Metin, o gece dağınık sakallı, oldukça zayıf bir ihtiyarın tek gözlü köprünün üzerinde sağa sola koştuğuna yemin edebilir fakat bunu ispatlayamazdı…
Gün içinde neler yaptı, oraya ne zaman ve nasıl gitti, hiçbir fikri yoktu. Sazlıkların ardındaki köprüye karşı yanyana oturmuş iki kişiydiler. Diğeriyle ilk defa orada tanışmasına rağmen dostlukları çağlarcaydı sanki.
Çikolatayı ağzına atmadan önce elindeki ambalaja hayret dolu gözlerle bakıp, “Çıtır çıtır pirinç patlağı, rüya gibi bir lezzet… ” dedi diğeri. Güldü Metin. “Çıtır çıtır pirinç patlağı” diye mırıldandı. Pirinç patlaklarının dişlerin arasında ezilirken çıkardığı sesi, damağa yayılan lezzeti hayal etti. Onun dışındaki insanların bu harika tatdan yoksun olduğunu düşündü. Ne kadar şanslıydı! Kuru dudaklarını yaladı. En az yüz yaşında olduğunu tahmin ettiği yaşlı adam köprünün kenarına oturup ayaklarını sallıyor, çocuk kahkahaları ile kendini aşağıya sarkıtıyordu. Ne çılgın adamdı ama! Yaşadığı coşku dışına taşıverdi birden.
“DOSTUM ŞUNA BAK!” dedi köprüyü göstererek. Diğeri karanlık nehir üzerinde yer alan çıplak köprüye baktıktan sonra kafasını tekrar geri çevirdi.
“ADAM BİZE EL SALLIYOR GÖRMÜYOR MUSUN?”
Köprüye el salladılar.
Çimlerin üzerindeki janjanlı ambalaj kağıdını alıp yakından inceledi Metin.
“İçeriğinde hiçbir katkı maddesi bulunmaz.” yazıyordu. “Vitamin deposu…”
Tadının nasıl olduğunu sordu diğerine.
“Çıtırtılı ve şekerli”,
“Eğer istersen senin için pirinç patlaklı çikolata alabilirim ama bu sana pahalıya patlar”
Metin sevinçten havalara uçtu. Gerçek anlamıyla…
Gökyüzündeydi, bir süre özgürce kanat çırptıktan sonra yerine kondu.
Ayaklanıp ters tarafa doğru yürümeye başladı diğeri. “Yüz tane pirinç patlaklı çikolata alıp döneceğim.” dedikten sonra karanlıkta kayboldu.
Kahkahayı bastı Metin.
“100 TANE!”
“Tek pirinç patlağı için bile nelerini vermezdi insan…” diye düşündü.
Mezar kaçkını tek kolu üzerinde sokak dansı yapıyordu şimdi de. Sergilediği çeviklik olağanüstüydü.
Yerinden zıpladı Metin.
Tezahürat etti.
Ardından yorgun bedenini çimlere serip uçsuz bucaksız gökyüzünü seyretti.
Yüzden fazlaydı pirinç patlakları, binlerceydi, hatta milyarlarca…
Dönmedi dostu.
Sabahın ilk ışıkları endişeli bir el gibi gözlerine dokunurken, zorlanarak toprağından doğrulan, vücut kılları düzensizce uzamış, küf kokulu, ölü bir bedendi Metin.
Taş köprüde gecenin eğlencisinden eser yoktu.
Avucunun içinde sıktığı ambalajı donuk bir ifadeyle okudu.
“Çıtır çıtır pirinç patlağı, rüya gibi bir lezzet!”
SON