Küçük kız uykuya geçiş evresinde. Ama bunu bir türlü gerçekleştiremiyor. Çünkü bilincini açık tutmaya zorlayan bir şey var. Hiç sonu kesilmeyecekmiş gibi bitip tekrardan başlayan menteşe gıcırtısı ve her seferinde alçalıp yükselen o kahrolası sesler.
Çok geçmeden bedeni uykunun pençesinden kurtuluyor ve Veneta o an kulaklarına dolan şeyin ne olduğunu biliyor…
Aşina olduğu iniltileri duymak istemiyormuşçasına gözlerini sımsıkı kapatıyor.
Her zamanki gibi midesinin içinde sanki binlerce böcek dolaşıyor. Tıpkı bağırsakları kurtlandığı ya da okula gitmeden önce zorla süt içtiği zamanlarda olduğu gibi.
Annesinin onu hiç sevmediğini düşünüyor. Babasını da… Bundan emin.
Küçük elleriyle kulaklarını tıkıyor. Bunu yaparken dişlerini de sıkarak içinde yaşadığı depremin şiddetini azaltıyor. Tüm vücudu kasılmış bir vaziyette kucağındaki oyuncak bebeği alıyor ve hışımla kafasını koparıp fırlatıyor. Küçük kız o an etrafına adeta dehşet saçıyor. Yalnızca burun deliklerinden ve ağzından püskürmesi gereken kızıl ateş eksik.
Bir an önce bu inlemelere bir son vermeli!
Sevişmenin tam odağında olan adam ve kadın, küçük kızlarını yataklarının önünde görünce ne yapacağını şaşırıyorlar. Bu o kadar ani oldu ki!
“Tatlım, ne oldu?” diye irkiliyor babası.
“Korkuyorum. Benimle gel.”
“Onu aramıza alalım.” diyor annesi.
“Gel fıstığım. Hadi!’
Veneta’nın onu esir almış nefreti doruklarda.
“Hayır! Babamı istiyorum.”
Kahramanını fahişe annesinden kurtardığı için çok huzurlu. “Fahişe” kelimesini bir filmde duydu. Annesinin bu geceki ahlaksızlığına yakışır bir sıfat.
Babası ile kendi odasına giderken en sevdiği çizgi filmde, kötüler takımındaki hileci köpek gibi kıs kıs gülüyor.
Dışarı çıktığında neredeyse her şey bıraktığı gibiydi. Puslu bir hava, bulutların arasından varlığını göstermeye çalışan ay ve muhtemelen hâlâ ağzındaki kemikle cebelleşen öfkeli kedi.
Tek değişiklik şiddetini artırmaya başlayan yağmurdu.
Yürümeden önce binanın girişinde durdu, ışığı ve penceresi açık olan daireye baktı. Belki de Margaret’in ruhunun pencereden çıkıp sonsuzluğa yükselişini görmeyi umut etmişti.
Veneta katillerin sık sık acıktığını duymuştu. Bu bilginin ilk olarak ne zaman ve nasıl zihnine yapıştığını bilmiyordu. İzlediği bir filmin repliğinden ya da okuduğu bir kitaptan olabilirdi. Babasından kalan antika arabasına atlarken bu aptalca ayrıntının önemli olmadığını düşündü. Şimdi tek yapması gereken karnını doyurmaktı. Çünkü vahşi bir kurt kadar acıkmıştı.
Bir zamanlar babasının oturduğu yerde şimdi kendisi vardı. Tıpkı onun yaptığı gibi külüstür radyoya sihirli bir dokunuş attı. Müzik, içinde bulunduğu esrarengiz geceye dolarken Veneta da gözlerinden süzülen iki damla yaşla birlikte şarkıya eşlik etti.
“Ruhum Tanrı’yla bütünleşiyor…
Kalbime düşen tohumdan o çiçek,
Hiç durmadan büyüyecek.
Ve ben hep şöyle diyeceğim:
Ruhum Tanrı’ yla bütünleşiyor…”
Buğulanmış aynayı elinin ayasıyla sildi ve gülmeyi uzun zaman önce unutmuş yüzüne dikkatlice baktı. Gördüğü, âşık olduğu adamı sonsuza dek kaybeden bir kadının umut ışığı sönmüş gözleriydi. Bir an olsun babasının gözlerindeki ifadenin evrenselliğini aradı. Göz yaşlarına karışan rimeli siyah ince iki şerit halinde çenesinde birleşmişti.
Veneta zaman kavramını yitirmişti. İçinde babasının olduğu hayallere dalınca hep böyle oluyordu. Kaç dakikadır arabadaydı? Yarım saat, belki de bir… Ceketinin koluyla yapış yapış olan yüzünü sildi ve ayağı gaz pedalına dokundu, eski model araç romatizması olan yaşlı bunaklar gibi hareket etti.
Margaret’in cesedi kokmadan bu mahalleyi terk etmeliydi…
***yedinci bölümün sonu