Bir düş gördüm düşümde,
Düğümlü bir ip üzerinde yürüyordum çok yüksekte.
Kırmızı damlalar inerken yeryüzüne,
Acaba ölüm bu mu diyordum.
Güneşin turuncu ışıkları hapsolmuştu,
Siyah bir kafese.
Üzerinde kocaman bir kilit,
Anahtarı nerede?
Bir güvercin dedim, gelse de şöyle.
Açsa o kör kilidi zeytin dalı anahtarıyla, açsa…
Açılsa kör kuyuların dili, açılsa,
Söylese şarkılarını dikenli teller ardındaki ağızlar.
Gözler ırak, gözler yok,
Gönüller lal.
Bağrına kaya basıyordu analar,
Babaların elleri havada asılı, elleri boş.
Kayıptı kardeşler, gölgeleri yok,
Yokluktu işleyen damarlarına.
İsyan etmek isteyen ağızlar kurumuş susuzluktan,
Etseler de edemezlerdi, bu nasıl bir kabullenmek.
Büyük resmin içinde,
Daha büyük resimler.
Düğümlü ipten düştüm düşümde,
Sonra bir baktım iniyorum başka bir düşe.
Kocaman yeşil yapraklı bir ağaç dalındayım,
Seyrediyorum alemi.
Eller kenetlenmiş başka boğazlarda,
Bir imza ediyor bir imha.
Yapraklar büyük bir hızla sararıp ölüme iniyorlar,
Kırmızı damlalar yağıyor üzerlerine.
Ne olur uyanayım, artık, ne olur!
Kulaklarımda uğultular,
Beynimi kemiren ağıtlar.
Dev bir fıskiyeden ölüm saçılırken dört bir yana,
Bitsin artık bitsin, diye bu feryadım!
Kabus olsun bu, sadece bir kabus…