Ve geldi…
Ve gitti…
Sana tutuşmuşluğumu vermedim.
Sana ben serin,
Küp küp buz sana.
Ölmek için doğduğunda kaybetmiştin sen oyuncağını,
Ben ise ölümsüzlüğü arayıp durdum sende,
Ücra nokta sandığım kalabalık virgüllerinde.
Kıkırdaktı kalbim, bilmem belki kırkı çıkmadığındandır yirmi bir yaşımda kırıldı durdu.
Sen her uzaktan ıslık çaldığında, ben elimde sopam,
Elimde dürtüsü sivri bir sopam, sana koştum,
Mızrak bıraktın sen elimde.
Davranma bana ölmüşüz de ortaklığımız bitmiş gibi,
Yine de ben seni yüz yıl sonra görsem tanırım,
Hortlağı ayaklanmış bir sevgili olursun.
Sevgisi ayaklanmış bir hortlak,
Ben işte külde yürüdüğümde haykıramadım.
Sen bendeki boşluğa bağırdııın çağırdın,
Ekim’in başı gelip Aralık’ın sonu gittindi,
Ve İsa çarmıha gerildiğinde tamamlandı evrimim.
Kalbim gökten düştü denize,
Solungaçları yok artık.
Sözgelimi kurbağadan insana gidiyor,
Ya da maymun…
Taş…
Ruhuma atılan taşlar boş bir mağarada yankı,
Durmadan…
Durmadan…
Ben ilkel sevgimle seni çizdim.
Ellerim kanadı, yakama sildim.
Mağaradan oyma kara kuru bir hayat,
İçimi ısıttığım rüzgar da dindi.
Bir plastik sandalye var sırtı kırılmış,
Ardıma o koyuldu.
Dayanağım yoktur benim, diklemesi bir yaşam bıraktılar bana,
Paçalarımı katlayıp oturuyorum sığ bir kanın içine.
Usul usul akar omurgamdan,
Ben inen her ayeti havada yakalayıp okudum.
Omurgama dokudum,
Beni burada, bu kanın içinde, böylesine dikleme, katlı paçalarımla.
Beni burada kırın,
Tuz buz olayım,
Serpileyim…
Ben bu yüzümdeki yamayla dünya ne ki!
Ahirette boy gösteririm,
Sana bir kara poşet söz hazırladım,
Ağzına al hepsini yamalı bir aynanın karşısında boy gösterip.