Kırlangıçların kanatlarında geldi güneş. Bereketli yağmurların arasından, uzun bir kış rüyasının ardından. Karanlık sabahları delip, bitmeyecekmiş gibi görünen günlerin tomurcuklarına yerleşti. Bayram sabahında uyanan bir çocuğun suretinde güldü bize. Hem de hadi artık uyan diyen annenin sesiyle. “Uyan artık sabah oldu, takvim çoktan baharı buldu.” Ilık bir rüzgâr esiyor şimdi üzerimizde. Yıllar önce büyük bir şairin doğduğu ayın ait olduğu mevsimde. Onu da, bizi de hep bu havalar mahvetti. İçimizde yeşeren o kimsesiz hevesler. Aslında büyüklerimiz uyarmıştı bizi, bu ayda tohumlar ya elde ya yerde olmalı demişti ama dinlemedik. Her hayalperest gibi kuğu fırtınasının adını sevip, en çok ona yenildik. Rüzgârı öyle sert esti ki nereye tutunacağımızı bilemedik. Ağaçları çiçekte, kelebekleri çayırda, bizi de rüyada çarptı.
Rüyamda bir kuştum ben, kimsenin göremediği o şakacı çobanaldatan denilenden. Günbatımından birkaç saat sonra ötmeye başladım, sonra da gidip en kuytu çiçeğin yanına saklandım. Sesimi cırcır böceği sandılar, hatta kurbağaya benzetenler bile oldu. Ben de uçarken ötmeyi bıraktım. Kırdıkları kalbimi kanadımın ucuna taktım ama kırlangıçların güneşi taşıdığı gibi olmadı. Sanki her bir yanda gölgeler belirdi. Önce tanıyamadım tabi ama belli ki bu bana kurbağa diyenlerin gölgesiydi. Öyle de büyüklerdi ki yaklaşan yazın yüzü bile perdelendi. Bahar ortasında bir soğuk sardı etrafı. Aslında benim isteğim güneşe uçmaktı. İka Rus kadar yaklaşmasam da yüzümü ısıtacaktım. Ama şimdi hep beraber soğuğun altında kaldık ve tek yaptığımız birbirimizi suçlamak. Ben diğer kuşlar gibi olmadığımdan yargılanıyorum, onların suçuysa taze yeşeren hevesleri koparıp atmak. Kırılmış hevesim, çarpık kalbimin ve ufak kanadımın yanında yanlış kaynıyor. Uçacağım yolu şaşıyorum. Çıplak gözle bahara bakamıyor, yazı gönlümce saramıyorum.
Ortasında kaldığım bu gölgelerin arasından bir şiir olup çıkmayı arzuluyorum. Nesiller boyu bilinen ama kimsenin okumadığı bir şiir. Bininci kez karşılaşılan satırını her seferinde ilk kez görmüş gibi. Oysa çok önceden söylediler bize; Mart’ın dokuzun dokuzu, o da olmazsa otuzu dediler. Baharın içinde o soğuklar illa ki gelecekti, çünkü kuğu fırtınası gelmeden, Sitte-i Sevir bitmeden kış geçmezdi. Ancak doğanın daha önce söylediklerini dinlersek gölgeleri ardımızda bırakabilirdik. Bir tek o zaman yükler sırtımızda ağırlık yapmadan yazı karşılayıp denizleri aşardık. Köklerimiz nisan yağmurlarını çekip, korkusuzca dallarımıza verdiğinde.