İyi ki bu masaya oturdum. Kapı karşımda, pencereden de dışarıyı görebiliyorum. Geldiğinde aranıp durmasın. Görür görmez koşarım yanına. Allah’tan kalabalık değil. Hafta sonu kesinlikle dolup taşıyordur bu mekan; gürültüden, kahkahadan kulaklarınız sağır olurdu. Ama bugün, yağmurlu bir çarşamba öğleden sonrası, sakin ve huzurlu. Sanki sadece benim için boşaltılmış gibi. Bu küçük, köşede kalmış kafe, bizim sırdaşımızdı yıllar önce. Burada saatlerce oturur, hayaller kurar, gelecek planları yapardık. Şimdi ise, sadece anılarımızın yankıları dolanıyor etrafımda.
Saatlerdir buradayım, gözlerim kapıya kilitlenmiş. Her gelen yüzü inceliyorum, umutla, korkuyla. O, farklı. Onu tanımak için özel bir yeteneğe sahipmişim gibi geliyor. Gözlerindeki o yaramaz parıltıyı, dudaklarının hafifçe yukarı kıvrılmasını, yürüyüşündeki o kendine özgü sallanmayı… Hiçbir şey kaçırmıyorum. Yıllar geçti, değiştik, yaş aldık ama bazı şeyler değişmiyor. O bakışlar, o gülüş, hafızamın derinliklerinde saklı bir hazine gibi duruyor.
Yağmur, pencerenin camına vurarak ritmik bir ses çıkarıyordu. Küçük kafe, loş ışıkları ve rahat koltuklarıyla, geçmişe ait anıları barındırıyordu. Ben, köşedeki masada, yıllardır görmediğim birini bekliyordum. Adı Leyla’ydı. Leyla… Adını söylemek bile, yıllarca içimde birikmiş olan özlemi yeniden canlandırıyordu. Beş yıl önce, bir yanlış anlaşılma yüzünden yollarımız ayrılmıştı. Bir tartışma, kırgınlıklar, gurur… Ve sonra, sessizlik. Uzun, derin bir sessizlik.
O günkü tartışmayı hatırlıyorum. Küçük bir şeydi aslında. Ancak, o küçük şey, büyüyerek aramıza derin bir uçurum açmıştı. Gururumuz, her şeyden önce geliyordu. İkimiz de özür dilemekten kaçınmıştık. Ve sonra… Sonra, her şey bitmişti.
Bu kafe, bizim sırdaşımızdı. Burada, saatlerce oturur, hayaller kurar, gelecek planları yapardık. Leyla ile ilk buluşmamız da burada olmuştu. O günkü heyecanı, kalbimin çarpıntısını hala hissedebiliyorum. Gözlerindeki o parıltı, o yaramaz gülüş… Unutamadığım anılar…
Beş yıl boyunca, onu düşünmekten vazgeçmedim. Her gün, her gece… Onu özledim. Onunla geçirdiğim zamanları, kahkahalarımızı, hayallerimizi… Bazen, onu bir rüyada görürdüm. Rüyalarımda, her şey eskisi gibiydi. Birlikte gülüyor, birlikte hayaller kuruyorduk. Ama uyanınca, acı gerçekle karşılaşıyordum. Leyla yoktu.
Bugün buradayım, çünkü bir umut var içimde. Bir yeniden başlama umudu. Leyla’nın, bu kafede olacağını duymuştum. Bir arkadaşım, tesadüfen karşılaşmıştı onunla. Ve bana, bu kafede olduğunu söylemişti. O an, kalbim umutla dolmuştu. Belki de… Belki de bu, her şeyin düzeleceği bir fırsattı.
Saatlerdir bekliyorum. Her gelen yüzü inceliyorum. Umutla, korkuyla… Umut, yeniden bir araya gelme umudu. Korku ise, yüzleşme korkusu. Yılların yarattığı mesafeyi, değişimi… Korkuyorum, Leyla’nın artık benim için aynı kişi olmadığını düşünmekten korkuyorum.
Yağmur, daha da şiddetlendi. Camlara vuran damlalar, sanki kalbimin atışlarını yansıtıyor gibiydi. İçime bir hüzün çöktü. Belki de gelmeyecekti. Belki de… Belki de ben, sadece kendimi kandırıyordum.
Birden, kapı açıldı. Kalbim, göğsümden fırlayacakmış gibi atıyordu. Ama o değildi. Genç bir çift girdi içeri. Umutlarım suya düştü. Hüzün, içimi kapladı. Belki de… Belki de her şey bitmişti.
Onu beklememin nedenini bilmiyorum. Belki de özledim. Belki de sadece onunla bir kahve içmek, sesini duymak istiyorum. Yıllardır görmedim. Beş yıl mı oldu, altı mı? Zamanın akışı bulanıklaştı, anılar karıştı. Bir ayrılık, bir yanlış anlaşılma… Hatırlamak bile istemiyorum. Geçmişin tozlu raflarında, unutulmuş bir köşede bekliyor tüm anılar. O anılar, bazen gece yarısı ansızın ortaya çıkar, uykuyu kaçıran, ruhu sızlatan hayaletler gibi. Ama bugün, burada, bu kafede, bir umut var. Bir yeniden başlama umudu.
Birden kapı açıldı. Kalbim göğsümden fırlayacakmış gibi atıyor. Ama o değil. Genç bir çift, el ele, masaya doğru yürüyorlar. Hüzünlendim. Umutlarım suya düştü. Belki de gelmeyecek. Belki de… Belki de ben sadece kendimi kandırıyorum. Belki de o, artık benim için aynı kişi değil. Belki de…
Düşüncelerim karışıyor, kafamda binlerce soru işareti dönüyor. Neden buradayım? Neden onu bekliyorum? Cevabını bilmiyorum. Sadece… Sadece bir umut var içimde, sönmek üzere olan bir mum ışığı gibi. Bir umut ve bir korku. Onu görmekten korkuyorum. Yüzleşmekten korkuyorum. Yılların yarattığı mesafeyi, değişimi…
Birden, gözlerim kapıya yakın bir masada oturan kadına takıldı. Saçları, yıllar önceki gibi, güneşin altında parıldayan altın sarısı… Ama artık birkaç tel beyaz saç da var aralarında. Gözleri… Gözleri aynı. O gözler, yılların ağırlığına rağmen, hala aynı ışığı taşıyordu. Yüzü, zamanın izlerini taşısa da, güzelliği hala büyüleyici. Aynı gülüş çizgileri, aynı hafifçe kalkık burun… O… O olabilir mi?
Ayağa kalktım, titreyen ellerimle çantamı aldım. Yavaşça, adımlarımı ölçerek, ona doğru yürüdüm. Kalbim, bir kuş gibi çırpınıyordu göğsümde. Ona yaklaştıkça, yüzündeki şaşkınlığı gördüm. Gözlerindeki o tanıdık parıltı, şaşkınlıkla karışmış bir şekilde parıldıyordu. Sonra, yüzünde yavaşça yayılan bir gülümseme… Bir gülümseme… Yıllar sonra gördüğüm en güzel gülümseme…
“Selam,” dedim, sesim titriyordu. Sesim, yılların ağırlığını taşıyordu. Yorgun, ama umut dolu bir ses.
“Merhaba,” dedi, sesi tanıdık ve sıcak. Yılların üzerinden silinmemiş, hala aynı melodi. Sanki zaman durmuş, yıllar önceki gibi aynı ses tonuyla konuşuyordu.
Ve o an, tüm dünyanın gürültüsü kesildi. Sadece biz vardık, o yağmurlu çarşamba öğleden sonrasında, küçük bir kafede, iki eski dost… Yüzleşmekten korktuğum yılların ağırlığı, o an yok oldu. Sanki hiç ayrılmamış gibiydik. Sanki zaman durmuştu.
Uzun bir sessizlik oldu. İkimiz de birbirimize baktık. Gözlerimizde, yılların hikayeleri yansıdı. Mutluluk, hüzün, pişmanlık… Tüm duygular, gözlerimizin derinliklerinde dans etti.
Sonra, konuşmaya başladık. Yılların hikayesini anlatmaya… Ayrılığımızın nedenlerini, yaşadıklarımızı, pişmanlıklarımızı… Kelimeler, yıllarca içimde birikmiş olan duyguları boşalttı. Onun sesini duymak, hikayesini dinlemek, ruhumu şifalandırdı.
Saatlerce konuştuk. Kahvelerimizi bitirdik, yenilerini istedik. Yağmur, pencerenin önünde durmadan yağıyordu. Ama biz, kendi dünyamızda kaybolmuştuk. Geçmişin tozlu sayfalarını karıştırıyor, yeni bir geleceğin kapılarını aralıyorduk.
O gün, o kafede, sadece bir kahve içmedik. Kayıp zamanı geri kazandık. Kayıp bir dostluğu yeniden bulduk. Ve anladım ki, iyi ki bu masaya oturdum. İyi ki… Çünkü hayat, bazen beklenmedik anlarda, beklenmedik karşılaşmalarla güzel sürprizler sunuyor. Ve bu sürpriz, benim için en güzel hediyeydi. Yağmur, hala yağıyordu. Ama artık hüzünlü değildi. Yağmur, umudun bir sembolüydü. Yeni bir başlangıcın…
Yağmur, pencerenin camına vurarak ritmik bir ses çıkarıyordu. Küçük kafe, loş ışıkları ve rahat koltuklarıyla, geçmişe ait anıları barındırıyordu. Ben, köşedeki masada, yıllardır görmediğim birini bekliyordum. Adı Leyla’ydı. Leyla… Adını söylemek bile, yıllarca içimde birikmiş olan özlemi yeniden canlandırıyordu. Beş yıl önce, bir yanlış anlaşılma yüzünden yollarımız ayrılmıştı. Bir tartışma, kırgınlıklar, gurur… Ve sonra, sessizlik. Uzun, derin bir sessizlik.
O günkü tartışmayı hatırlıyorum. Küçük bir şeydi aslında. Ancak, o küçük şey, büyüyerek aramıza derin bir uçurum açmıştı. Gururumuz, her şeyden önce geliyordu. İkimiz de özür dilemekten kaçınmıştık. Ve sonra… Sonra, her şey bitmişti.
Bu kafe, bizim sırdaşımızdı. Burada, saatlerce oturur, hayaller kurar, gelecek planları yapardık. Leyla ile ilk buluşmamız da burada olmuştu. O günkü heyecanı, kalbimin çarpıntısını hala hissedebiliyorum. Gözlerindeki o parıltı, o yaramaz gülüş… Unutamadığım anılar…
Beş yıl boyunca, onu düşünmekten vazgeçmedim. Her gün, her gece… Onu özledim. Onunla geçirdiğim zamanları, kahkahalarımızı, hayallerimizi… Bazen, onu bir rüyada görürdüm. Rüyalarımda, her şey eskisi gibiydi. Birlikte gülüyor, birlikte hayaller kuruyorduk. Ama uyanınca, acı gerçekle karşılaşıyordum. Leyla yoktu.
Bugün buradayım, çünkü bir umut var içimde. Bir yeniden başlama umudu. Leyla’nın, bu kafede olacağını duymuştum. Bir arkadaşım, tesadüfen karşılaşmıştı onunla. Ve bana, bu kafede olduğunu söylemişti. O an, kalbim umutla dolmuştu. Belki de… Belki de bu, her şeyin düzeleceği bir fırsattı.
Saatlerdir bekliyorum. Her gelen yüzü inceliyorum. Umutla, korkuyla… Umut, yeniden bir araya gelme umudu. Korku ise, yüzleşme korkusu. Yılların yarattığı mesafeyi, değişimi… Korkuyorum, Leyla’nın artık benim için aynı kişi olmadığını düşünmekten korkuyorum.
Yağmur, daha da şiddetlendi. Camlara vuran damlalar, sanki kalbimin atışlarını yansıtıyor gibiydi. İçime bir hüzün çöktü. Belki de gelmeyecekti. Belki de… Belki de ben, sadece kendimi kandırıyordum.
Birden, kapı açıldı. Kalbim, göğsümden fırlayacakmış gibi atıyordu. Ama o değildi. Genç bir çift girdi içeri. Umutlarım suya düştü. Hüzün, içimi kapladı. Belki de… Belki de her şey bitmişti.
Tam o sırada, gözlerim kapıya yakın bir masada oturan bir kadına takıldı. Saçları, yıllar önceki gibi, güneşin altında parıldayan altın sarısıydı. Ama artık birkaç tel beyaz saç da vardı aralarında. Gözleri… Gözleri aynıydı. O gözler, yılların ağırlığına rağmen, hala aynı ışığı taşıyordu. Yüzü, zamanın izlerini taşısa da, güzelliği hala büyüleyiciydi. Aynı gülüş çizgileri, aynı hafifçe kalkık burun… O… O Leyla’ydı.
Ayağa kalktım. Titreyen ellerimle çantamı aldım. Yavaşça, adımlarımı ölçerek, ona doğru yürüdüm. Kalbim, bir kuş gibi çırpınıyordu göğsümde. Ona yaklaştıkça, yüzündeki şaşkınlığı gördüm. Gözlerindeki o tanıdık parıltı, şaşkınlıkla karışmış bir şekilde parıldıyordu. Sonra, yüzünde yavaşça yayılan bir gülümseme… Yıllar sonra gördüğüm en güzel gülümseme…
“Leyla,” dedim, sesim titriyordu. Sesim, yılların ağırlığını taşıyordu. Yorgun, ama umut dolu bir ses.
“Merhaba,” dedi, sesi tanıdık ve sıcak. Yılların üzerinden silinmemiş, hala aynı melodi. Sanki zaman durmuş, yıllar önceki gibi aynı ses tonuyla konuşuyordu.
Ve o an, tüm dünyanın gürültüsü kesildi. Sadece biz vardık, o yağmurlu çarşamba öğleden sonrasında, küçük bir kafede, iki eski dost… Yüzleşmekten korktuğum yılların ağırlığı, o an yok oldu. Sanki hiç ayrılmamış gibiydik. Sanki zaman durmuştu.
Yağmurlu günün ardından güneşli bir pazar sabahıydı. Leyla ve ben, birlikte bisikletle şehrin dışına doğru pedal çeviriyoruz. Yıllar önce, sık sık yaptığımız gibi. Hava temiz, güneş yüzümüzde, ve aramızda bir huzur var. Sanki hiç ayrılmamış gibiydik.
Bisiklet yolunun kenarında, küçük bir kır kahvesi duruyordu. Leyla, orada durmayı teklif etti. Kahve içip, biraz dinlenelim diye. Kahve keyfi sırasında, geçmişi konuşmaya devam ettik. Bu kez, daha çok gülerek. Eski anılarımız, şimdi birlikte gülüp eğlendiğimiz anılara dönüşmüştü.
Kahveden sonra, şehir dışındaki bir parka gittik. Parkta, yemyeşil bir çimenlikte oturduk. Leyla, bir kitap okuyordu. Ben de, onu izliyordum. Yüzündeki huzur, bana tarifsiz bir mutluluk veriyordu. Yılların ayrılığı, sanki hiç olmamış gibiydi.
Akşam, Leyla’nın evinde yemek yedik. Leyla, en sevdiğim yemeği yapmıştı. Yemekten sonra, birlikte film izledik. Film bittikten sonra, uzun uzun konuştuk. Hayallerimizden, gelecek planlarımızdan… Birlikte yaşayacağımız evden, gelecekteki çocuklarımızdan… Konuştukça, aramızdaki bağ daha da güçleniyordu.
O gece, Leyla’nın evinde kaldım. Uyumadan önce, uzun uzun konuştuk. Geçmişi konuştuk, geleceği konuştuk. Ve birbirimize olan sevgimizi teyit ettik. Yılların ayrılığı, aramızdaki bağı daha da güçlendirmişti. Artık, birbirimize daha çok bağlıydık. Daha çok seviyorduk.
Ertesi gün, Leyla ile birlikte, eski fotoğraf albümümüzü karıştırdık. Gençliğimizin, birlikte geçirdiğimiz güzel günlerin fotoğraflarına baktık. Her fotoğraf, bir anıydı. Bir hatıraydı. Ve her hatıra, kalplerimizi ısıtıyordu.
Leyla ve ben, birlikte yeni bir eve taşındık. Şehrin biraz dışında, yeşillikler içinde, küçük ama şirin bir ev. Evimiz, bizim için bir yuva olmaktan çok öte bir anlam taşıyordu. Geçmişin acılarını geride bıraktığımız, yeni bir hayatın temellerini attığımız bir yerdi.
Evimizi birlikte dekore ettik. Eski eşyalarımızdan bazılarını kullandık, bazılarını ise yeni eşyalarla değiştirdik. Her eşya, bizim hikayemizin bir parçasıydı. Birlikte yemek pişirdik, birlikte film izledik, birlikte kitap okuduk. Her anımız, birlikteliğimizin gücünü daha da pekiştiriyordu.
İş hayatımızda da yeni bir sayfa açtık. Leyla, daha önce bıraktığı işine geri dönmedi. Yeni bir iş buldu, kendini daha mutlu hissettiği bir iş. Ben de, işimde yeni sorumluluklar üstlendim. İkimiz de, kariyer hedeflerimize doğru ilerliyorduk. Ancak, birbirimize olan desteğimiz asla eksik olmadı. İşlerimiz ne kadar yoğun olursa olsun, her akşam birlikte vakit geçirmeye özen gösterdik.
Birlikte yeni hobiler edindik. Bahçemizde sebze yetiştirmeye başladık. Hafta sonları, pikniğe gittik, doğa yürüyüşleri yaptık. Birlikte vakit geçirmek, her şeyden daha önemliydi. Ve birlikte geçirdiğimiz her an, aramızdaki bağı daha da güçlendiriyordu.
Bir gün, Leyla bana hamile olduğunu söyledi. Mutluluktan ağladım. İkimiz de, bir çocuk sahibi olmayı çok istiyorduk. Ve şimdi, bu hayalimiz gerçek oluyordu.
Hamilelik süreci, ikimiz için de çok özel bir dönemdi. Leyla’ya, her şeyde destek oldum. Ona, en güzel şekilde bakmaya çalıştım. Ve Leyla da, bana her zaman destek oldu. Birbirimize olan sevgimiz, gün geçtikçe daha da artıyordu.
Bebek doğduğunda, hayatımız tamamen değişti. Küçük kızımız, hayatımıza yeni bir renk kattı. Onunla birlikte, yeni bir maceraya başladık. Ve bu macerada, birlikteydik. Ve bu, her şeyden daha önemliydi. Yeni hayatımız, tam anlamıyla yeni bir başlangıçtı. Birlikte, mutlu bir aile olduk. Ve bu mutluluk, her şeyden daha değerliydi. Yağmurlu günün ardından gelen güneşli günler, hayatımızın her anını aydınlatıyordu. Birlikte, sonsuza dek…
Bahçemizde, ailemiz ve yakın arkadaşlarımızla birlikte, küçük bir parti düzenledik. Ayşe, pembe elbisesiyle, mutluluktan uçuyordu. Güneşli hava, çiçeklerin kokusu, çocukların kahkahaları… Her şey mükemmeldi.
Partiden sonra, Ayşe uyuyakaldı. Leyla, onu yatağına yatırdı. Ben de, bahçedeki salıncağa oturup, her şeyi düşündüm. Geçmişi, bugünü, geleceği… Beş yıl önce, yağmurlu bir günde, her şeyin bittiğini düşünmüştüm. Ama şimdi, güneşli bir günde, hayatımızın ne kadar güzel olduğunu görüyorum.
Leyla yanıma geldi. Birlikte, Ayşe’nin uykusuna dalmasını izledik. Sessizce, birbirimize baktık. Gözlerimizde, yorgunluk, mutluluk, ve sonsuz bir sevgi vardı.
“Hatırlıyor musun?” dedi Leyla, sesi kısık ve duygulu. “O yağmurlu günü… O kafeyi…”
“Hatırlıyorum,” dedim. “Ve şimdi, bu güneşli günü… Bu güzel hayatı…”
O an, geçmişin tüm acıları, unutulmuş gibiydi. Sadece, bugünün mutluluğu, ve geleceğin umudu vardı. Ayşe’nin varlığı, hayatımıza yeni bir anlam katmıştı. Aramızdaki bağ, daha da güçlenmişti.
Akşam, Ayşe uyandıktan sonra, birlikte yürüyüşe çıktık. El ele tutuşarak, köyün sokaklarında yürüdük. Ayşe, kocaman gözleriyle, etrafını keşfediyordu. Leyla ve ben, birbirimize bakarak, gülümsedik.
O gece, uyumadan önce, Leyla’nın kollarında uyudum. Ayşe, yanımızda uyuyordu. Küçük bir aile olarak, birlikte, huzur içinde uyuyakaldık. Bu huzur, yılların birikimiydi. Geçmişin acılarından, bugünün mutluluğuna uzanan bir yolculuğun sonucuydu.
Karlar, köyü bembeyaz bir örtüyle kaplamıştı. Ayşe, artık küçük bir kız değil, zeki ve enerjik bir genç kız olmuştu. Okuldan eve koşarak geldi, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle. Bugün, kartopu savaşı yapacaktık.
Leyla, sıcak çikolata hazırlamıştı. Üçümüz de, mutfakta toplanmış, sıcak çikolatayı yudumluyorduk. Ayşe, okulda yaşadığı komik olayları anlatıyordu. Leyla ve ben, onun hikayelerine gülüyorduk. O an, tam bir aile tablosuyduk. Mutlu, huzurlu, ve birbirimize bağlı.
Öğleden sonra, kartopu savaşı yapmaya çıktık. Ayşe, bizimle birlikte, kartopu yapıp, birbirimize atıyordu. Leyla ve ben, onunla birlikte, çocuk gibi eğlendik. Karın içinde yuvarlandık, kartopu savaşları yaptık, ve kar adam yaptık. O gün, çocukluğumuza geri döndük. Ayşe’nin kahkahaları, karın beyazlığı, ve bizim sevgimiz… Her şey mükemmeldi.
Akşam, şömine başında oturduk. Ayşe, bir kitap okuyordu. Leyla, örgü örüyordu. Ben de, onları izliyordum. Sessiz bir huzur vardı evimizde. Birlikteliğimizin gücünü hissediyordum. Yılların getirdiği olgunluk, aramızdaki bağı daha da güçlendirmişti.
Ayşe, bir süre sonra başını kaldırdı ve bize baktı. “Anne, baba,” dedi. “Sizi çok seviyorum.”
Artık on yedi yaşında, zeki, güzel ve bağımsız bir genç kız olmuştu. Üniversiteye gitmek için büyük bir şehir olan İstanbul’a taşınmaya hazırlanıyordu. Bu, hem heyecan verici hem de biraz hüzünlü bir andı. Leyla ve ben, kızımızın bu yeni macerasına destek olmak için elimizden gelenin en iyisini yapıyorduk, ama aynı zamanda onu özleyeceğimizi de biliyorduk.
Sabah, Ayşe’nin odasında oturmuş, eşyalarını paketliyorduk. Eski fotoğraf albümlerini karıştırırken, yıllar önceki anılarımız gözlerimizin önünden geçti. Yağmurlu gün, ilk buluşmamız, evlilik, Ayşe’nin doğumu… Her an, kalplerimizi ısıtan bir hatıraydı. Bu anıları paylaşırken, aramızdaki bağın ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha hissettik.
Öğleden sonra, Ayşe’nin arkadaşlarıyla birlikte, vedalaşma partisi düzenledik. Bahçemizde, gülüşmeler, anılar ve vedalaşmalar vardı. Ayşe’nin arkadaşları, onun ne kadar özel bir insan olduğunu anlatan güzel sözler söylediler. Biz de, onlara teşekkür ettik ve kızımızın yeni hayatında onlara da yer vereceğinin sözünü verdik.
Akşam, Ayşe’nin odasında oturduk. Ona, hayatının yeni aşamasında başarılar diledik. Ona olan sevgimizi ve desteğimizi ifade ettik. Ayşe de, bize olan sevgisini ve minnettarlığını dile getirdi. Gözlerindeki parıltı, geleceğe olan güvenini gösteriyordu.
Ayşe, İstanbul’a gittiğinde, her gün onunla iletişim halinde kaldık. Telefon görüşmeleri, video görüşmeleri… Her gün, onunla birlikteymiş gibi hissettik. Onun başarılarını paylaştık, zorluklarında ona destek olduk. Mesafe, aramızdaki bağı zayıflatmadı. Aksine, daha da güçlendirdi.
Ayşe, üniversite hayatını anlatırken gözleri parlıyordu. Yeni arkadaşları, heyecanlı dersleri, şehir hayatının temposu… Her şey, onun için yeni ve heyecan vericiydi. Ancak, bazen zorlandığını da itiraf etti. Yeni bir şehirde, yeni insanlarla, yeni bir hayat kurmak kolay değildi. Ama o, pes etmeyen, azimli bir genç kadındı. Ve biz, her zaman onun yanında olduğumuzu biliyordu.
Öğleden sonra, Ayşe’nin eski arkadaşlarıyla buluştuk. Uzun zamandır görmedikleri arkadaşlarıyla, birlikte güzel vakit geçirdiler. Eski anılarını paylaştılar, güldüler, ve yeni planlar yaptılar. Ayşe, onlarla birlikteyken, çok mutlu görünüyordu. Biz de, onun mutluluğuna ortak olduk.
Akşamları, şömine başında oturup, uzun uzun konuştuk. Ayşe, hayatındaki hedeflerini, gelecek planlarını anlattı. Biz de, ona deneyimlerimizden yola çıkarak, tavsiyelerde bulunduk. Aramızdaki bağ, daha da güçlendi. Yılların getirdiği olgunluk, konuşmalarımıza derinlik katmıştı. Artık sadece anne-baba-kız değildik, aynı zamanda arkadaştık.