“İnsan ne zaman yaşlanır?”
Sabah uyandığında tam da bu düşünceler geçiyordu yaşlı adamın aklından. Yataktan
kalkmadan bir süre daha düşündü. Bir cevap bulamadı. En iyisi kalkmak olacak diye düşünüp lavanta kokan yorganı kaldırdı üzerinden.Yumuşak terliklerini ayağına geçirip banyoya yöneldi. Açtığı muslukla birlikte akan berrak suyun sesini dinledi biraz yaşlı adam. Avucuna dolan suyu yüzüne çarparken kendine
geldiğini hissetti. Bir kere, iki kere…
Aynaya baktı musluğu sıkıca kapatırken. Aynaya baktığında ona hep yabancı gelen bir yüzle karşılaşıyordu. İşte yine oradaydı. Kırlaşmış bembeyaz saçları, çizgili buruşuk yüzü ve ışığını kaybetmiş mavi gözleri ile o yabancı yine karşısında duruyordu.
Tanıdık bir kokusu olan -lavanta kokan- havluyu yüzüne bastırırken aynadaki görüntünün yok olmasını diledi. Havluyu yüzünden çekerken aynı yabancı karşısında duruyordu ancak yalnız değildi. Saklanan biri vardı köşede bir yerde. Daha dikkatli baktı ve bir anda kayboldu gördüğü kişi.
Yaşlı adam biraz korku biraz heyecan duyguları ile karışık bir şekilde odasına koştu. Etrafta kimsecikler yoktu. Odası bıraktığı gibiydi. Çok üzerinde durmadı bu konunun; onun yerine üzerine bir şeyler geçirdi, aklındaki düşüncelerini örter gibi ve dışarıya doğru yöneldi. Sokak kapısını kapatırken bembeyaz mahalleye baktı uzunca. Dün geceden yağan kar etkisini
arttırmış olmalıydı diye düşündü. Sonra nedense ayağının altında sertleşen kara baktı yürürken. O yabancının saçlarına benziyorlardı. Daha da ezmek istedi ayağının altındaki kırlaşmış karı.
“Amca! Topu atar mısın?”
Ayağının dibinde duran parlak, mavi plastik topa baktı. Bakışlarını kaldırdığında top
oynamaktan kızarmış yanakları ile gülen, tombul yüzlü bir çocukla karşılaştı. Çocuğun amca demesine alınmıştı biraz ama çok düşünmeden ustaca attı topu. Tombul çocuk ve arkadaşı, bu
yaşlı adamdan böyle bir hareket beklemiyorlardı.
“Sen neymişsin be amca! Gençliğinde futbolcu muydun?”
Gülümsemesini gizleyemedi yaşlı adam. İçinde bir heyecan hissetti. Çocuklara yaklaştı ve biraz sohbet etti onlarla. Sonra başladı top oynamaya. Çevreden geçen insanların hayretle bakan bakışlarına aldırmadan oynamaya devam etti. Nefesini kontrol edemediğinde oyunu bırakması gerektiğini anladı. Çocuklarla vedalaşıp yoluna devam etti. İçindeki tarif edilemez duyguyu yine hissetti. Bir heyecan, bir mutluluk, bir umut gibiydi bu duygu. Bu duygu ile beraber yürümeye devam etti. Artık ne yabancı kişi, ne çocuğun amca
demesi, ne de yerdeki kar etkiliyordu onu. O mutluydu, kendini olmak istediği gibi
hissediyordu. Hırdavatçı Yusuf’ un dükkanından geçerken selam verdi arkadaşına. Ayaküstü havadan sudan
konuşup ayrıldı yaşlı adam arkadaşının yanından. Giderken dükkanın önünde duran aynayı gördü. Geri dönüp aynaya baktı. Arkadaşı ne olduğuna anlam veremeden geri dönen arkadaşını izledi.Yaşlı adam aynaya yaklaştı. Kenarlıkları sarı, kalın aynada şimdi tanıdık birini görüyordu.
Parlak kumral saçları, gergin genç yüzü ve ışığı ile parlayan masmavi gözleri ile bakıyordu tanıdık kişi. Bu yüzü öyle özlemişti ki yaşlı adam, gözlerinin dolmasına engel olamadı. Arkadaşı sorular soruyordu. Arkadaşının sorularına tek bir soruyla karşılık verdi yaşlı adam.
“Bu aynayı ne kadara satıyorsun?”
“Bizim oğlan getirmiş, satılık değil hediyem olsun sana.”
Yaşlı adam tekrardan baktı aynaya. Köşede bakan birini daha gördü, o yabancı adamı. Bir daha hiç bakmadı o köşeye. Tanıdık gencin mavi gözlerine baktı. Bu değerli aynayı kavrayarak aldı. Sırtında arkadaşının bakışlarının ağırlığını hissediyordu. Nereye gideceğini, ne yapacağını unutmuştu.
Yaşlı adam, sırrın aynada olduğunu düşünüp sevinçle eve doğru ilerledi.
Yaşlı adamın bilmediği bir şey vardı: “İnsan ne zaman yaşlanır?” sorusunun cevabı. İnsan ruhunu kaybettiği zaman yaşlanır. Ruhlar hep gençtir ve genç kalacaktır. Beden sadece bir
aksesuardır.