Tek başınaydı. Son temsilci olarak, soyunu en iyi şe- kilde temsil ediyordu. Bütün dağlar, ovalar, nehirler onundu. Kimseden emir almaz. Kimseye boyun eğmez, asi ve özgürdü. Özgürlüğünün tadını en iyi şekilde çılgınca dağ, bayır koştuğunda anlıyordu.
O gün de yine kendini azıya almış, dere boyunca var gücüyle, suları sıçrat sıçrata ovaya doğru koşuyordu. Vücudunun bir çok yeri terden, köpük-köpük olmuştu. Sabah güneşinin şavkıyla, vücudu parlıyor, her hareketin de ışık oyunlarıyla, efsanevi bir görüntü sergiliyordu. Onun bu halini gören, diğer canlılar, onu görünce, yolun- da savuşup sanki, ona yol açıyordu.
Nehrin sonundaki ovaya varınca, yavaşladı. Bu ovada güvende hissediyordu. Zira ova o kadar engebesiz ve büyüktü ki, kendisi için
Ola bilecek bir tehlikeyi, hemen fark edebiliyordu. Ovayı bölen nehre doğru, serinlemek istercesine, başını aşağı, yukarı sallayarak yürüdü. Nehrin kenarına gelince durdu. Su içmek için, başını uzattı. Nehrin suyu dupdu- ruydu. Suyun içinde, yumurtadan yeni çıkmış karabaşlar, yavru balıklar tek tek görünüyordu. Bu arada, suya düşen kendi aksini de fark etti.
Gerçekten çok güzeldi. Genç, diri, oldukça da sağlıklı görünüyordu. Sırılsıklam olmuş doru tüyleri, güneşin ışıklarıyla parlıyor onu, doğa üstü bir yaratığa dönüş türüyordu.
Birazdan, kendi görüntüsünden sıkılmış olacak ki aya- ğıyla suya vurup, görüntüsünü bozdu. Sonra başını kal- dırıp ilerideki köyün. merasına baktı.
Birini çağırırcasına uzun uzun kişnedi. Biraz öteden, omzunda tırpanıyla bir köylü, hayran hayran onu seyre derek uzaklaştı. Bir kez daha köyün merasına bakıp kişnedi. Sonra iki ayağını üstünde şaha kalkıp, bir müddet öylece kaldı. Koşarak, kendi etrafında dönüp durduysa da hızını alamadı. Ovanın en uzak noktasına doğru, var gücüyle koşmaya başladı.
Köyün yakınından geçerken çocuklar, ellerinin gözlerine siper edip, biraz kukuyla biraz da sevgiyle baktılar. Adım attığı yerde, ne varsa toynaklarının altında parçalanıp, her adımda etrafa savruluyordu.
Onun bu halini gören tarla fareleri, kör sıçanlar, yılanlar, kısacası tüm canlılar, telaşla saklanacak bir yer arıyor, çar çabuk gözden kayboluyorlardı. Koşarken, el değmemiş, uzun yelesi, bir yelpaze gibi inip kalkıyor, insana güzel bir sevgilinin, saçlarını hatırlatıyordu.
Çevrede, işlerine giden köylüler onu görünce durup uzun uzun seyirediyorlardı. Çoğu, içinden böyle bir aygı- ra, sahip olma hayallerini yineliyorlardı. Bunu, kendisi de biliyordu.
Birçoğu onu, yakalamak için çok uğraşmış, tuzaklar kurmuşlardı.
Ama o zekasıyla, içinde hep var olan özgürlük tutkusuyla, hepsinden kurtulmuştu.
Arada bir, sabah erken bu ovaya iner, çalışan köylü- lerin yakınından var gücüyle koşarak geçer sanki, insanları kendisini yakalamaları için, tahrik ederdi. Ova- daki uzun koşularından sonra, bir müddet kaybolur. Tam unutulmaya yüz tutmuşken, tekrar ortaya çıkardı. Ama, son zamanlarda ovaya sıkça geliyor, bilhassa da nehrin yakınındaki köyün merasında dolaşıyordu.
Uzun süren kışın ardından sanki, doğa patlamış bütün doğurganlığıyla her yeri renk renk işlemişti. Su kenarla- rında ki reyhanlar, naneler, kekikler keskin kokularıyla, sanki çiçeklerin albenisini bastırmaya çalışıyorlardı. Tabi ki, bütün böceklerde, yeniden ortaya çıkmış kaldıkları yerden, varlıklarını sürdürme telaşlarını, sesiz ce sürdü rüyorlardı. Arılar, hiçbir çiçeği atlamadan, hızla tarıyor, çiçeklerse en güzel görüntülerini sergileyerek sanki, arı- ları bu çekicilikleriyle aşka davet ediyorlardı.
Dağların başında henüz erimemiş karlar, inatla direnir- ken, sesli sesli çağlayan dereler tepelerdeki, karları da özgürlüğe çağırır gibiydiler.
Doru at, uzun uzun koştuktan sonra, aynı hızla geri dönüp, köyün merasına yöneldi. Köyün merasına yakla- şınca yavaşladı. Merayı bir müddet süzdükten sonra, boynunu uzatıp kişnedi. İleride bir kazığa bağlı beyaz, genç bir kısrak, şöyle bir dönüp bakınca, Doru tekrar kişnedi.
Bütün yabaniler gibi, etrafı kolaçan ettikten sonra, önce yavaş, sonra birden hızlanıp, beyaz kısrağın yanına geldi. Kısrak pek oralı olmamış gibi, otlamasını sürdürüyordu.
Dorunun köyün merasına sık sık gelişinin nedeni bu genç kısrak olmalıydı.
Doru kısrağın yanına geldi. Önce kuyruğunu, sonra başka yerlerini uzun uzun kokladı. Kısrak yine hiç oralı olmadı. Bir ara, küçük bir çifte atar gibi oldu. Doru, koklamasını kısrağın boynunda, kulaklarında sürdürmeye devam ettirince, kısrakta sakince hareketsiz öylece kaldı. Bunu gören Doru, kısrağın etrafında, daireler çizerek koştu. Şahlandı Sonra, tekrar kısrağın kuyruk altını kokladı. Kısrak tepki vermeyince de fazla beklemedi. Yavaşça kısrağın üstüne çıktı. Centilmen bir erkek edasıyla, sevişmeye başladı. Kısrak, kımıldamadan duru- yor, Doru’ya daha fazla zevk vermek ve zevk almak için, elinden geleni yapıyordu. Arada birde, boynunu geriye doğru çevirerek sanki onu öpmek istiyordu. İkisi de kendinden geçmiş sanki, biri birlerini zevkin doruklarına taşımak için yarışıyorlardı.
Onlar kendinden geçmiş vaziyette sevişirken, Ovada, çıt çıkmaz oldu. Sanki bütün canlılar, o muhteşem sah- nenin büyüsünü bozmamak için susmuş, rüzgar bile dur- muştu.
Arılar kondukları çiçeklerde öylece kala kalmış, yılanlar kuyrukları üstünde dikelmiş, tarla fareleri, köstebekler, iki ayağının üstünde doğrulmuş, o tarihi anı seyre dalmıştı sanki.
Yamaçtaki ormanda bulunan çam ağaçları olgun laşmış kozalakları dökmek için rüzgarı bekledi. Onlarda, nesillerinin sürmesini ister gibiydi. Bütün bu olup biteni izleyen, yaşlı bir çoban, bu sessizliği doğanın kutsaması olarak yorumladı.
Doru işi bitince, incitmeden kısrağın üstünden indi. İki ayağını üstünde şaha kalkıp kişnedi. Sonra, var gücüyle, ovaya doğru koştu. Sanki kısrağı bırakmak istemiyor- muşcasına geri döndü. Tekrar kısrağın, ağzını yüzünü koklamaya başladı. Kısrakta, ona karşılık verir gibi, dudak larını açıp, dişlerini göstererek, sanki Doru’ya gülüm- süyordu.
Doru, birkaç kez ileri, geri gidip geldi. Sanki kısrağı çağırıyordu. Kısrak, genç bir attı. Bu güne kadar hiç kazı- ğını koparmamıştı. Bir müddet tereddüt etsiyse de sonun- da bütün gücüyle bağlı olduğu ipe asılıp kopardı.
Kısrak, ipini koparınca, ovada bir ses cümbüşü başladı. Rüzgar daha hızlı esmeye, yapraklar hışırdamaya, yılanlar tıslamaya başladı. En büyük gödteriyide yamaçtaki çam ağaçları yapıyor, rüzgarda salınarak biri birlerine sokuluyor sanki, aynı anda eğilip doğrularak san- ki bir düğün halayı ile gördüklerini kutluyorlardı. Her şeyi zevkle izleyen çobanda, bu ses cümbüşünü de doğanın alkışı olarak yorumluyordu.
Doru, ipini koparan kısrağı yanına alıp, gözden kayboluncaya kadar koştu. Dağın yamacına gelince ya- vaşladılar. Hala, iki de bir koklaşıyorlardı. Öğlen sıcağı bastığında, ormanın serinliğine çekilip dinlendiler.
Kısrak uzaktan köyünü izlese de geri dönmedi. O da özgürlüğün tadını almış, Canı istediği zaman koşuyor, canı istediği zaman, en bakir yerlerde otluyor, istediği zaman, Doru’yla doyasıya koklaşıyordu.
Dolaşırken bir sürü canlıya rastladılar. Doru bunların hiçbirinden korkmuyor, bir tek insanları görünce var gücüyle oradan uzaklaşıyordu. Kısrak, buna bir anlam veremese de Doru’ya uymak zorunda kalıyordu.
Haftalar böyle geçti. Kısrakta aslına dönmüş, Doru gibi yabanileşmiş, yılkı atı olmuştu.
Kısrağını kaybeden köylü ise, uzun süre atını arayıp durdu. Bulamayınca, kaybolduğuna kanaat getirecekken, çobanın biri, Kısrağın Doruyla beraber, dağlarda dolaştığın söyledi. Köylü dağ, dere dolaşıp kısrağını aradı. Birkaç kere, ikisini de kıstırdıysa da yakalamakta başarılı olamadı. Köyüne dönüp, köylülerden yardım istedi. Bu işlerin ustalarını yanına alıp, tekrar dağlara çıktılar. Bu kez hepsinin elinde, ucu kementli sırıklar vardı.
Köylüler birkaç kere açıklık arazide kıstırıp epece kovaladılar ama, yine başarılı olamadılar.
Uzun takip sonucu Doruyla kısrağı bu kez bir kayanın ucunda otlarken kıstırdılar. Sessizce sokulup, etraflarını sardılar. Doru, durumu fark ettiğinde, kişneyip koştu, sanki kısrağı uyarmaya çalıştı. Kısrak, insanlara alışık olduğu için sanki gelenlerrı pek yadırgamamıştı.
Doru, bunu anlamış gibi, geriye doğru çekilip, zaten iyice daralmış olan çemberin ortasındaki atlının üstüne var gücüyle koşmaya başladı. Doru’nu üstüne geldiğini gören köylü, yiğitlik gösterip kaçmadı. Ve Doru bütün gücüyle, adamın atıyla göğüs göğüse çarpıştı. Adam bir yana, at bir yana savruldu. Doru çemberi yarmıştı. Önü boşalınca da, hızla uzaklaştı.
Kedini kurtarma telaşıyla bir müddet koştuysa da durup geriye baktı. Kısrak, kementli köylülerin arasında kalmıştı. Köylüler, ellerindeki kementleri kısrağın boynuna geçir- meye uğraşıyorlardı.
Doru, bunu görünce tereddütsüz, o tarafa doğru hızla koşup, o kargaşanın arasına daldı. Çifteler savurdu, şaha kalktı. Birkaçını köylüyü atından düşürdü. Nihayet kısrağıyla bir araya gelen Doru, binicisiz kalan atların ara- sından, açıklığa doğru koşmaya başladılar.
Daha önce, Doru’nun çarptığı atın adam ayağa kalk- mış, elindeki sırık kementle yollarının üstünde duruyordu. Doru adamın yanından geçti. Kısrak arkasından geliyor- du. Yerdeki adam, kısrağın önünü kestikten sonra elindeki kemendi hızlı bir hamleyle onun boynuna taktı. Sonra da sırığa asılıp, kemendi kıstı. Kısrak yavaşladı. Hatta durmak üzereyken, Doru başını çevirip kısrağa baktı. Kısrak ne demek istediğini anlamış gibi, var gücüyle koşmaya başladı.
Kemendi kısrağın boynuna geçiren köylü, yakalamış olmanın verdiği hırsla elindeki sırığı bırakmadı. Kısrağın koşmasıyla, peşine sürüklenmeye başladı. Çevre taş, kaya doluydu. Adam bir müddet sürüklendikten sonra, irice bir kayaya çarpınca sırığı bıraktı. Ve kayanın dibinde kasılıp kaldı. Kısrak rahatlayınca da hızını artırdı. Artık kisinin de önü açılmıştı. Gözden kayboluncaya kadar, var güçleriyle koştular.
Bu olaydan sonra, onların peşine kimse düşmedi. Onlarda ortalıkta pek gözükmediler.
Yine köyün karşısına gelip uzun, uzun kişnedi. Sonra dönüp, kısrağıyla tayını yanına alıp, dağların yolunu tuttu.
Ovada yine bir alkış koptu. Yaşlı çoban sırtını dayadığı çam ağacının dibinden kalkıp, bu alkışa heybesinden çıkardığı kavalıyla yöreye ait, koçak lama havasıyla katıldı.
Atlardan bahsedilince, köylüler Doru ve kısrağından birer efsane gibi bahsediyorlardı.
Ancak, bir daha ki baharda ovaya indiler. Doru yine, eskiden yaptığı gibi ovayı bir baştan, bir başa koştu. Gücünden ve ihtişamından hiçbir şey kaybetmemişti.
Mahmut Baycan