATAN “ DÜŞLERİ VE FAKİR BAYKURT
Amerika’ya gidişi sonrası dönerken uğradığı Almanya’da göç ve göçmen işçilerin durumu ilgisini çekmişti. Ancak 12 Mart darbesi sonrası Baykurt’un, darbecilerin işçilere, aydınlara düşmanlığı, saldırıları üzere olunması, kendisinin de hedef haline gelmesi, yıllarca ceza verilmek korkusuyla, ekmeğini de kazanmak için Almanya’ya gider. Ancak gittikten yıllarca sonra “Alman dilinde on kitabım var, ama para getirmiyor” der. Almanya göçmen işçiler için de Baykurt için de “Acı Vatan”dır. “ “Aslında, olanaklar olsa üç yıldan fazla kalmazdım buralarda” der. Ancak politik bir sürgündür ve Duisburg kentinde 1979 yılına kadar çalışmalarını sürdürür.
DUİSBURG ÜÇLEMESİ
Baykurt önceden dikkatini çeken “ Dış göç” olayına çalışmalarında özel yer verir. “Kadınlar, erkekler geliyor buraya. Bütün dünyalarını geride bırakıyorlar.” Bu durumu yazmak ister.. Bu süreçte çalışmalarını “ Bir üçlemenin son romanı üzerinde çalışıyorum. Üçlünün ilk kitabı “Yüksek Fırınlar’ la Koca Ren,…üçlünün son romanı “ Gömüt “ adlı öyküden yola çıkıyorum….Öykülerim de var. Yayımlanmamış üç yüzü aşkın öykü, üç bölüme ayırdım öykülerimi. “Özüm Çocuktur” başlığı altında topladığım elli beş öykü var. Bu öykülerde çocukluk yaşamımla ilgili izlenimler yer alıyor. Öykülerimin ikinci bölümünde “Köy Enstitüsü Yılları- Kırağılı Yıllar” adıyla hazırlıyorum. Üçüncü bölümse “Öğretmenlik Yılları”, bunlar hep öz yaşam öyküleri.”
Kendisi işçi değilken onları savunur, hikaye ve romanlarında onları anlatır. “ Kendim işçi olmadığım, hatta sınıfsal yönden küçük burjuva sayıldığım halde, kafaca işçilerin yanındayım, onların koldaşıyım.” Ve ölünceye kadar da işçi basınında, Evrensel Gazetesi’nde haftalık yazılar yazdı. Almanya ‘dayken Abidin Dino’dan beş resim ister. O da elli tane çizip göndererek şiir kitabının basımında kullanır. “Bir Uzun Yol” dur, şiir kitabının adı. Almanya’daki insanlarımızın uyum sorunları, sıkıntıları, yurt özlemleri, barış, emek gibi temalar yer alır. Şiir için “ İyi bir şiirin yazılabilmesi için yüzlerce kötü şiirin yazılması gerektiği söylenir. Şiir çabalarım iyi şiirler yazılmasına katkı olabilir en az.”der.
On yıllık Almanya sürecinde (1979-89) “Yüksek Fırınlar, Koca Ren,Yarım Ekmek” Bir Duisburg üçlemesi oluşturur. “Barış Çöreği”, Gece Vardiyası, Duisburg Treni Türkiye’de basılır. Sabır Dağı’nı, yirmi iki öykülü “Akçaköy Öyküleri” ’ni tam hazırlayamadım” der.
Fakir Baykurt, Almanya’daki dergi faaliyetlerini ve sanatçı derneklerini destekler. Duisburg’da “Dergi”, Frankfurt’da “Yazın” dergilerine katkıda bulunur. Essen’de kurulan “Sander “ derneğini, Biefeld’de Türk Yazarlar Grubunu Baykurt yönetir. Ayrıca o dönem Server Tanilli’yle birlikte “Türk Aydınlarıyla Dayanışma Girişimi”ni yönetirler. Köln’deki Türkiye Öğretmenler Derneği, Arkadaş Tiyatro gurubu, Arkadaş Dergisi’yle de iletişimdedir. Bu dönem Baykurt Hollanda, Fransa, İtalya, Avusturya, İsveç, Danimarka’ya birkaç kez gider. İşçilere konuk olur. Sovyetler Birliği, Çin ve Avusturalya’ya da gider. Bu gezilerden sonra da “Dünyanın Öteki Ucu” isimli gezi kitabını yayınlar. Alman Yazarlar birliği üyesidir. “ Barış Çöreği” isimli kitabı Almanya’da ödül alırken, Türkiye’de “Barış Derneği” yargılanır, bu onu etkiler.
Fakir Baykurt 1996 yılında Almanya’da emekli olur. Son yılları Duisburg’da geçer. Yazları Türkiye’ye gelir, yaz tatilini Antalya’nın Nebiler Köyü’nde geçirir,
Kendi köyündeki evini de Elif Nine Halk Kütüphanesi adlı bir kültür evine dönüştürür. Burdur’da bir caddeye “ Fakir Baykurt Caddesi” adı verilir. 29 Haziran 1999 Pazar günü, mezun olduğu Gönen Köy Enstitüsü’nün geleneksel “Fasulye Günü”ne katılır.
BİR ROMAN ÇÖZÜMLEMESİ VE FAKİR BAYKURT
Ahmet Oktay “Emperyalizm ,Roman ve Eleştiri” kitabında F.Baykurt ‘un “Irazca’nın Dirliği’nde Üç Mit: Devlet, Aile, Okul” başlığıyla çözümler.
“ ….İçeriden yaşamış bir anlatıcının bilgisiyle, aynı olayları yabancı olarak izledikten ya da dinledikten sonra aktaran bir anlatıcının bilgisi arasında , düzey farkı olması zorunludur. Bu fark hemen kestirilebileceği gibi , öykülemeyi koşullayacaktır öncelikle, değişik izlenceler üretmesine yol açacaktır…Romanın sonuna kadar korur bu ikili kimliği. Sanki bu sayede ,olayların hem anlatıcısı hem yönlendiricisi olma şansını aynı anda elinde tutmak ister gibidir….Gerçi hiçbir kez öyküye kişi olarak katılmaz , öykünün şu ve ya bu düzeyinde yer almaz anlatıcı” der. Öykü olaylarının belirleyiciliğine değil ,söylemsel düzeye ait siyasal, aktörel ve kültürel ön varsayımın (devlet, aile, okul) belirleyiciliğine uyduğu yine de gözden kaçmaz .
“Yaşamda olduğu gibi, anlatı dünyasında da hem rastlantıların hem zorunlulukların rolü var. Aynı biçimde roman kişileri de toplumsal koşullarının ürünüdürler ve toplumsal maddi koşulları bilinçlerini de belirler.” Irazca’nın Dirliğ’nin anlatıcısı ise dış öyküsel konumuna rağmen sık sık üst anlatıcının (romancının) düşüncelerini, yargılarını, inançlarını yansıtıcı bir görev üstleniyor. Bu çözümlemeden hareketle F.Baykurt’un yaşamı, Babası “ Veli Dayı” on dört yıl askerlik yaparken, cephelerde çarpışırken, Yemen’de, Balkanlar’da, seferberlikte tutsak düşerken ,ağaların Veli Dayı’nın köydeki topraklarını gasp etmesi, ailenin yoksullukla boğuşması , babayı küçük yaşta(Veli Dayı yüklü kağnıdan düşerek kafasını çarpar ve ölür) kaybeden Fakir Baykurt hangi bilinçte kalabilirdi? Yazınına, roman ve öykülerine bu yaşam koşulları yansımaz mı? Küçük yaşta köy çobanlığı, çocuk işçiliği, sırıkçılık yapmak zorunda kalan F.Baykurt ,Elif Ana’nın “ Olursanız el beğensin, ölürseniz yer beğensin” öğüdünü, tutumunu ,yarasını nasıl unutur? Eserlerine inançlarını, yaşamdan aldıklarını, sınavından geçtiklerini canlı biçimde neden yansıtmasın ki?
Irazca’nın çözümlemesine dönersek .”Yazar sadece bir veya birkaç özneyi değil doğrudan doğruya tüm anlatı kişilerinin bilincine yerleşebilen, anlatıcıyı kendisinin yetkilisi kılmıştır. Irazca’nın kaymakama yöneltilmiş konuşması da yeterince kanıtlar bu durumu. Hele insanlaşma ve toplumsallaşma sorununu öncelikle eğitim ve kültür sorunu olarak koyduğu gözden kaçırılmadığı takdirde… Irazca yaşadığı gerçeğe tepki verir elbet. Ama doğal olarak ya da başka türlü olamayacağı için bu tepki sınıf ilişkileri içinde yansır.” Ve Fakir Baykurt bütün çabasıyla , yazınıyla “Bu sınıf ilişkileri içerisindeki” yerini ,amacını ve mücadelesini açıklar, son nefesine kadar korur ,ders verir.
Fakir Baykurt 6 Eylül 1999’da Essen Üniversitesi Kliniği’nde pankreas kanseri nedeniyle yattığı hastanede 11 Ekim 1999 günü yaşama veda eder.14 Ekim 1999’da İstanbul Zincirlikuyu mezarlığında toprağa verilir. Yetmiş yıllık yaşamında, elli yıllık edebiyat serüveninde ve yıllarca süren öğretmen örgütlenmesi ve mücadelesinde toplumda derin izler bırakır. Geriye bıraktıklarından da herkes kendinden bir parça görür.
BAŞLICA YAPITLARI
Çilli, Yılanların Öcü, Efendilik Savaşı, Irazca’nın Dirliği, Onuncu Köy, Karın Ağrısı, Amerikan Sargısı, Kaplumbağlar, Anadolu Garajı, Tırpan, Can Parası, Köygöçüren, Sınırdaki Ölü, Keklik, Kara Ahmet Destanı, Yayla, Kale Kale, Barış Çöreği, ,Yüksek Fırınlar, Koca Ren, Duisburg Treni,
Yeni Kölelik Mi? , Benli Yazılar, Özüm Çocuktur, Köy Enstitülü Delikanlı
Fakir Baykurt çeşitli ödüller almıştır.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
1-Kendileri- Selim Esen- Türkiye Yazıları-sayı 12-1978
2-Kuruluşunun 70. Yılında Bir Toplumsal Değişim Projesi olarak KÖY ENSTİTÜLERİ SEMPOZYUMU
3-Emperyalizm , Roman ve Eleştiri- Ahmet Oktay