Kapı ‘tık’ sesi çıkararak kapandı. Başımı kaldırıp bana sonsuz uzunlukta görünen koridora baktım. Ellerimi bacaklarımın etrafından çektim. Bittiğini anlamıştım. Göz göze geldiğimiz o an sessiz bir anlaşma olmuştu aramızda. Koridorun solunda kalan ışıklardan birine uzattı elini. Işık yanar yanmaz sağ ayağıyla eşikten geçti. Hep böyle yapardı. Eşiğe basmayı da eşik olmasa da olması gereken yere basmayı da sevmezdi. Küçükken öyle alıştırmış annesi. Yanlışlıkla basacak olsa soba demirini eline alan annesini görür gibi olduğunu söylerdi. Terliktir o, demiştim. Anneler hep terlikle döverdi. Keşke demişti ,keşke terlik olsaydı.
Daha on beşindeymiş annesi. Canım hep annesi diyorum da anlayın işte Gülbahar Hanım’dan bahsediyorum. Babası Haldun Ağa,kardeşiyle arasında süren tarla davası bitsin, kardeşi payını kendisine versin diye vermiş yeğenine kızını. Günlerce ağlasa da haftasına varmış koca evine kaynanam Gülbahar Hanım. Eee, kız hevessiz de oğlan pek mi hevesliymiş kıza ? Ne kızlar varmış köyde , elleri kınalı gözleri sürmeli… ’İki gün sonra yapayalnız kaldım.’ diye anlatırmış eşe dosta. Düğünden sonra güzelliği dillere destan bir çobanın kızını alıp kaçmış köyden. Damadın babasının canına minnet, ne kadar çok kadın o kadar çok çocuk demekmiş onun gözünde. Çocuklar büyüyüp de tarlalarla ilgilenmeye başlar başlamaz değmeyin Bey’in keyfine ! O yüzden ses etmemiş oğlunun gidişine. İstediği gibi iki kadının da hamilelik haberiyle sevinmiş. Gülbahar Hanım daha evlendiğini anlamadan hamile bir kadın oluvermiş. Çok denemiş bu talihsizlikten yakayı kurtarmayı ama işte öldürmeyen Allah öldürmemiş ki katledilmesi için bu kadar uğraşılan bebek 42 numara ayaklarıyla banyoda şu an.
Kombinin uğultusu doldurdu mutfağı. Belli ki yanıma gelmeden banyo yapmak istemişti. Halbuki korkardı o sudan da banyo yapmaktan da. Çevresine adıyla bile zelzele olmuş hissi veren Gülbahar Hanım’ın bütün nefretini kustuğu çocuğunu güle oynaya banyo yaptıracağına her şeye inanan Kadir İnanır bile inanmaz heralde! Başından aşağı dökülen haddinden fazla sıcak suyun yüzünden hep etleri sızlayarak çıkarmış banyodan. Bir gün o kadar farkında değilmiş ki Gülbahar Hanım, oğlunu haşlayıvermiş. Evet evet kaynar suyu başından aşağı döküvermiş. Can havliyle bağıra bağıra ağlayan çocuğu azarlayarak eltisinin kucağına atıp evden çıkmış. Yengesi bakmış da iyileştirmiş onu, hep öyle der. Allah inandırsın bunca sene oldu yengesi öleli, kimseye arkasından tek kelime ettirmedi. Öyle severdi rahmetliyi.
Sustu kombinin uğultusu. Kısa sürdü, dedim ya sevmez banyo yapmayı. Deterjan kutusunun kapağını elinde tutarak çıktı kapıdan, canım tabi ki eşiğe basmadan. Yüzüme bakıp kapağı işaret etti. Her zaman biraz zorlamayla açılırdı kutu. Yine ayarlayamayıp kutuyu devirmiş yere belli ki. Yanına gidip kapağı alırken koluna dokundum. Burada olduğumu yanında olduğumu bilsin istiyordum. Anlamış olmalı ki elini elimin üstüne koyup gülümsedi. O salona geçerken ben de banyoya girdim. Yıllardır yapmadığımın aksine inadına bastım eşiğe. Deterjan kutusunu kaldırdım. Makine çalışırken ortalığı toparladım ve bütün banyoyu genzim yana yana çamaşır suyuyla temizledim.
Televizyonun sesi kulağıma dolarken banyodan çıktım. Salona gittiğimde sokakta kan ter içinde kalana kadar oynamış,eve gelir gelmez yüzü gözü temizlenip sedirde uyuyakalmış çocuklar gibi derin bir uykuya daldığını gördüm. Kahverengi battaniyeyi üstüne örttüm. Çok sever bu battaniyeyi. Eprimiş, rengi atmış, kullanılmaktan pestili çıkmıştı ama bugün bile sever. Yengesi almış bunu ona. Yengemin şefkatini hisseder gibi oluyorum ona sarılınca, atmayalım demişti. Kıyamadım, atmadık.
Yanındaki berjere oturup kumandayı aldım. Biraz televizyon izleyebilirdim. Karanlık çökene kadar izleyebilirdim. Gülbahar Hanım’a vedanın karanlığın mahremiyetine ihtiyacı vardı !
Kalemine sağlık İremcim,diğer öykülerini merakla bekliyorum 🥰🌺
Teşekkür ederim,zamanla bir sürü öyküm gelecek. Sevgiyle kal…