Tellallar acı acı bağırıyordu. Merakla toplanmış kalabalığı yararak ilerliyorlar, bir yandan da ezberledikleri ilanı sağa sola bağırıyorlardı.
__Haşmetli Kralımızın boğazındaki ur, dayanılmaz bir hale gelmiştir. Bu illeti iyileştirebilecek otacılara, hekimlere ihtiyaç vardır. Duyan duymayana haber etsiiiiiiin. Bu illeti iyileştiren hekime ağırlığınca altın ve gümüş verilecektiiiiiir.
Defalarca tekrar edilen bu bildiri tellalların kentin tüm cadde ve sokaklarını gezmesiyle ve de akşam karanlığının güneş ışıklarını yok etmesiyle son buldu.
Kral ağrıdan duramıyordu. Sıvı gıdalar bile boğazını adeta yırtarak midesine gidebiliyorken hanedan üyeleri de huzursuz, en az kral kadar acı çekiyordu.
__Ah babacığım. Dayanamıyorum… Senin feryat edişin beni öldürüyor defalarca, an be an, diyordu ortanca oğlu. Bir küçüğü:
__Canım babam, bu hastalığın bir tedavisi benim canım olursa derhal veririm hiç çekinmeden…En büyüğü de ağlıyordu.
__Haşmetli büyük kralımız, babamız… Üzerimize çöken bu vehameti nasıl dağıtacağız?!…Bu karabasan bitmeli, bitmeli bu korkulu rüya, yoksa tükendiğimiz gündür…biricik kızı, prenses:
__Benim güneşim babam. Ruhumun derinliklerinde ve kalbimdeki en güzel sarayın kralı babam. Nedir bu çıkmaz yol ve nedir bu uçurum, dehliz?!.. Oh tanrım, yüce, ulu tanrım. Kurtar babamı bu illetten, kurtar bu ızdıraptan… dedi ve hıçkırıklara boğuldu.
Kraliçe ise büsbütün tükenmişti adeta. Çok sevdiği eşi, kralını bu halde görmek dayanılmazdı artık. Sık sık ağlıyor, hasta yatağındaki eşinin yanında nöbet bekliyor, oradan bir nebze ayrılmıyordu.
Sarayın içindeki bu hüzünlü odada hep mutsuzluk hakimdi. Görkemli ve işlemeli sütunların parlaklığında kaybolan farklı ışık hüzmeleri içeri ne kadar aydınlık olsa da tüm mermer ve çinilere yansıyor olmakla birlikte insanlardaki bu gergin havayı alamıyor du bir türlü. Kralın yatmak isteyipte ağrıdan bir türlü gözüne uykunun girmediği odasında gergin bekleyiş sürerken içeri vezir girdi aniden
__Bu ne hal böyle, kapıyı neden çalmadın, dedi kraliçe
__Bulduk, bulduk efendim. Tanrıya şükür, aradığımız hekim ülkemiz sınırları içinde bulunmaktadır. Bir kaç güne burada olur.
Kraliçe içinden çok sevinse de bunu dışarı vurmadı. Çünkü daha önce gelip tedavi etmek isteyen onlarca hekim herhangi bir netice alamamıştı. Haklı olarak sorguladı:
__Ya bu hekim de diğerleri gibi çıkarsa? Nedir bu hekimi diğerlerinden farklı kılan hüneri? Söyleyin bana kıymetli vezir.
Vezir hafifçe yutkundu ve kendinden emin bir şekilde:
__Kraliçem, Kıymetli Kralımın biricik eşi, siz Lokman hekim adıyla nam salan bir hekimi işitmiş olmalısınız, dedi saygıyla.
__Evet, duydum elbette… Ancak bu hekimin yıllar önce ölmüş olması gerekmiyor muydu? Tekrar dirilmedi ya?
Vezir:
__Bunun çok uzun bir öyküsü var efendim. Dilerseniz yer buyurun, anlatayım. dedi.
Kraliçe yer gösterdi vezire. Yaşlı vezir, ağır adımlarla ilerleyip motif işlemeli, yaldızlı koltuklardan birine oturup anlatmaya başladı:
“Lokman hekimin öyküsü çoktur. Bizi ilgilendiren kısmı ise şöyledir. Bundan yüz yıl önce Lokman hekim ve oğlu uzun bir seyahate çıkar. Hikmet sahibi olduğu için ona bu yolculuğa çıkmasını Allah ilham etmiştir.
Kendi ülkesinden kalkıp uzun bir yolculuktan sonra ülkemiz topraklarına ayak basmış ve bir kız çocuğunun gözleri önünde oğluyla beraber çok derin bir kuyuya ip sarkıtarak inmişlerdir. Oğlu tüm bunlara bir anlam veremese de babasının ilim sahibi biri olduğunu bildiğinden dolayı hep susar ve denileni yaparak, sabrederek kaderine boyun eğer.
Kuyuya inmişlerdir. Geceyi kuyunun dibinde geçirirler. Sabah olur, oğlunu uykusundan uyandırıp şöyle der:
__Ey benim canım oğlum. Bak az yukarıda bir oyuk vardır. Oraya çık bak ki neler göreceksin.
Oğlu, denileni yapar ve oyuğa çıkar. İçerisi ışık alan bir mağaradır. Babasına gördüklerini anlatır:
__Benin canım babacığım. İçerisi küçük bir mağaradır. Çok küçük bir yerinden gün ışığı sızmaktadır.
Lokman hekim:
__Öyle mi? Şimdi sen aşağıya in. Ben yukarıya çıkayım. Orada ben ibadet edeceğim. Hem bir oğul, babasından yüksek bir yerde durmamalı, der.
Oğlu aşağı iner. Lokman hekim yukarı çıkar. Lakin aşağıda unuttuğu bir şey vardır. Tekrar eğilip oğluna seslenir:
__Oğlum, bana yanımızda getirdiğimiz divit ve ceylan derisini uzat. Ona bir şeyler yazacağım.
Oğlu denileni yapar ve tekrar kuyunun dibine iner.
Lokman hekim ceylan derilerine bir şeyler yazar ve uzun süren bir ibadetin ardından uykuya dalar. Oğlu bir hafta sonra ölüp cennete gider. Lokman hekim ise yüz yıl sürecek uykusuna başlamıştır bile.
İşte Kraliçem, Lokman hekimin yüzyıllık uykusunun hikmeti Kralımızın iyileşmesi içindir.
Kraliçe meraklandı aniden:
__Bu nasıl olur? diye sordu heyecanla.
Vezir, devam etti sözlerine: “Saygıdeğer Kraliçem, bizler yana yakıla Kralımızı iyileştirecek bir hekim ararken ve çaresizken sınır vilayetlerinden birinde yüz yaşını aşkın bir yaşlı kadın, tellalın duyurusunu işitir. Meğer Lokman hekim ve oğlu o kuyuya inerken henüz küçük yaşta bir çocuk olan bu kadın, oğlu ile Lokman hekimin aralarındaki konuşmayı duyup onları uzaktan takip etmiş. Bu adamın masallarda anlatılan Lokman hekim olduğunu anlamış. Adamlar kuyuya inince evine gitmiş ve gördüklerini kimseye söylememiş ne hikmetse. O hün bu gündür bir sır gibi saklamış bunu. Tellalın hekim arayan duyurusundan sonra soluğu kent valisinin huzurunda almış. Tüm bu gördüklerini valiye anlatmış. Vali yaşından ötürü onu kırmamak ve bir bildiği vardır düşüncesiyle yaşlı kadını alıp adamlarıyla kuyunun başına gider.
İp salıp ağağıya birini indirirler. Adam aşağıdan seslenir: “Burada bir iskelet var. Ama az yukarıda bir oyuk var oraya da bakacağım” der.
Oyuğa çıkınca içeride büzülmüş ve yan yatan birini görür. Nefes almaktadır. Ancak ne kadar sarsarsa sarssın uykusundan uyanmaz. Üzerini yoklar ve ceylan derisini bulur. Yukarı çıkıp durumu bildirir. Ceylan derisinde şunlar yazmaktadır:
“Haşmetli Kral.
Ben Lokman Hekimim. İlim, irfan ve hikmet sahibiyim. Bütün bunlar bana Rabbimin bir lütfudur. Her ne kadar ahirete olan inancında şüphelerin varsa da iyileşmeni Allahın izniyle ben sağlayacağım. Ben çok derin bir uykudayım. Uyanmam için filanca terkip ve karışımları burnuma yakın yere koyunuz. Ardından kuyunun içini pamukla doldurunuz ki uyanınca tutunup çıkabileyim. Ardından gelip boğazınızdaki ur’a çare bulayım”
Kraliçe heyecanlandı:
__Kıymetli vezir. Bütün bunlar doğru mu? Eğer doğruysa ve bu hekim Kralımı iyileştirirse bu adamın gerçekten yüzyıl uyutulup uyandırıldığına inanacağım.
Yaşlı vezir sözlerine devam etti:
__Ve böylece Kraliçem, derin uykusundan uyandırılan Lokman hekim yola çıkmış, yarın öğlen saatlerinde huzurunuzda olacaklardır.
Hasta döşeğinde yatan Kralın tüm bunlardan haberi yoktu ve çocuklarının kendisi yerine sevindiğini bilmiyordu. Ertesi gün yaşlı vezirin dediği gibi Lokman,hekim saraydan içeri girdi. Büyük coşkuyla karşılanmıştı.
Kral, uyandırılmış ve ağrısı çeşitli toksinlerle hafifletilmişti. Kral ile yalnız ve birebir görüşme talebinde bulunan Lokman hekimi kralın huzuruna çıkardılar.
__Hoş geldin ünü asırları süsleyen hekim, diyerek karşıladı kral.
Lokman hekim:
__Hoş bulduk kral hazretleri. Sizin için beni yüz yıl uyutup tekrar uyandıran Allaha hamdederim, diyerek direk konuya girdi. “Şevketli ve Devletli kral, sizin boğazınızdaki bu illetten kurtulmanızın tek bir çaresi vardır.”
__Nedir bu çare tıbbın efendisi?
Hekim biraz düşündü. Derin bir nefes soluyup ve başını kaldırarak yukarıya kabul salonunun güneş ışıkları süzülen tavanına doğru bıraktı. Endişeli gibiydi.
__Kral hazretleri, boğazınızdaki urdan ancak bir şekilde kurtulabilirsiniz. O da şudur ki en küçük oğlunuzun boğazlanması ve onun kalbini yemenizdir. Hikmet aleminden sizin iyileşebilmeniz için takdir edilen çare budur. Başka hiçbir çare yoktur.
Kral, kaşlarını çattı. Dayanılmaz ağrılarını bir kefeye oğlunu bir kefeye koydu. Oğlu akıl terazisini tezgahtan indirecek ağırlığa sahipti.
__Olmaz, diye çıkıştı. Bu nasıl bir tedaviymiş böyle?!… Canıma can katmak için canımdan olur muyum hiç?
__Siz sağolun kral hazretleri. Çocuklarınız çoktur ve Allah size daha nice çocuklar verecektir elbet.
O sırada konudan daha önce haberdar olan yaşlı vezir içeri girdi. Kral vezire dönerek:
__A benim sağ kolum, adalet dayanağım. Bu hekim boğazımdaki ur için en küçük oğlumun boğazlanması gerektiğini söyler, bu nasıl iştir böyle? Nasıl tedavidir?!..Akıl sır erdiremedim.
__Benim şevketli devletli kralım. Siz de bilirsiniz ki Lokman hekim yüzlerce yıldır yaşayan hikmet sahibi bir ulu zattır. Sizin bu illetten kurtulmanız için yüzyıllık derin bir uykuya dalmış, tüm bu olacaklar kendisine bildirildiği içinde oğlunun o kuyuda bir hafta sonra vefat edeceğini bilerek o kuyuya inmiş ve Allahın hükmüne teslim olmuştur. Siz de bu hükme teslim olunuz ki felah bulasınız.
Kral, derin bir üzüntü içinde başını göğsüne indirdi. “Dışarı çıkın” dedi hafifçe. Yaşlı vezir Lokman hekimi kralın huzurundan çıkardı. Kendi dairesine götürüp tüm bu olanların hikmetini sordu.
__Tüm bu olanlara bir anlam veremesem de size tüm kalbimle inanıyorum. Bu tedavinin sonunda ne vardır Hekimlerin şahı? diye sordu.
__Mutluluk, diye cevapladı Lokman hekim. Devamla; Kralın küçük oğlu ile birebir görüşmeliyim.
Vezir, kapı ağalarından birisini küçük veliahta gönderdi. Bir müddet sonra vezir, gelen kralın oğlu ile Lokman hekimi odasında yalnız bırakıp kapıyı çekip dışarı çıktı. İçeride kendileri dışında kimsenin olmadığından emin olunca vezir, küçük veliahta şunları söyledi:
__Şimdi beni iyi dinle veliaht hazretleri. Babanın bu illetten kurtulması için seni boğazlamam gerektiğini ve senin kalbini çıkarıp yemesi gerektiğini söyledim babana. Ancak korkma, senin yerine perde arkasında bir koyun boğazlayacağım. İlk etapta yalvarıp yakaracaksın, canhıraş bağırtılarla haykıracaksın, sonra ben koyunu kesince sesini çıkarmayacak ve dairene döneceksin gizlice ve kimseye görünmeden. İllet, ben koyunu boğazlayınca babanın ağzından dışarı fırlayacaktır. Baban tamamen iyileşince seni ona göstereceğim. Yapman gereken ilk iş kurban edilmen konusunda babanı ikna etmektir. Gerisi dediğimiz şekilde olacaktır.
Bu son derece akıllı ve bilgece tedavi veliahtın hayran bıraktı. Lokman hekimin gerçekten de hikmet sahibi olduğu konusunda hiç şüphesi kalmadı.
Kral, Kraliçe, veliaht adayları, prenses ve yaşlı vezir ile birlikte Lokman hekim ve de diğer üst düzey devlet erkanı Kral’ın hasta olarak yattığı odada toplandılar. İlk sözü yaşlı vezir aldı.
__Haşmetli Kralım, zatınıza ve makamınıza hürmetim bakidir. Lokman hekim bu illetin şifası için benim boğazlanmam gerektiğini söyleseydi eğer hiç tereddüt etmeden canımı sizin için feda ederdim. Lakin başka biri adına konuşamam. Ayrıca şunu belirtmeliyim ki sizin devletimizin bekası için üç veliaht adayı oğlunuz daha vardır. Siz sağolun derim.
Kraliçe:
__Burada canımdan öte bir can için yine canımdan öte başka bir canın fedasını istiyorsunuz benden. Ben Geçmişten gelen bu hikmetli zatın isteğine ancak boyun eğerim, diyerek gözyaşlarına hakim olamadı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Kralın en büyük oğlu:
__Biz içimiz kan ağlasa da annemizden farklı düşünmeyiz diyerek diğer üç kardeşiyle olan ortak duruşlarını sergiledi
Lokman hekim ve Diğer devlet erkanı da Kralın tedavisinin şart olduğunu belirtir cümleler kurdular.
Herkes başını küçük veliahta çevirdi. Veliaht, canını vermeye dünden hazırdı.
__Canım babam ve Canım annem, benim gibi iki aslan parçası evladınız daha var geride. Ben başımı bu yola adadım çoktan. Hem babamın varlığı devletimizin bekası ve düşmanlarımıza korku salınması açısından gereklidir. Bin canım olsa binide fedadır. Sizler sağolun, diyerek babasına sarıldı, onun ellerini öptü.
Son olarak Kral, konuşmaya başladı. Bu konuşmanın karar niteliğinde olacağını herkes biliyordu.
__Tıbbın efendisi, ben bu konuda hüküm vermeyeceğim, madem geçmişten geldin, son hüküm senindir. Hükmüne herkes riayet edecektir. Yarın öğlen saatlerinde tedavi başlasın, diyerek toplantıyı bitirdi.
Ertesi gün bir oda hazırladılar ve kralı bir koltuğa oturtup ellerini ayaklarını bağladılar.Ayrıca koltuğa sabitlediler ki kıpırdayamadan oğlunun boğazlandığını görüp bedensel bir engel çıkarmasın. Kral sadece başını oynatabiliyordu.
Küçük veliahtı da kralın gözü önünde bağlayıp bir kurban edasıyla yere yatırdılar. Araya bir perde çekip dışarı çıktılar. Odada yalnızca kral, Lokman hekim ve de kralın kurbanlık oğlu vardı. Perde çekilir çekilmez lokman hekim gizlice odaya soktuğu bir kuzuyu bağlayıp yere yatırdı. Kralın oğlunun ellerini ve ayaklarını çözüp gerideki koltuğa oturmasını söyledi. Gülümsediler.
Az sonra Lokman hekimin işaretiyle küçük veliaht yüksek sesle yalvarmaya başladı:
__Ah bu el ve ayaklarım ne kadar da sıkı bağlı. Babacığım, bana kıyacaklar. Yalvarırım buna bir son verin. Bu kuşcacık canımı alacaklar, dedi ve ağlamaya başladı.
Kral, oğlunun yakarışını görünce hiddete geldi. Zaten böyle bir bahane arıyordu:
__Sana emrediyorum bu tedaviye son ver. Ben vazgeçtim. Oğlumu serbest bırak.
Lokman hekim araya girdi:
__Tedavi bitene kadar sözlerinizin hiç bir hükmü yoktur kral hazretleri. Zira tedavi yerinde ve tedavi süresince buranın kralı hekimdir.
Oğlu:
__Baba. Canım babacığım, bu neler saçmalıyor böyle. Bak eline keskin bıçağı alarak iyice biliyor. Yalvarırım baba, yalvarırım durdur bu saçmalığı.
Lokman hekim göz kırparak kurbanlık veliahta seslendi:
__Faydasız ve boş sözlerin biraz sonra dinecek. Boşuna yorma kendini ve uslu dur, uslu dur ki fazla acı çekmeden boğazını kesmem kolay olsun.
Kral:
__Derhal durmanı emrediyorum sersem hekim. Oğlumu boğazlarsan yemin ediyorum ki o bıçakla etlerini kıyma gibi doğrarım senin.
__Ah kral hazretleri, siz çok yaşayın. Daha göreceğiniz nice sağlıklı günler olacak. Tedaviyi durdurmam imkansız, dedi Lokman hekim. Elindeki bıçağı diğer bir bıçağa sürterek çıkan sesle iyice ciddi olduğunu belirtti.
Kurbanlık veliaht iyice yalvarıp yakarmaya ve iyice ağlamaya başladı. Ses tonunu öyle bir ayarlıyordu ki eski yunan trajedi oyuncuları ancak bu kadar yapmacıklı ses çıkarabilirlerdi.
Kral sözlerinin etkisizliğini ve durumun vehametini anlamıştı artık. Hüngür hüngür ağlıyor, avazı çıktığı kadar bağırıp haykırıyordu. Geniş odanın mermer kaplamalarına çarparak yankılanan bu sesler bir çare için sergilenen çaresizliğin son kısmıydı.
Az sonra, Lokman hekim yerdeki kuzuyu boğazlayıp kanını perdeye fışkırttı. Ve oğlunun sesinin kesildiğini gören kral öyle bir canhıraş feryatta bulundu ki boğazındaki ur yuvalandığı yerden kopup kralın ağzından çıkıp karşıdaki perdeye kadar sıçradı ve süzülerek yerdeki kanların içine düştü. Kral, bayılmıştı.
Lokman hekim ve küçük veliaht perdeyi hafifce kenara çekip krala baktılar. Kral, Nefes alıyor ancak baygındı. Yıllarca krala kan kusturan ve kabuslar yaşatan ur’u bir tasa koydu Lokman hekim. Kralın oğluna gizlice ortadan kaybolmasını söyleyip, etrafı toparladı, kuzunun ardalasını yoketti.
Saatler sonra gerekli pansumanları yaptı. Kral kendine gelmiş ve ilk defa özgür ve ağrısız nefesler alıp veriyordu. Bu illetten kurtulmuş, ancak sevincini yaşayamıyordu. Kraliçe, çocukları,yaşlı vezir ve tüm devlet erkanı kralın etrafına üşüştüler. Kimseden çıt çıkmıyordu. Lokman hekim salonun ortasına geçip meraklı bakışlar altında herkese hitab ederek bu sessizliği bozdu.
__Dinleyin beni Kral hazretleri. Dinleyin beni Narin Kraliçe, dinleyin beni yaşlı ve bilge vezir ve dinleyin beni devletin seçkin erkanı. Her şey Allahın takdiri ile olur. Onun dilemesi ile nefes alır ve veririz. Bir imtihan yurdu olan bu dünyada yaptıklarımız ve yapacaklarımızdan dolayı ebedi alemde sorguya çekileceğiz. Ey haşmetli efendiler. Öleceğinize inanmıyorsanız uyumayın bakalım? Buna imkan var mı? Yok. Ya yeniden dirileceğinize inanmıyorsanız uykunuzdan uyanmayınız o zaman!… Buna da imkan yok. Bir de bakmışız ki gözlerimiz açılmış ve uyanıvermişiz. Şuna emin olalım ki hiç kimsenin yaşamı kendi elinde değildir. O halde Alemlerin Rabbine itaat edin.
O sırada ellerini çırptı Lokman hekim ve büyük salonun işlemeli kapısı ardına kadar açıldı. İçeri süzülen gün ışığıyla beraber şenlik elbiseleriyle süslenmiş olarak küçük veliaht adayı girdi. Kral da dahil olmak üzere herkes ayağa kalkıp koşarcasına sarıldılar çocuğa. Bir bayram yaşanıyor, sevinç gözyaşları akıyordu herkesin gözlerinden.
Saatler sonra tellallar acı acı bağırıyordu.
__Duyan duymayana haber versiiiiiin!