Sıradan bir Cuma akşamüstüydü. Yoğun tempolu bir haftanın daha sonuna gelmişti. Otobüste – Ankara’nın meşhur mavi halk otobüslerinin birinde – tam dibinde oturan kız telefonda konuşuyordu. Alçak sesle ama gergin. Çok güzel elleri vardı. Uzunca bir süre kızın ellerine baktı. Keşke benim de böyle güzel ve zarif ellerim olsa. Ne kadar uzun zamandır ellerime, bırak ellerime kendime bakmıyorum acaba? Bir an kızın konuşmalarına kulak kesildi. Konuyu daha iyi anlayabilmek için gözlerini kısıp camdan dışarıyı izler gibi yaptı. Abisi hakkında konuşuyordu. Abi sevgilisinin görmesini istemediği bir kızla gizlice görüşmüş ve yakalanmış, güzel elli kız da abisine öfkelenmişti. Ama bunu bir türlü karşı tarafa anlatamıyordu. “Bu konuda anlaşamıyoruz. Düşünsene, sevgilinin istemediği biriyle sinsice görüşmek, normal mi şimdi bu? Bir türlü anlatamıyorum derdimi,” dedi telefonun diğer ucundakine.
Ben de anlatamıyorum ki kimseye ne derdimi ne de kendimi… Anlatmak istiyor muyum onu da bilmiyorum. Hem anlatsam ne olacak ki? Amaan olsun. Mutluyum ya ben. Daha ne. Severek yaptığım bir işim, eşim, çocuklarım, evim barkım yeter. Aynı durakta indiler. Kız kaldırımdan devam etti. O ise evine varabilmek için karşıdan karşıya geçmeliydi. Bu saatte buranın trafiği de hiç çekilmez! Şimdi hiçbir araba durmayacak. Off yaa! Her tarafım ağrıyor zaten. Anaaa! Mucizeye bak. Arabalar yol verdi. Hayret… Biraz dalgınca ama elinden geldiğince hızlı geçti karşıdan karşıya. Sol kalçası ağrıyordu. Ortopedisti ameliyat demişti. Ufak bir operasyon olacaktı. Akşama ne yemek yapsam? Belki de Sabiyet Hanım yapmıştır. Çok yorgunum. Apartmana doğru yürürken kız kardeşi geldi aklına. New York’tan yeni dönmüştü. Ben daha şurdan Tunalı’ya, Kızılay’a gidemiyorum. Hatun New Yorklarda kıç gezdiriyor. Yoo niye kıskanıyım ki? Kız kardeşiyle en son ne zaman dertleştiğini hatırlamaya çalıştı. Neredeyse iki aydır görmemişti yüzünü. Geldiğim hale bak… İstanbul bile neredeyse gurbetlik oldu benim için. Kafasında bin bir karmaşa ve kargaşa, yürümeye devam etti. “Bütün somutluklardan soyutlanmış bir karakterle büyüdüm ben. Daha ben soyut ne somut ne ayırt edemezken, sen soyutun en derin boyutlarındaydın hep. Şimdi de olduğun gibi,” demişti en son görüştüklerinde kız kardeşi ona. Çok hoşuna gitmişti bu. Bilmiyordum beni bu kadar anladığını, ruhumun ona bu kadar yansıdığını. Ben bile bu kadar güzel ifade edemezdim. Gülümsedi. Akşam yemeğinden sonra kız kardeşini aramaya karar verdi. Oldum olası severdi anlaşılmayı, övülmeyi ve takdir edilmeyi. Gerçi kim sevmezdi ki. Beslendiğini düşünürdü bunlardan. Çocukken pek mahrum kalmıştı bu duygulardan. Narsist olduğunu düşündü. Beklediği kadar da rahatsız olmadı bu düşüncesinden. Ben de en az herkes kadar, tamam hadi bazen biraz daha fazla belki, seviyorum kendimi. Ee nolmuş yani? Hem ne demişti canım hocam, “Sevgi narsist bireyin çölleşmiş ruhuna iyi gelir.” Dalmış gitmiş olduğunu fark etti. Ezan okunuyordu. Akşam olmuştu. Oturduğu apartmanı birkaç yüz metre geçmişti. Amaan napiim? Bugün de böyle oluversin. Kocam evde, bebeler evde, Sabiyet Hanım da – gecikmiş olmama kesin asabiyet yapacak, huyu kurusun – evde. Yürümeye devam etti. Sokağın köşesindeki küçük café’nin önüne geldiğini dışarıya taşan taze pişmiş kurabiye, poğaça ve kahve kokularından anladı. Neyse… Az biraz daha yürüyeyim. İyi geldi yürümek. Gerçi yasak ama bu kadarı. Hava da iyice karardı ama olsun, bak yorgunluğum da hafifledi. Acaba aşkım kocam da bana kahve yapmış mıdır? Mis gibi filtre kahve. Akşama online atölyem var ya, kesin yapmıştır be. Kıyamaz o bana. Zaten atölyede anlatacaklarım da hazır. Kızlar yemeklerini yediler mi acaba? İnşallah ödevlerini yapmışlardır. Hafta sonu rahat etsinler. Kurslar murslar derken geçiyo iki gün zırt diye. Hiç halim yok “Ela lale al. Ali ile iki lale al” ile uğraşmaya. Tam o sırada bağrışmalar duydu. Kafasını kaldırıp etrafına baktı. Hayırdır bu gürültü patırtı da ne? Ne diye koşturup duruyor bu insanlar çığlık çığlığa? Sonra göğsünde bir sıcaklık hissetti. Gittikçe artıyordu. Kafasını eğdi, sol memesine baktı. Ve yere düştü. “Lan! öldü mü yoksa kadın?” diye haykırdı bir adam. Ağzını açmak istedi. “Ambulans çağırın çabuk!” diye çığlık atıyordu kadının biri. Usulca gözleri kapandı. Nefesi yavaşladı. Son duyduğu ses “Lan! Lan! Öldü lan kadın! Bok yoluna gitti! Niye vurdunuz lan kadını? Niyeee?” oldu. Aklından son bir şarkı geçti: hani büklüm büklüm boynunda, hani paramparça ruhunda, hani soran gözlerle kapında bekleyen dargın anıların gibi…
G. Sezi Coşkuner
8/11/2023