Serseriyim ve siyah deriden ceketim.
Yağmurlu havalarda gözlerimin önüne kahkülümü çekerim.
Kedilerden öğrendim göz kırparak selam vermeyi.
Dört açın gözlerinizi, ama geceleri!
Ancak sokak lambalarının altında cisimleşirim.
Uzun inceyim, vitrin mankeni cana gelmiş sanki, anlık bir göz parlaması, canlı ve seksi, durmayın karikatürize edin beni…
Hiç ağlamam, nadiren gülerim,
bazen gizlerim ceplerimde bembeyaz ellerimi, sıklıkla gevşetici bir sakız çiğnerim.
Her seferinde içinizden geçebilen bakışlara sahibim…
“Kirpi” derler bana.
Sivri oklarımın tadına bakmadan göremedikleri için sevimliliğimi.
Oysa “Tanrı” deyip kutsamalıydılar beden bulmuş bu mutlak erilliği.
Sevmiyorum hiçbirinizi.
Hatta varlığınızla çıldırtıyorsunuz beni.
Hepiniz gibi giyinmek, konuşmak, size öğretilen sınırlar içinde yaşamanın bana verdiği tek şey kusma hissi.
Kaçıştan sonra başladı bende tiksinti.
Bir bakıma vampirim, eriyorum gündüzleri.
Mutluluk; sanrı:
Herşey daha kötü olabilirdi.
Mutsuzluk; gerçek:
Hiçbir zaman iyiye gitmedi.
Çünkü herkes kokuşmuş birer pislikti!
Maalesef, çakmağım yok
Sigaramı ateşli dudaklarımla yakıyor
Ulaşamayasınız diye sarp kaleler inşa ediyorum.
Adım:Kirpi
Gizemli çocuğu gecenin…
Kendisinin tanrısı olmayı başarabilenlerin laciverdi krallığına,
Şehir manzarası olan bir tepede evim.
Size uyku pompalarken gecenin sıcak kolları dışarı çıkıp sigara yaktım. Kimsecikler yok. İki köpek pervasızca çiftleşiyor. Cılız sokak lambalarının aydınlattığı ıssız yoldan aşağıya sallandım. Size göre karamsar bana göre gerçekçi filozofların sözleri ile dolu bir bara takılırım bazen. Yeni keşfettim orayı. Merkezden uzak, dip bir yer. Sisli bir havası var. Desklerin dekorasyon ve ışıklandırması için ciddi uğraşmış herifler. Cioran, Nietzche, Schopenhauer… Her biri için ayrı emek harcamışlar. Diyelim “Schopenhauer” deskine çöktünüz, direkt havaya giriyorsunuz. Bardağınızın şekli dahi filozofun ruhunu masanıza çağırıyor. Altı raflı hepsinin, kitap yığılı. İki yazar arkadaş birlikte açmışlar mekanı. Aydınlık ve gürültüden haz etmiyorlar, tıpkı benim gibi. Birkaç defadır gidiyorum, aynı müşteriler, aynı yerde oturuyor. Bıyıkları Nietzche’yi anımsatan yaşlı adam ve Cioran müdavimi genç kadın. Genç kadın müşteri olmayabilir, ortaklardan birinin eşi ya da sevgilisi sanırım. Size göre ağızlarını bıçak açmıyor, bana göre ise hiç susmuyorlar…
Girişte “Kalabalıklara karışmak isteyenler giremez” yazıyor.
Ön testi geçip oturdum her zamanki yerime. Bir şeyler içip gideceğim. Pos bıyıklı gözlük üstünden bana bakıp çevirdi bakışlarını, her ne düşünüyorsa ona. Onun sürekli orada olması da ambiyans amaçlı mı acaba diye düşünmek işten değil! Adam sağ arka çaprazdan Nietzche’nin ta kendisi.
Uzun zamandır ilk kez, tanımadığım birinin yanına gidip tanışma isteği uyandırıyor içimde.
Genç kadının arkası dönük yine. Uzun, dağınık saçlı. Üzerinde tulum var. Biraz daha bol olsa kefen denilebilir. Yaşayan bir ölü imajı… Hım! Masanın üzerine yaslanmış, dergi karıştırıyor.
Shopenhauer’un ruhundan önce mekan sahipleri geldi. Tepemde dikildiler.
“Kirpiydi değil mi?” diye sordu biri gülümseyerek.
Gözlerimi kırptım.
“Kirpi ikilemi, muhteşem…” dedi diğeri suratına yakışmayan bir abartıyla.
“Ne alırdınız?” diye sordu artık gülümsemeyen.
“Desklerin arasında ceylan gibi süzülen seksi barmaid için geldiyseniz üzgünüz… ” dedi diğeri parmaklarını çenesine götürerek.
“Çıkışa asmak için hiç fena fikir değil aslında!…” dedi yeniden gülümseyen.
“Margarita” dedim sırıtarak ve ekledim. “İyiydi.”
Ruh çağırma seansı başlasın öyleyse!
Mat sarı bir ışık yan duvardaki ahşap posterden yansıyordu. Shopenhauer okuyup okumadığınızla ilgilenmiyorum, çarpıcı aforizmalarından biriydi bana göre.
“Hayat, acı ve can sıkıntısı arasında bir sarkaç gibi bir o yana bir bu yana salınır durur.”
İçkim geldi. Buzlu cam bardak Shopenhauer kabartmalıydı. Karakteristik saçlarından kavrayıp içiyordunuz beynini…
Ona göre insan sadece yalnızken kendisi olabilirdi. Okumaya karşı mesafeli olmasını da bir nebze buna bağlıyorum.
Bir yudum aldım Shopenhauer’den.
“Bir başkasını tümüyle içme” diyordu.
Bardağı masaya bırakırken üstünkörü alt rafa baktım. “İsteme ve tasarım olarak dünya.” ilişti gözüme.
Bardağa uzandım, biraz daha içtim.
“Varlığın özü kör bir yönelimdir” diyor özetin özeti.
“İçsel deneyimin kaynağıdır bu.”
Sorun insandı. Tür olarak insan. Doğaya açtığı savaşı açık ara kazanan bir tür olarak insan…
“Gerçekte vahşi ve korkunç bir hayvandan başka bir şey değildir insan. Biz, onu evcilleştirilmiş ve dizginlenmiş haliyle tanıyoruz ki uygarlık dediğimiz şey de budur. Bu yüzden de arada bir gerçek tabiatı ortaya çıkarsa dehşete kapılıyoruz.”
Margaritayı fondipledim.
Kafam hafiften kırılmıştı. Nietzsche ayaklandı ve masama doğru yürüdü. Uzun zamandır ilk kez heyecan duymuştum. Elini uzattı.
” Merhaba! Size içki ısmarlamak isterim beyefendi.”
” Oturmak istemez misiniz? “
” Tabii, izninizle” deyip geçti karşıma. Mekan sahibine el işareti yaparken hayranlıkla onu izledim.
“Birkaç gündür öyküm üzerine ihtiyatla düşünüyorum.”,
“Dört sahneden oluşmasını planladığım bir taslak”,
“Eserimin adı Kuklam veyahut Nietzche’nin kuklası. Henüz o konuda kesinleşmiş değilim.”,
“Hım…” diyebildim, söylediklerinizi dinliyorum manasında. Bıyık öyle gürdü ki, sırf adamın ağzı görünmesin diye orada duruyor gibiydi. Bıyığın devinmesine dalıp gittim…
“İlk sahne, değerlerin değersizleşmesi. Kukla bu sahnede kurtuluyor ihtiyacı olmadığı iplerinden. Sahne kararır, spot kukladadır.”
“İplere ihtiyacı olmayan bir kukla…” diye düşündüm.
“Bir kukla kaderini istemeli, kendi anlamlarını yaratmalı, ne mutlu kendisinin tanrısı olmayı başaranların laciverdi karanlığına…”
“Bu sözü nereden duymuştum ya?” diye düşündüm.
Sigara yaktım.
“…Ardından tan kızılı. Asıl şölen şimdi başlıyor. Kukla kıpırdayarak uyanır ve ayaklanır. Kendini esrimeye ve dansa bırakır. Sonra Sils Maria günleri. Onu sonsuzlukta boğan o dar oda…
PASSİO NUAVA! Dürüstlük tutkusu. Bakışlar yeni insana yönelmelidir. Ancak bir yere kök salmaya başlarsa çürür insan… Zor yoldan elde edilmiş güçlü bir yalnızlık. O tutkulu, cesur zihinlerde doğar: Hakikatin ne kadarına dayanabilirim?
Sahne kapanır, kusursuz bir sessizlikle donmuştur an. Sahne değişmiş, kukla hasta yatağında, gözleri boşlukta hareketsiz yatmaktadır. Çünkü ruhunu bunca yıldır karartan şeyin, dünyanın cesaretini böylesine kıran, böylesine ürkek, ezik ve böylesine korkakça bir suçluluk duygusuna sürükleyen şeyin, en neşeli, en doğal, en güçlü şeyleri ve onların en değerli varlıklarını, yaşamı böylesine değersizleştiren şeyin ne olduğunu bulmuştur… O ateşler içinde yatanı herşey terk etmiştir…”
Hararetle, kesintisiz konuşuyordu.
İçkiler gelmiş, içkiler bitmişti.
” Ah, migrenim!” Hallenerek ayaklandı adam.
“Sizden çok özür dilerim beyefendi, ne olur beni mazur görün, kusura bakmayın, kusura bakmayın..” dedikten sonra dışarı koştu.
Nietzche ile kafayı bozmuştu adam. Hastalığını bile taklit ediyordu.
Mekan sahibi önündeki laptopa tıkırdatırken kadın bana dönüp sırıttı. Adam kadına, “Yeni karakterime saygılı olmalısın bebeğim!” dedi kıkırdayarak.
Kadın tekrar önüne döndü. Dergiyi karıştırmayı sürdürdü. “Hehehe! KİRPİ…”
Herifler geçen sefer yazar olduklarını söylemişler fakat metinlerinden hiç bahsetmemişlerdi… Adamların isimlerini bile bilmiyordum. Gerek duyup sormamıştım. Her neyse, neticede aynı türdendik.
“Eve gitsem iyi olacak” diye düşünmemle
masadan kalkmam bir oldu.
Kasaya doğru yürüdüm.
“Gerçek dünya ile yüzleşmeye hazır mısın?” cümlesi ayaklarımın altından kayıp gitti. Yazı çıkış kapısına doğru aktı.
Çıkış kapısında,
“Piliç görmeye geldiyseniz üzgünüz, pavyon mu burası!” yazıyordu.
“Ama o söz öyle deği..” Derken mekanın diğer sahibi kahkahalar atarak dibimde bitti.
“Hesap kapandı Kirpi Bey, bayım ya da.. Saygın müşterilerimize nasıl sesleniyorduk?” diye sordu laptopun başındakine.
“Hesap kapandı, efendim.” de.
“Hesap kapandı efendim!”
“Neden, bu ne demek şimdi?”
“Bi saniye!” dedi ve diğerinin yanına koştu adam.
Kulağına bir şeyler fısıldadı. Diğeri ‘tamam’ anlamında başını salladı. Neler oluyordu?
Koşar adım tekrar yanıma geldi.
“Gerçekle yüzleşmeye hazırsanız benimle gelin.”
“Gerçek, gerçek! Ne gerçeği? Saçmalık!”
“Lütfen önden buyurun.” dedikten sonra diğerinin yanına kadar bana eşlik etti.
“Okuduklarınıza inanamayacaksınız!”
Meraktan delirecektim adeta. Yazar kenara çekildi.
Laptop ekranında ‘Word’ dosyası açıktı.
“SON” yazıyordu.
Metni hemen yukarı kaydırdım.
“KİRPİ”
Okumaya başladım.