Adamın ayakları birbirine dolaşmış, yer yer sendeliyor, yer yer de düşecekmiş gibi yapıp yana kaykılıyordu.
Öyle anlar oluyor ki bir an dizlerinin bağı çözülüp yere çörekleniyor, ardından kalkarmış gibi yapıp etrafında sütçü beygiri gibi dönüyor da dönüyordu.
Öyle pek yakışıklı denilemezdi. Uzuvları yüzüne öylesine serpiştirilmiş, simetriden bir haber aşağılı yukarılı, sağlı solluydu.
Göz kapaklarına güçlü balyoz darbesi yemişçesine şişmiş, burun delikleri kocaman iki obruk gibi geniş, dudakları sarkık, alnı kırış kırış, yüzü kireç gibiydi.
İki laf edeyim dediğinde ağzı diline dar geliyor, dili yanaklarına çarpıp dişlerinin arasında mola veriyordu.
Saçları yer yer beyaz yer yer de kahverengiye çalıyordu. Bu onun orta yaşlı olduğunun gösteriyordu.
Ağzına, hoyratça girmeye çalışan bıyıkları, sigara dumanıyla sapsarı olmuştu. Bu ona ayrı bir hava katıyordu.
Elleri nasır bağlamış, tırnakları kirden görünmeyen adamın, kolları omuzlarından düşüverecekmiş gibi sallanan iki ince meşe sopasını andırıyor, uzunlamasına atılan jilet kesikleri de sürülmüş tarla misali uzadıkça uzuyordu.
Lime lime olmuş pantolonu yerde sürünüyor, omzuna attığı kocaman kadife ceketti ha düştü ha düşecek izlenimi veriyordu.
Çamurlu ayakkabılarının altı yarılmış, iri ayakları toprağı öpüyordu. O bütün bunlara aldırmadan yoluna devam etti.
Az ileride iki kedi, sebebi bilinmez bir nedenden kavgaya tutuşmuş, alt alta üst üste yuvarlanıyordu. Adam onlara bir tekme savurdu. Savurur savurmaz da yere kapaklandı. Düştüğü yerden zorlukla kalkıp iki üç adım attı. Şimdi dünya onun gözünde tepsi gibi dümdüzdü. O tepsiyi de koca koca filler taşıyordu. Filler bu gün öyle tepişiyordu ki ayakta durmak imkânsız gibi görünüyordu.
Boğazını temizleyip yere tükürdü. Ardından sümüğünü gömlek yenine silip yere çömeldi. Bir an acıktığını hissetti. Aklına ekmek arası et döner geldi. Ellerini pantolon cebine atıp bir güzel karıştırdı. Sonunda parmaklarının ucuna iki kâğıt, bir de madeni para takıldı. Oltasına balık takılmış balıkçı gibi sevindi. Bu paraların döner almaya yetmeyeceğini bilen adam paraları avuçlarının içinde sıkıp yumru yaptı. Nasıl olsa ona acıyan bir Allah’ın kulu bulunurdu. Kararlı adımlarla dönerci Halil’in dükkânına yöneldi. Dükkân az ötede yol kenarındaydı. Düşe kalka dükkânın kapısına yaklaştı. Kapıya bir tekme attı. Allahtan kapı yerinde sapasağlam kaldı. Yalpalaya yalpalaya cam kenarındaki masaya ilişen adam başını masaya koyup gözlerini Halil’e dikti. Bunu gören Halil kirli önlüğünü düzeltip adama yaklaştı ve sordu: ‘’Ne vereyim abime?
Adam soruyu anlamamışçasına gözlerini Halil’inkilere dikip ana avrat düz gitti. Nerede kaldığını anlamayan Halil öfkeyle arkasına döndü. Hiç düşünmeden eli tezgâhta duran döner bıçağına gitti. Yer misin yemez misin?..
Sarhoş, acı hissetmeden yere yığıldı. Yer, bir anda kırmızıya boyandı.