Ahmet’in ilk çalışma deneyimiydi. Bir ay önce babası ölmüş arkasında birkaç çocuk ve yıkık dökük bir eş bırakmıştı. Ahmet o birkaç çocuktan biriydi ve en büyüğüydü. Dört kardeştiler. Ahmet tek erkek çocuktu. Babasına kanser teşhisi konduğunda on iki yaşındaydı. Hastalığı duymuştu ama babasını alıp götüreceğini düşünmemişti. Teşhis koyan Doktor Allah’tan ümit kesilmez demişti. Onlar da ümidi kesmemişler, tıbbın her ihtimalini denemişler, bolca dua etmişler, ağlamışlardı. Ama sonunda bir pazar sabahı babaları aralarından ayrılmış, arkasında paramparça bir aile bırakmıştı. Anneleri bu durumu kabullenemiyor delice davranıyordu. Annesinin bu halini gören kardeşler ne yapacağını bilemez halde ağlaşıp duruyorlardı. İşte böyle bir ortamda Ahmet işe başlamıştı. Çalışmaya mecburdu. Babasından kalan aylık daha yeni bağlanmış, kira, mutfak derken ilk haftadan neredeyse tükenmişti. Ahmet bugüne kadar hiç çalışmamıştı. Okula gitmiş başka da bir şey yapmamıştı. Şimdi komşuları Kerem, gel beraber çalışalım deyince kabul etmiş işe başlamıştı. Kerem babasının en iyi arkadaşıydı. Çocukluk yıllarından beri hep birlikteydiler. Ta ki babası bırakıp gidene kadar. Gerçi iş için yaşı küçüktü ama işte bir miktar yardımı olur diye düşünmüştü Kerem usta. Hem yardım etmiş olacaktı hem de Ahmet’e bir meslek kazandırmış olacaktı. Ahmet işi severse birlikte yaparız, diye düşünüyordu. Yaptığı işi severse başarılı olur demişti annesine. Annesi Kerem’in ne dediğini anlamamıştı ama tamam demişti. Gelsin başlasın. Nereye gidecekti, ne yapacaktı, neye başlayacaktı sormamıştı bile. O kendi dünyasında kocasının yasını tutuyor, her geçen gün üzüntüsü azalacağına katlanarak artıyordu.
Ahmet dükkâna girer girmez pişman oldu. Benim ne işim var burada diyerek kendisine kızdı. Kerem daha gelmemişti, diğer çalışan çocuk Ahmet’in yanına gelerek buyur kardeş dedi. Ahmet çekinerek ben Ahmet burada çalışacağım dedi. Çocuk da ben de Selami diyerek hoş geldin dedi. Selami, Ahmet’e acıyarak mı baktı yoksa Ahmet’e mi öyle geldi bilemedi. Kenarda duran sandalyeye oturdu. Kerem’i beklemeye başladı. Dükkân çok da temiz sayılmazdı. Gerçi oto lastikçiler hep böyle oluyor diye düşündü Ahmet. Etrafta bir gün öncesinden değiştirilmiş lastikler üst üste konmuş, bir araç da içerde lastikleri sökülmüş şekilde duruyordu. Selami, Ahmet’e yaklaşarak kardeş çay istersen bak ocakta var diyerek tezgâhın köşesindeki elektrikli semaveri gösterdi. Ahmet olur içerim diyerek plastik bardaklardan bir tane alıp çay doldurdu. Bir yudum aldıktan sonra yüzünü ekşitti. Bu tavrı Selami’nin dikkatinden kaçmadı. Yaklaşarak alışsan iyi olur, buranın çayı hep böyledir dedi. Ahmet inşallah dedi içinden. Alışsam iyi olacak. Sandalyesinde derin düşüncelere dalmışken bir el omzuna dokundu. O bakıyorum gelmişsin. Aferin işte böyle olmalısın diyerek samimi şekilde gülümseyen Kerem usta, Ahmet’in kalkmasına izin vermedi. Otur çayını iç oğlum diyerek de Ahmet’i rahatlattı. Selami, bir çay da bana verir misin? diyerek seslendi. Selami olur usta diyerek semavere yöneldi. Dolaptan bir cam bardak alarak çayı koyup getirdi. Buyur usta diyerek Kerem’in önüne bıraktı. Kerem usta çaydan bir yudum alıp Ahmet’e bak oğlum bugünden itibaren birlikte çalışacağız, sen rahmetlinin bana yadigarısın, bir sıkıntın olursa ya da bir isteğin bana söylemekten çekinme. Biz hem iş arkadaşıyız hem de aile sayılırız diyerek Ahmet’in gözlerindeki çekinceyi sildi. Ahmet içinden sen ne iyi adamsın Kerem abi diyerek sevecen bir tavırla baktı. Bu bakış Kerem’in dikkatinden kaçmadı. Ahmet’in babasıyla tanıştıkları günü hatırladı. Ne gündü ama. Şehre yine o geceli gündüzlü yağmurların yağdığı bir haftaydı. Üç dört gündür yağıyor sanki hiç durmayacak gibi insanlarda korku yaratıyordu. Kerem akşam üzeri çalıştığı lastikçiden çıkmış, eve doğru koşar adımlarla yürüyor, ıslanmamak için çatı saçaklarına sığınıyordu. Yağmur hızını artırınca bir saçak altında bekliyor yağmur hızını azaltınca da koşar adımlarla eve doğru yol alıyordu. Tam sokaklarının başına geldiğinde ayağı kaymış kaldırım kenarında biriken su birikintisinin içine düşmüştü. Kafasından kan sızıyor, kolu şiddetle acıyordu. Belli ki kafasını çarpmıştı ama kolu daha çok açıyordu. Kalkmaya çalışırken bir el uzanmış onu sudan çekmişti. Oturdukları evi sormuş, koltuğundan destek olarak eve kadar getirmiş, annesine durumu anlatmış sonrasında da gitmişti. Kerem o geceyi hastanede geçirmiş kolu sarılmış, başına birkaç dikiş atılmıştı. Sabah olunca da annesine, anne o çocuk kimdi? diye sormuş ama tatmin edici cevap alamamıştı. Annesi oğlum seni öyle görünce adını soramadım demişti. Mahalleye yeni taşınmış olabilirler ya da ne bileyim oradan geçen biri de olabilir. Sen şimdi iyi olmaya bak oğlum diyerek Kerem’i merakıyla baş başa bırakmıştı. Akşama hastaneden çıkmış eve gelmişlerdi. Kerem birkaç gün işe gitmeyecek evde dinlenecekti. Ertesi gün yağmur durunca evin önüne çıkmış etrafı seyrediyordu.
Dalgın dalgın o çocuğu düşünürken selam kardeş sesiyle irkilmiş bakınca da aradığı cevabı bulmuştu. Yanına gelen o çocuktu. Onu tutup kaldıran, evine kadar eşlik eden o çocuk. Kalkıp içinden sarılmak geçse de kendini tutarak selam kardeşim ben Kerem demiş muhabbetle yüzüne bakmıştı. O da ben de Şahin diyerek elini uzatmış tanışmışlardı. Mahalleye yeni taşınmışlar, aşağı sokakta oturuyorlarmış. Kerem bu düşüncelere dalmışken Selami’nin usta çayın soğudu sesiyle uykudan uyanır gibi oldu. Şaşkın şaşkın ama bir o kadar da şefkatle Ahmet’e baktı. Ne kadar da babasına benziyor diye içinden geçirdi. Acaba işi sevecek mi birlikte çalışacak mıyız diye meraklandı. Ahmet’i dikkatli dikkatli süzerken içeri giren bir müşterinin selamıyla gözlerini üzerinden çekerek müşteriye döndü. Buyur kardeş diyerek yerinden kalktı. Adam arabasının lastik uyarı ışığı yandığını söyledi. Kerem siz bir çay için ben bakayım diyerek arabanın anahtarını alıp dışarı çıktı. Adam Ahmet’e dönerek bana bir çay verir misin dedi. Ahmet ilk iş heyecanıyla yerinden kalkıp adama bir çay verdi. Adam sen okula gitmiyor musun? diye sorunca da ağlamaya başladı. Adam ne olduğunu anlamaya çalışırken şaşkın şaşkın etrafına bakındı. Ben bir şey yapmadım diyerek Kerem’in yüzüne baktı. Kerem usta hemen Ahmet’in yanına geçip onu sakinleştirdi. Adama da kardeş o biraz hassas konu sen istersen hiç karıştırma diyerek sitemde bulundu. Ahmet hemen dükkânın bitişiğindeki lavaboda yüzünü yıkayıp dükkâna döndü. Adamdan özür dileyerek yine oturduğu o sandalyeye geçti. Adam üzgün üzgün Ahmet’in yüzüne bakarak yok delikanlı asıl sen kusura bakma, bilmeden bir yarayı kanattım diyerek Ahmet’in başını okşadı. Ahmet tekrardan ağlamamak için kendini zor tuttu. Babası da başını böyle okşamıştı ölmeden birkaç gün önce. Yanına çağırmış başını okşamış ve vasiyet gibi konuşmasını yapmıştı. Oğlum demişti, annen ve kardeşlerin sana emanet demişti. Gerçi daha küçüksün ama sen güçlüsün demişti. Ahmet bu sözlere ağlamış babasına sıkı sıkı sarılmıştı. Babası bu konuşmadan sonra komaya girmiş ve bir daha da uyanmamıştı. Şimdi Ahmet okulu bırakmış işe başlamıştı. Gerçi işi hakkında bir fikri yoktu ama Kerem abi iyi birisi diye düşünüyordu. Adam tekrar özür dileyerek arabasının işinin bitmesini dışarıda beklemeye başladı. Kerem işinde iyi bir ustaydı. Çevrede herkes onu takdir eder, işinin ehli usta diye bilinirdi. Bu sorunu da çözmüş arabayı teslim etmişti. Adam ücretini ödedikten sonra arabasına bindi ve Ahmet’e belli belirsiz bir selam vererek uzaklaştı. Ahmet adamın arkasından hüzünlü gözlerle baktı. Kerem ustanın, yanına gelerek Ahmet gel bakalım sana bir iş tarifi yapalım demesine kadar da öylece durdu. Kerem usta, Ahmet’i alarak dükkanının ortasına kadar geldi. Selami’yi de çağırıp iş tarifini yaptı. Ahmet’in yapacağı iş kolaydı. Etrafı toplayacak, süpürecek, ustanın istediği aletleri verecek en önemlisi de sürekli gözlem yaparak işi öğrenecekti. Selami malzemeleri tanıtmak için Ahmet’i alıp tezgâhın önüne geçti. Kerem yine dalgın dalgın ne kadar babasına benziyor bu oğlan diyerek hüzünlendi. Aslında babası da Kerem’le lastikçi de birkaç gün çalışmış ama sonrasında ayrılarak bir tekstil atölyesinde çalışmaya başlamıştı. İşi rahattı ama işte o kimyasal boyalar kanser olmasına sebep olmuştu. Genç yaşta da aralarından ayrılmış, arkasında emanet çocuklar bırakmıştı.
Kerem, o gün elinden tutarak onu kaldıran çocuğu hiç unutmamış yıllarca süren arkadaşlıklarında bir kez olsun Şahin’i kırmamıştı. Zaten Şahin de çok naif ve nazik bir insandı. O da Kerem’i hiç kırmamış, üzmemişti. Şimdi onun oğluna iyi bakmak ve işi öğretmek istiyordu ama Ahmet’in bu işte başarılı olup olmayacağını bilmiyordu. Aslında onlara doğrudan maddi yardım etmek istiyordu. Karısı olur mu hiç onlar bu yardımı kabul etmezler deyince de böyle bir iş teklifinde bulunmuştu. Hem de işi öğrenir diyerek de en doğrusunun bu olduğuna kendini inandırmıştı. Selami de böyle bu yaşlarda başladı diyerek Selami’nin aletleri anlatışını bir süre izledi. Aynısını yıllar önce o yapmıştı, daha önce de aynısını ona yapmışlardı. İşe böyle başlanırdı bu meslekte. Sonra çırak, kalfa, usta olunur daha sonrasında da işi sevenler dükkân sahibi olurdu. Selami’yi izlerken bir yandan da Ahmet’i dikkatlice takip ediyordu. Ahmet öğrenmek istiyor ama kendini veremiyordu. Çok basit aletleri bile iki üç kez soruyordu. Kerem bu duruma üzülüyor bu çocuk okulda olmalı diye düşünüyordu. Hayırlısı diyerek dünden kalan aracın ayarlarını yapmak için aracı kaldırdı. Selami hemen yanına gelerek ustasının istediği aletleri verdi. Ahmet, Selami ile ustanın çalışmasını, çalışma ahenklerini dikkatle izledi. Arada sırada ondan da malzeme istediler. O da istenen malzemeleri verirken büyük bir haz duydu. Biraz olsun kendine gelmişti. İş yapmanın, işe yaramanın, bir şeyler üretmenin tadına varmıştı. Sonraki arabanın lastiklerini Selami’yle değiştiler. Araba işi bitip gidince çay içmek için kenardaki masaya geçtiler. Çay içerken Selami işe geldiği ilk günü hatırladı. Onun hayatı bambaşkaydı.
Annesi de babası da vardı. Babası bir fabrikada servis şoförlüğü yapıyordu. Gelirleri iyi sayılırdı. Selami okula gidiyordu ama okumak istemiyordu. Okul onu sıkıyor, hiçbir dersten başarılı olamıyordu. Öğretmenleri babasını çağırmış ve bu çocuğu bir mesleğe ver okumada gözü yok demişlerdi. Babası da arabasının lastiklerini değiştirmeye getirdiği bir gün, Kerem usta, çırak bulamamaktan yakınmış, bir çocuk bulması gerektiğini söylemişti. Selami’nin babası da benim oğlum çalışır demişti ve ertesi gün Selami’yi alıp getirmişti. Selami önce bu işten de sıkılmıştı ama zamanla işi benimsemiş, iyi de bir çırak olmuştu. Şimdi epeyce usta olmuş, neredeyse işi tek başına yapacak duruma gelmişti. Tam üç yıl oldu diye geçirdi içinden, tam üç yıl. Bazen hüzünlü, bazen mutlu günleri olmuştu. Ama en mutlu olduğu gün sınıf arkadaşı Sevgi’nin babasının geldiği gün olmuştu. Selami’yi tanımış ve çalışmasından iş yapmasından mutlu olmuş, Selami’yi takdir etmişti. Selami bu takdire çok sevinmiş ustası sorunca da hiç demişti. Aslında hiç diye geliştirilecek bir durum değildi. Selami Sevgi’ye ilgi duyuyor her sabah onu görmek için okul yolunda bekliyordu. İlk zamanlar hiç kimsenin lastikçide çalıştığını öğrenmesini istememişti. Bir sabah yine gizlice onu beklerken yakalanmış, Sevgi’nin neden okula gelmiyorsun sorusuna verecek cevap bulamamış, kekeleyerek ben işe girdim diyebilmişti sadece. Birkaç gün sonra yine Sevgi’ye yakalanmış biraz sohbet etmişler ve lastikçide ile başladığını söylemişti. Beklediği tepkiyi görmeyince de çok mutlu olmuştu. Sevgi, işi hakkında birkaç soru sormuş hiç de küçümsememişti. Hatta çalışman iyi olmuş diyerek onu motive etmişti.
Sevgi’den sonra babasının da takdir etmesi Selami’ye çok iyi gelmişti. Hatta Kerem usta bazen oğlum senin işe başladığın asıl tarih o adamın geldiği tarih diye dalga geçerdi. Selami bu düşüncelere dalmışken içeri giren arabanın sesiyle başını çevirdi ve Ahmet’i sandalyede oturmuş düşünürken gördü. Bu çocuk çalışmaz diyerek yerinden kalkıp arabayı lifte aldı. Işığı alarak arabanın altına geçti. Lastikleri çevirerek kontrol etti. Ön lastiklerden birisinde ayarsızlık olduğunu gördü ve Kerem ustayı çağırdı. Onlar birlikte iş yaparken Ahmet de onları izlemeye koyuldu. Bir yandan işi öğrenmeye çalışırken bir yandan da ben bu işi yapamam diye düşünüyordu. Mutlu değildi ve bu durumunu belli ediyordu. En azından Kerem usta bunun farkındaydı. Alışır diye düşünmüştü ama çocuk alışamıyor hatta daha da soğuyordu. Kerem acaba yanlış mı yapıyorum düşüncesine kapılmıştı. Neyse yarın bakarız, bir hal yol buluruz diyerek işine yoğunlaştı. İşine konsantre olamıyor göz ucuyla sürekli Ahmet’i kontrol ediyordu. Biraz dikkatli bakınca Ahmet’in pek de istekli olmadığını gördü. İşi bitince de Ahmet’i eve gönderdi. Bugün erken git biraz dinlen dedi. Ahmet sevinerek eve gitti. Evde annesini yine ağlarken buldu. Akşam yemeğini yedikten sonra erkenden uyudu. Sabah kalkıp dükkânın yolunu tuttu. Yoldaki pastaneden kahvaltı için simit aldı. Kerem usta simit seviyordu. Ahmet’i simitlerle görünce çok mutlu oldu. Düşünceli çocuksun diyerek başını okşadı. Kahvaltı yapalım seninle bir yere gideceğiz dedi. Kahvaltı bitince Kerem usta Ahmet’e haydi gidelim dedi. Ahmet, nereye gidiyoruz usta? diye sorunca da Kerem usta hafif bir gülümsemeyle gel görürsün dedi. Arabaya binip yola çıktılar. Yolun sonuna varınca Ahmet ne diyeceğini şaşırdı. Usta ne işimiz var burada? diyerek heyecanla ustasına baktı. Kerem usta inerek Ahmet’i de alıp bahçeden içeri girdi. Önceden aradığı için onları kapıda müdür yardımcısı karşıladı. Kerem usta, hocam artık Ahmet size emanet diyerek onu müdür yardımcısına teslim edip okuldan ayrıldı. Ahmet, Kerem’in arkasından bakakaldı. Mutluluktan ne diyeceğini bilemedi, yutkundu, ağlamamak için kendini zor tuttu ve sevecen bir tavırla sağ ol usta diyebildi.
Ali SUNAR