Bazı konuları yazmak, konuşmak ve paylaşmak hoş karşılanmıyor ama; Kalem tutan eller, düşünebilen beyinler, gören gözler, çalışan vicdanlar basınçlı su gibidir. Ne yapsanız, ne etseniz, bir yerlerden fışkırmaları engellenemez. Bir nokta kapatılır, başka yerden patlak verir. Barikatlar yıkılır, engeller devrilir. Hele ki bu bilişim çağında !
Kimse kimseyi durup dururken suçlamak, dışlamak istemez. Ama bildiği , gördüğü konular da varsa bunları paylaşma ihtiyacı duyabilir, veya paylaşmanın yararlı olacağını düşünebilir. Bir şekilde paylaşır; kabul görür veya ters tepki alır. Korku, insana has duygulardan biridir. Rahatımızın kaçmasını , zarar görmeyi elbette istemeyiz, bundan korkabiliriz. Ne var ki; hepimiz herkes korkunun ölüme faydası olmadığını da biliriz! İnsan doğasında merak vardır, sosyal varlık olduğu için de; her şartta iletişim kurma yollarını arar bulur. Düşünün, en ilkel insanlar bile dumanla işaretleşerek iletişim kurmuşlar. Güvercin kanadında haber iletmişler birbirlerine. Günümüzde lazer ışıklarıyla gökyüzüne resim yapılıyor, yazı yazılabiliyor. Uydular aracılığı ile işlemler yapılıyor, iletişim kuruluyor. Mikro ses düzenleri, kameralar, alıcılar, vericiler sarmış dünyayı. Yasaklar, engeller sanırım biz sıradan vatandaşlar için geçerli. O da bir yere kadar! Ayşe ,Fatma, Ahmet , Mehmet, Hans, Artur, Mary, Anita susar ya da susturulur belki… Ama dünyada, yaklaşık yedi buçuk milyar insan var… Teknoloji alanında çalışanların sayısı ve imkanları her geçen gün artıyor. Genç kuşağın bu alana ilgisi çok yoğun.
Susmaya zorlanan, engellenen, sıradan insanların bile, yeri gelince zekaları ile inanılmaz ifadeler kullanıp söylemek istediklerini söyledikleri de bilinen gerçeklerden. Şifre var, vücut dili var , yüzlerce konuşma ve işaret dili var. Fısıltı gazetesinin özellikle cahil toplumlarda nasıl işlediğini bilmeyen yoktur.
Bebekler sekiz dokuz aylık olunca( baba, dede,mama) gibi söylenmesi kolay kelimeleri söylemeye başlarlar. Yetişkinler bu kelimeleri duyunca pek sevinirler. Çocuğun, duyma ve konuşma engelli olmadığı anlaşılmış olur. Aradan biraz zaman geçince kelimelerin sayısı artar, basit cümleler başlar, daha sonra da; çocuk bıcır bıcır konuşur. Söyledikleriyle büyüklerini şaşırtır. Ergenliğe girince, dil pabuç kadar olabilir. Konuşma şekline, çemkirmeler eklenebilir ve konuşma eylemi, gitgide gelişir, hatta yazıya dönüşür. Her nedense konuşmakta zorlanmayan insan; susma ve dinlemeye sıra gelince, ne yazık ki çok zorlanır. Kreşlerde ve ilkokullarda eğitimin ilk adımı susmak , dinlemek, söz almak olmalıdır. En aydın , en kültürlü insanların bile çoğunun; susmayı, karşısındakini dinlemeyi, söz almayı almayı bilmediğini çevremizde sıklıkla görürüz.
Geçmiş yıllarda, Cumhurbaşkanlığı Senfonisi ‘ nin konserine, yeğenlerimi dinlemek için gitmiştik. Salona girerken uzak doğulu oldukları çekik gözlerinde anlaşılan bir çiftin kucaklarında beş ,altı aylık bir bebek ve üç yaşlarında bir çocukla salona girdiklerini gördüm. Bir buçuk , iki saat sürecek klasik konserde bu çocukların sıkılacaklarını, ağlayıp konuşabileceklerini düşündüm. Salonda görebileceğim bir yerde oturduklarını görünce merakla izlemeye başladım. Konser boyunca bu iki çocuktan ( tık!) çıkmadı. Demek ki; küçük yaşta çocuklara bu eğitim verilebiliyormuş . Susmayı bilmeyen insanların çok olduğu toplumumuzda; kim ne kadar suskun kalabilir, kim engellere, ne ölçüde takılır bilemeyiz. Susmanın; ülke ve insanlık için gerekli olduğuna inananlar varsa, kesin susacaklardır diye düşünüyorum. Ama buna inanmayan, çenesini tutamayan insanların hali zor! Güzel ve etkili konuşma da; Allah vergisi hoş bir yetenek.. Yaşamımızda kısıtlamalar olur mu? Bu kısıtlamaların arkası gelir mi? Yeni kısıtlamalar eklenir mi hiç belli olmaz…
Zaten toplumun her kesiminde aşırı hassasiyet gelişti. Hepimiz rüzgardan nem kapar olduk. En iyisi; düşüncelerin; toplum , doğa ve evren yararına kontrollü paylaşılması, aktarılması… Yasak, ceza ve baskı sadece , ilkel toplumlar için geçerli yöntemler… Ya da yasaklanması gereken durumlar yaratmamaya dikkat edilmeli… Şeffaf ve samimi olmak. Sahip olduğun gücü doğru yerde doğru orantıyla kullanmak. Sümen atıklarının kapasitesini zorlamamak!
Düşünmek, konuşmak, paylaşmak, susmak, dinlemek, söz istemeyi bilmek… Gerektiği yerde gerektiği kadar kimseyi incitmeden, haksızlık yapmadan bu haklarımızı dengeli kullamak amacımız olsun!
Geçen gün, Berlin’ den, katılımcıların hemen hemen hepsi Türkiye’den olan, onlayn senaryo kursuna katıldım. Sadece benim görüntüm dondu, sesim yer yer kesildi. Ekranda (internetiniz düzenli değil .) cümlesi belirdi.. Bu konuda Almanya bizi kıskanıyor olabilir diye düşündüm. Önceki yıllarda Londra’da da birkaç gün üst üste arıza nedeniyle internet kesildiğine şahit olmuştum. Çok gelişmiş olduğunu düşündüğümüz ülkelerde de bazı teknik arızalar yaşanıyor. Ama kimse susturulmuyor, susmak zorunda kalmıyor, konuştuklarından ötürü suçlanmıyor. Kimsenin kimseden farkı yok. Bütün ülkelerin tarihinde kara lekeler var, gri tonlu geçişler var. Aramızdaki fark sadece farkındalık. Almanya’da, bugün bile Hitler dönemine hayranlık duyan , soykırımını haklı bulan bir azınlık var. Ama çoğunluk; ırkçılığın, zulüm ve baskının ne kadar yanlış olduğunu görmüş, anlamış… Tarihi ayıbı kapatmak yerine yeni kuşaklara gerçeği anlatıyor. Yaşanmışlıklardan doğru sonuç çıkartmaya , aynı hataları tekrarlamamaya çalışıyor. Kimse kan bağlarını inkar edemez, kimse atalarının yaptığı hatalardan sorumlu tutulamaz…( Atalarımız çok iyi işlerin yanı sıra şu şu hataları da yapmışlar.) diyebilmek gerek. Dünü ve bugünü eleştirerek kaliteli yarınlara ulaşmak, aynı hatalara düşmemek mümkün. Bu eleştiriler için de; iletişim şart!
ULVİYE KARA AKCOŞ