Yaz tatili için ailemle uzun bir yolculuğa çıkmıştık. Babam arabanın direksiyonunda yılan gibi kıvrılan dağ yollarından geçiyordu. Çam ağaçlarından akan sincaplar, yol üstünde yaban eşekleri, arabanın lastiğinden son anda kaçan tilkiler, havanın karardığı anlarda arabanın lastiğinde ezilecekmiş gibi olan yaban domuzları hepsi bu yolculuğumuza eşlik ediyordu.
Bense bu yol arkadaşlarımı izlemekten bazen yoruluyor bazen kıvrım kıvrım olan yolların arasında düşüncelere dalıp gidiyordum. Yollardaki işaretlere gözüm takıldıkça hınzırca gülümsüyordum çünkü bu görüntü çok küçükken kardeşimle büyük bir heyecanla kendimizden geçtiğimiz boyama kitaplarına benziyordu. Geyik çıkabilir, sola viraj, sağa viraj bakmakla kendimce oyuna döndürdüğüm trafik levhaları…Bu levhalar yolculuğuma ayrı bir oyun katıyordu. Virajlar üst üste dönüldüğünde midem ağzıma geliyor ama yine de yer yer yeşil çam ormanlarının arasından gözüken deniz beni kendime getiriyordu Sonsuz bir uçurumun yanından geçen yolumuz kayalıklardan düşecek gibi oluyor o sırada deniz bir nokta gibi gözüküyordu. Bir yanda Ege bir yanda Akdeniz iki neşeli çocuk gibi bana sıcacık gülümsüyordu.
Bu uzun ve yorucu yolculuğun sonunda iki yakasında ayrı denizlerin gülümsediği antik kent Knidos’taydık. Babam:” İşte geldik, sanki cennet burası.” dedi . Aşağılardan yukarıdaki yamaçlara baktıkça tarihin eski insanlarını görür gibi olduğunuz yeşil ve mavinin tüm tonlarının ahenkle dans ettiği ağustos böceklerinin en güzel doğa senfonilerini bestelediği bir cennetti Knidos.
Dinlenmek için arabadan inip de yatların yanaştığı iskelede biraz soluklanırken iki kişinin:
-Yine mi kaçtı bu lan, tam saatinde mi gitmesi gerekiyor kardeşim sanki İstanbul tramvayı…
-Ulan köy minibüsü ne çabuk gittin, demeleriyle irkildik. İki çalışan ellerinde kara bir çarşaf birbirlerine küfürleşerek konuşmaya başladılar.
-Ulan it, o son şişeyi yutmasaydın şimdi köy minibüsü gitmemiş olacaktı.
-Ben mi dedim sana beni bekle diye, gitseydin oğlum. -Neyse ben şuradan bir araba durdurur, giderim.
Şarabı yutmakla suçladığı adamsa bir gölgeye oturarak babamdan sigarasına ateş istedi. Rüzgardan sönmesin diye iki eliyle beslediği zayıf ateşi, ipi andıran ince dudaklarına götürerek sigarasını yaktı.
Babam yumuşak bir sesle bu yatlarda mı çalışıyorsunuz, diyerek sohbet etmeye çalıştı.
-Evet şu yatı görüyor musun? İşte onda çalışıyoruz diyerek güneşten yanmış teni, kırış kırış olmuş yüzüyle bakışlarını bize çevirdi. Saçları denizde kalmaktan tiftik keçisini andırıyor, eksik dişleri ile babamın sorularına fıslayarak cevap veriyordu. Bir yandan da kendisini bırakıp giden arkadaşına küfürler düzüyordu.
Buralı mısınız , diye sordu babam.
– Evet buralıyız, buraya gelirken tabelasını gördüğünüz Palamutbükü köyündeniz.
Babam, Palamutbükü ‘nün en güzel en mavi koylardan biri olduğunu söyleyerek şöyle devam etti:
-Yaşamak çok güzel olmalı burada öyle değil mi? Ama siz yatta çalışıyorsunuz pek çıkaramıyorsunuz buranın tadını.
-Abi ne olacak Akdeniz’in her yeri güzel karşıda Yunan adaları var cennetin parçası…
-Sizin yatın sahibi Amerikalı mı?
-Yok abi nerede… Türk…
-Peki neden yabancı bayraklı? Kendi memleketinizde geziyorsunuz… Niçin yabancı?..
-Abi onu takınca iki yüz elli dolar Amerika’ya vergi ödüyorsun böylelikle de Türkiye’ye bin dolar vergi ödemekten kurtuluyorsun, diyerek sigarasından bir nefes aldı ve devam etti.
-Yakıtı da Yunan adasından alıyoruz.
-Yunan adası mı?
-Evet, çünkü orada daha ucuz.
-Ama nasıl olur burada geziyorsunuz. Yakıt Yunanistan’dan vergi Amerika’ya… Ya kendi ülkenize?
Abi, tabii ki bir şey var. Iıı …Şey…Sintine… Karşı adalarda cezası çok büyük de…
Babam sinirden bir şey diyemedi, kıpkırmızı oldu sadece zorla yutkunabildiğini gördüm. Güzelim doğa kendi insanı tarafından kara bir cellat gibi…
Bunu dinlerken çok şaşırmıştık. Küçücük halimle o kadar çok üzülmüştüm ki yolda gelirken bana eşlik eden dostlarımın yıllar içerisinde yok olabileceğini düşünmek yüreğime büyük bir acı verdi. Knidos’un ipince sahilindeki antik tiyatro hiçbir zaman böyle bir trajedi görmemiştir diye düşündüm.
Bir yanda cenneti kıskandıracak bir güzellik, öbür yanda ise…
Knidos‟u ilk gördüğümüzde babamın ne güzel bir yermiş burası, adeta cenneti andırıyor dediğini anımsayarak hüzünlendim. Yattan inen adamın anlattıklarıyla kafası oldukça karışan babam Knidos‟a tekrar baktı . Sanki ezberler gibi, bir daha Knidos olmayacakmış gibi tekrar tekrar baktı. Knidos‟un ufuklarında gözlerini hüzünle gezdirdi.
Sonra bize dönüp : “Hadi çocuklar gidelim artık.” dedi. Sesinde kayalıklara vuran dalgaların hüzünlü, acı dolu inleyişi vardı.